
HER milletin tarihî, dinî veya dünyevî bir rüyası olur. Rüyadan kastımız; ülkü, ideal ve hedeftir. Bugün dünyevî bir hedefe dinî bir kisve giydiren bir milletin ihtirasları, dünya nizamını ateşe vermek üzeredir. Bu bağlamda hangi milletten bahsettiğimizi okuyucularımız derhâl anlamışlardır. Tahmin edildiği gibi, İsrail’den bahsediyoruz…
Bugün dünyanın başına belâ olan Siyonist İsrail, bundan dört bin yıl önce kendilerine Allah’ın bir lütfu olarak verilen devletlerini kaybederek Babil’de, Asurluların tebaası olarak yaşamaya başladılar. Bu sürgün esnasında bu nankör millet, Tevrat’ın içine düştükleri durumdan ibret almalarını isteyen ayetlerini bu bilinçle yorumlayacaklarına, kinlerini din yapan yorumcularının ellerinde Talmut adlı güya Tevrat şerhi olan bir metin inşâ ettiler. Talmut vesilesiyle dizginlenemez bir zalimliğin dışa vurumu olan ezik din adamlarının metinlerini ayet hâline sokarak yeni bir din peyda ettiler. Bu dinin hüküm süreceği toprakları da “Arz-ı Mevud” olarak adlandırdılar.
Bu topraklar, Nil ile Fırat nehirleri arasındaki toprakları hudut olarak kabul eden bir anlayışı yansıtıyordu. Arz-ı Mevud’un başkenti de Kudüs idi.
Siyonizm, Birinci Dünya Savaşı’na kadar hep Filistin’e yerleşme hayâli kurdu. Bu savaştan önce parasal güçlerini kullanarak İkinci Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödemek karşılığında Filistin’e yerleşmek gibi ahlâksız bir teklif yapmışlardı.Sultan İkinci Abdülhamid borç içinde yüzen devlet maliyesine rağmen bu teklifi elinin tersiyle geri çevirmiş ve kanla alınan toprakların kanla verileceğini söylemiştir. Bu itibarla Siyonistlerin hedefinde öncelikle Abdülhamid, ikinci olarak da Osmanlı Devleti yer almıştır.
Birinci Dünya Savaşı içinde (1517 yılından beri) Osmanlı hâkimiyetindeki Kudüs, 1917 yılında İngilizlerin eline geçince, İngiliz derin devletine ve malî sistemine hâkim olan Siyonistler, Filistin’e yerleşmeye başlarlar ve bugünkü zulüm mekanizması olan katil İsrail Devleti’ni teşkil ederler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra örgütlenme kabiliyetleri ve malî güçleriyle ABD’ye de sızarak bu devleti adeta emellerinin jandarması hâline getirirler.
Dikkat edilirse İsrail, kesinleşmiş devlet hudutları olmayan bir devlettir. Bundan maksadı da Arz-ı Mevud topraklarını ele geçirinceye kadar hudut çizmeye niyeti olmayışıdır. Şimdiye kadar ustalıkla gizledikleri ve 7 Ekim 2023 HAMAS saldırısı münasebetiyle açık ettikleri Arz-ı Mevud hayâline yürümek için her yolu mübah gören bir anlayış içinde hareket etmekten çekinmeyeceklerini bütün dünyaya ilân ettiler. Gazze’yi yerle bir ederken gösterdikleri zulüm, onların bu yüzünü bilmeyen insanlığı şaşkına çevirdi. Ancak Siyonizm’in ne olduğunu bilenler için bu bir sürpriz değildi. Kinlerini din yapan Talmutçuların düşman ilân ettikleri bir topluluk yahut kavmi, sadece insanlarıyla değil, hayvanlarıyla beraber öldürmeyi, evlerini ve ekinlerini yakmayı telkin etmeleri, Siyonistlerin temel ilkeleri olarak dört bin yıldır yaşıyordu.
İşte 7 Ekim 2023’te harekete geçen bu öldürme, yakma ve yıkma şehvetinin arkasında bu sahte ayetlerle şişirilmiş nice bin yıllık kin yatıyordu. Siyonizmin, hedefine ilerlerken kullandığı en büyük silahı, sabrı ve piyon kullanmadaki ustalığıdır.
Bu unsurlar İsrail, ABD ve Avrupa’dan silah ve para desteği alarak Türkiye’ye karşı saldırtılacakları gün için bekletilmektedirler. Türkiye’nin bunları ezmesi durumunda Kıbrıs Rumları devreye sokulacaktır. Ardından da Güneydoğu Anadolu’da PKK’nın siyâsî kolu tarafından iç isyan çağrısı yapılacak ve plân başarılı olursa Türkiye’nin Fırat ve Dicle arasındaki toprakları PKK eli ile İsrail Arz-ı Mevud’una katılacaktır.
Pozisyonlar ve ataklar
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Refah Sınır Kapısı’nda Atlantik İttifakı’na hitap ederek “Artık (bu köpeğin) tasmasını sahipleri eline almalı” demesi, aslında ironik bir söylemdir. Herkes bu laftan İsrail’in tasmasının ABD’nin elinde olduğunu zannetti. Oysa işin gerçeği, ABD’nin ipinin İsrail’in elinde olduğuydu. Bugün itibarıyla dünya kamuoyu gördü ki, İsrail’in elinde, sahibi olduğu üç azgın köpeğin tasması bulunmaktadır. Bu köpeklerse ABD, İngiltere ve Almanya’dır.
İşte bu habis devlet, bâtıl Arz-ı Mevud amacını gerçekleştirmek için, kurulduğu günden beri bu toprakları elinde tutan Mısır, İsrail, Filistin, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak, İran ve Türkiye’yi hedefe koymuştur. Siyonizm’in para ve piyon kullanmada ne kadar usta olduğunu söylemeye gerek yoktur. İsrail, bu amacı bir an önce gerçekleştirmek için, en azgın köpeği olan ABD vasıtasıyla önce Filistin’i himaye eden Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi gibi kudretli liderleri “demokrasi getirme” tezgâhıyla ortadan kaldırttı. Libya fiilen ikiye, Irak ise üçe bölündü. Mısır bir darbe ile kontrol altına alındı. Suriye 2011’den beri üç parçalı bir yapı göstermeye başladı ve Rusya’nın vesayeti altına girdi. Lübnan’a ise İran’ın vekil örgütü olan Hizbullah’ı koç başı niyetiyle kullanarak girme niyetinde olduğu çok açık.
İran ile İsrail’in kayıkçı kavgası ise işin rengini bambaşka bir boyuta taşımaktadır. İran bir yönüyle İsrail, İsrail ise bir yönüyle İran’dır. Bize öyle geliyor ki, İran’ın Devrim Muhafızları ve derin yapısı içinde bizdeki FETÖ benzeri bir yapı İsrail için çalışmaktadır. Aksi takdirde İsrail’in İran’a yaptığı operasyonları izah etmek, hiçbir mantığın başa çıkamayacağı bir problem gibi durmaktadır. İran, molla rejiminin bekâsı için ne kadar vekil örgüt ve devlet oluşturduysa bunları kendi çıkarları için bozuk para gibi harcamaktadır.
İsrail’e geçmişte diz çökerten HAMAS ve Hizbullah İran ile yakınlaşınca, lider kadrolarının tasfiyesiyle şok geçirdiler. Haniye’nin ölümü, HAMAS’ı tam elde etmek isteyen İran derin yapısının açık bir ihaneti olarak tarihteki yerini aldı. Ama İran’ın asıl büyük ihaneti, İsrail’i hezimete uğratan Hizbullah’ın lider kadrolarının tasfiyesinde görüldü. İran, dediğimiz gibi rejimi sağlama almak için teşkil ettiği vekil örgütleri feda etme konusunda hiçbir ülkeye benzememektedir. İran’ın ihaneti gizlemek için yaptığı sahte füze saldırıları, İran ile İsrail’in arka plândaki flörtünün çok ileri düzeyde bir ilişkiye işaret eden bir gizli anlaşmanın imza kalemlerinden başka bir şey değildir.
Bu ilişki biçimine bakarak Arz-ı Mevud’un bir kanadını İsrail teşkil edecekse, öbür kanadını da İran teşkil edecek gibi görünüyor. Bu sahte kavgaların bir “Cambaza bak” oyunu olduğunda hiçbir tereddütümüz yoktur. Yine adımız gibi eminiz ki, bu iki ülkenin beraberce diş biledikleri yegâne ülke Türkiye’dir.
Türkiye ne yapıyor?
Siyonistler, Arz-ı Mevud’un nihaî parçasının Türkiye olduğunu artık gizleme gereği duymuyorlar. Ama Türkiye yutulması zor bir lokma olduğu için, yetmiş yıldır onun kılcal damarlarına sızılarak, FETÖ gibi İsrail aparatı ve PKK gibi Siyonist emellerin kuklası yapılar ile Türkiye’yi içten zayıflatmaya çalıştılar. Buna rağmen hedef devletler arasında Siyonizm’in oyunlarını bozan tek devlet Türkiye oldu.
2015 yılında PKK’yı hendeklere gömen Türk Devleti, 2016 yılı Temmuz’unda da FETÖ’nün hain darbe girişimini engelleyerek Siyonizm’in plânlarını en az yarım asır geriye attı. Bu zaman zarfında da millî silah sistemlerini hızla devreye sokarak güçlü ve bağımsız bir ordu oluşturdu. An itibarı ile Türk Ordusunu cephede yenecek hiçbir ordu yoktur. Bunu çok iyi bilen İsrail, Lübnan ve Suriye hamlesinden sonra Türkiye ile karşı karşıya kalacağını çok iyi bilmektedir. Böyle bir durumda Türk Ordusu karşısında güneş görmüş kar gibi eriyeceği açıktır. İsrail işte bu nedenle Türkiye ile doğrudan karşılaşmak yerine, kendisi ile Türkiye arasına “Size devlet kuracağım” vaadi ile kendi güdümündeki vekil ve maşa örgütü PKK unsurlarını, başka bir kuklası olan Amerikan üslerinin kanadı altına yerleştirmiştir. Amaç, İsrail ordusu yerine bu piyon örgüt unsurlarının Türkiye’ye karşı kullanılmasıdır.
Bu unsurlar İsrail, ABD ve Avrupa’dan silah ve para desteği alarak Türkiye’ye karşı saldırtılacakları gün için bekletilmektedirler. Türkiye’nin bunları ezmesi durumunda Kıbrıs Rumları devreye sokulacaktır. Ardından da Güneydoğu Anadolu’da PKK’nın siyâsî kolu tarafından iç isyan çağrısı yapılacak ve plân başarılı olursa Türkiye’nin Fırat ve Dicle arasındaki toprakları PKK eli ile İsrail Arz-ı Mevud’una katılacaktır.
Ancak kadim Türk Devleti’nin aklı bu olayların nereye gideceğini çok iyi görmekte ve atılan her adıma karşı tedbirlerini almaktadır. Bu amaçla İHA ve SİHA’larda dünya birincisi olan Türkiye, yakın zamanda dünyanın en iyi uçak ve tanklarını yapacak bu sistemleri de uzun menzilli füzelerle donatarak yenilmez bir armada olacaktır. Türkiye, bekâ hattı olarak güneydoğusunu mutlak surette Suriye’nin 30-40 kilometrelik derinliğine inerek güvence altına almalıdır. Alacaktır da. Bir devletin, bekâsı söz konusu olduğunda her şeyi göze alması esastır. Tarihinde ordu-millet olarak ortaya çıkan ve Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç kadim kıtanın kaderini değiştiren Türklerin üzerlerine gelerek tehlikeyi seyredeceklerini sananlar, çok fena yanılıyorlar.
Aziz okuyucu, İsrail’in Arz-ı Mevud’uyla Türklerin Türklükten gelen Kızılelması ve İslâmlıktan gelen İlâ-yı Kelîmetullahı er veya geç Amik ovasında karşılaşacaktır. Batılıların “Armegeddon” ve Müslümanların “Melhame-yi Kübra” adını verdikleri bu savaş, hak ile bâtılın son büyük savaşı olacaktır. Bu savaş ne kadar dehşetli olursa olsun, neticede galibiyetin hak tarafında olacağı, İki Cihan Serveri olan Peygamber Efendimizin sahih hadisleriyle sabittir. Arz-ı Mevud butlanıyla karşımızda cephe teşkil eden bâtıllar, günün sonunda başlarına gelen mevut felâket ile haritadan silineceklerdir.
Kendi kehanetlerinde kuzeyden gelen aslanın onları nasıl parçalayacağını bilmem hatırlatmaya gerek var mıdır?