Artuklu armağanı Mardin

Kürt halkı belediyeye, karayollarına ve benzeri yerlere ait tabelâlarda Kürtçe adların kullanılmasını bu kadar çok isterken, Eski ve Yeni Mardin’de Kürt şahıslara ait dükkânların ve iş yerlerinin hiçbirinde Kürtçe tabelâların kullanılmadığı konusu, tebessüm ettiren bir çelişkidir.

MARDİN, bin 83 metre rakımlı bir şehir... Merkez nüfusu (2019) 178 bin... Mardin’de meskûn olanların önemli bir kısmı Türkçe, Arapça ve Kürtçeyi konuşabiliyor. Nüfusun az bir kısmını oluşturan Süryaniler ise söz konusu üç dile ilâve olarak Süryanice de konuşabilmektedirler.

Mardin böylece, dört farklı dilin aynı anda ve aynı yerde yaşayabildiği nâdir şehirlerden birisidir.

Mardin Kalesi, bin 200 metre yükseklikteki bir tepe üzerine kurulmuş. Zaten şehir, “Eski ve Yeni Mardin” diye iki kısımdan oluşmaktadır. Eski Mardin, UNESCO tarafından koruma altına alınan üç şehirden biridir. Çoğunlukla iki, en çok üç katlı taş binalardan oluşan bir şehir...

Kalenin güney yamaçlarında kurulu ve ortasından geçen tek bir caddesi sayılmaz ise, trafiğin olmadığı dar ve uzun sokaklardan oluşan, ağaca hiç rastlanmayan bir şehir...

Eski Mardin, 13’üncü yüzyıldan günümüze taşınmış bir Artuklu şehri gibi… Mardin Kalesi’ni seyyahlar kartal yuvasına benzetmişler. Kaleye CHP’nin ilk Genel Başkanı Kemal Paşa’nın ışıklı bir fotoğrafı yerleştirilmiş. Her parti iktidar olduğunda kendi genel başkanını kalelere, duvarlara yerleştirse iyi bir sonuç olmaz. Ama CHP’liler, “Sadece bizim genel başkanımız olsun, sizinkiler olmasın” diye ısrar ediyorlar. Bir parti başkanının ışıklı fotoğrafını Mardin Kalesi’ne yerleştirmenin hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. Doğrusu hiçbir parti genel başkanı, kale ve benzeri yerlerde olmamalıdır.

Tarihte Mardin

“Mardin” adı, Roma döneminde, 4’üncü yüzyılda “Margdis” şeklinde kayda geçmiştir. Süryani dilinde ise şehrin adı “Marde” (tek kale) olarak anılır. Elbette dönemin şartlarında önemli bir yer değildir. 640’da, Hazreti Ömer zamanında Iyaz Bin Ganem tarafından fethedilmesi, Mardin’in de tarihini değiştirmiştir. Önemli miktarda Arap nüfusu getirilip Mardin çevresine iskân edilmiştir. Günümüzdeki Mardin’deki Arap nüfusu, önemli ölçüde bu dönemde iskân edilenlerin devamıdır.

İslâm kaynaklarında Mardin adı, ilk defa İmam Ebû Yusuf’un “Kitabü’l Haraç” adlı kitabında “Maraden” diye yer almıştır.

Çeşitli İslâm kaynaklarında Mardin, daha çok kalesinin özellikleri nedeniyle İbni Cübeyr (ö.1217), İbni Batuta (ö.1377) ve Evliya Çelebi (ö.1682) gibi gezginlerin seyahatnâmelerinde yer almıştır.

“Mardin” denilince akla gelen diğer bir nüfus kesimi olan Süryanilerin Mardin’deki mevcudiyeti, Araplardan çok önceki zamana tekabül etmektedir.

Emevî ve Abbasî dönemlerinde Mardin, Cezire valiliğine (Kuzey Irak) bağlı sayılmıştır. Abbasî idaresinin zayıflaması ile ortaya çıkan yerel beyliklerden (Tevaifü’l Mülük) olan Kürt Mervani ve Arap Ukeyliler arasında mücadele alanı olmuştur. 1085’te Mardin, Selçuklu Devleti yönetimine girmiştir.

Mardin’de 1103’te başlayan Artuklu Beyliği idaresi, üç yüzyıl sürmüştür. Oğuzların Döger kolundan olan Artuk Bey, Malazgirt Savaşı’na (1071) katılan komutanlardan biridir.

Eyyubîler Mardin’e saldırmış ve yağmalamış iseler de şehri ele geçirememişlerdir. Alaeddin Keykubat döneminde (1220-1237) Mardin, Türkiye Selçuklularına bağlanmıştır. Sonra Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safavi ve ardından 1517’de Osmanlı idaresine katılmıştır.

Mardin, Moğolların, Karakoyunluların ve Timurluların da saldırısına uğramıştır.

Günümüz Mardin idaresi sekiz ilçeden/belediyeden oluşmaktadır. Merkezi olan Eski ve Yeni Mardin, “Artuklu” ilçesi olarak düzenlenmiştir. Mardin, yönetiminde kaldığı idarelerin hemen hepsinden tarihî eserlere sahiptir. Ancak bunların içinde günümüze en çok ulaşan eserler, Artuklulara aittir.

Mardin kırsalı terör olayları ile haber olsa da merkezi ise daha çok huzur ve güvenin hâkim olduğu bir yerdir. Eski Mardin yeni mahallelerin oluşmasına müsait olmadığı için, zaman içinde Yeni Mardin oluşmuştur.

Diyarbakır yolu üzerinde 2007’de kurulan Mardin Artuklu Üniversitesi ise 12 bin 460 öğrencisi ile şehrin varlığına ve gelişmesine her bakımdan katkı sağlamıştır.  

Mardin, Midyat-Ömerli yolu ile Mazıdağı-Diyarbakır yolu gelişmeye elverişli bir arazi yapısına sahiptir. Gelişim bu iki güzergâh üzerindedir. Buna karşılık Kızıltepe’ye (Koçhisar) uzanan yolun taşlık ve eğimli olması, tarıma da, yerleşime de engel durumundadır. Ova üzerine kurulmuş olan Kızıltepe, 247 bin nüfusu ile Mardin merkezini geride bırakmıştır. 1915’teki Ermeni tehcirinde Kızıltepe’de meskûn olan Ermeni nüfusu da bölgeden gönderilmiştir. Mardin Havaalanı da Kızıltepe’de bulunmaktadır.

Süryanilerin Adıyaman, Diyarbakır, İstanbul, Mardin, Urfa ve Hatay’da metropolitlerinin olmasına karşılık, her nedense Mardin adıyla daha çok hatırlanmaktadırlar. Süryaniler Türkiye, Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde meskûn olmakla birlikte, çeşitli nedenlerle önemli sayıda hemen her Avrupa ülkesine göç etmişlerdir. Bugün Avrupa ülkelerindeki Süryanilerin sayısı, adı geçen ülkelerden çok daha fazladır.

Süryani toplumu yok oluyor!

Süryaniler, binlerce yılın mağduru bir topluluktur. Sami asıllıdırlar. “Suriye” adı, “Süryani” adından ortaya çıkmış, “Süryanilerin yeri, toprağı” anlamındadır. Hıristiyanlığa inanan ilk topluluktur. Roma İmparatorluğu’ndan gördükleri zulüm nedeniyle doğuya, Irak’a ve Türkiye’nin güneydoğusuna, Mardin çevresine göç etmişlerdir.

Kendilerine ait özel alfabeleri ve dilleri vardır. Abbasî Halîfesinin Bağdat’ta kurduğu Beytülhikme’deki tercüme işlerini Süryaniler yapmışlardı.

Tarihte “İslâm Rönesansı” diye adlandırılmış olan gelişmelere Süryanilerin tercüme faaliyetlerinin de önemli bir katkısı olmuştur.

Komşularına göre daha medenî özelliklere sahiptiler. Yerleşik, meslek sahibi, kuyumculuk ve taş ustalığı gibi belli başlı meslek dallarında mâhir idiler. Midyat yakınlarında bulunan Mor Gabriel Manastırı rehberleri Favlus ve Şabu’ya göre, binlerce yıldır meskûn oldukları topraklarda önce Arapların, sonra Kürtlerin zulümlerine uğradılar. Türkiye içinde çeşitli illere ve Avrupa’ya göç ettiler.

Avrupa ülkelerinde 1 milyon kadar Süryani yaşarken, bir o kadarı da asimile olmuştur. Süryanilerin dinî merkezi, Mardin Midyat’taki Mor Gabrial Manastırı idi. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, Süryanilerin Lozan Anlaşması’nda azınlık sayılmadıkları bahanesiyle dinî eğitim yapmalarını yasakladı.

Zor durumda kalan Süryani Patriği, 1932’de Türkiye’den ayrılıp Şam’a gitti. Böylece Süryanilerin dinî merkezi Türkiye’den Suriye’ye taşınmış oldu. Tek parti idaresinin olduğu bu dönemde, SSCB tipi lâikliğin uygulanmasından Müslüman çoğunluğun yanı sıra Süryaniler de önemli bir mağduriyet yaşamışlardır.

Mardin ve çevresinde etkili olan terör hareketleri, Süryanilerin mağduriyetini arttırmıştır. Bir kısmı bu nedenle Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmıştır.

Günümüzde, Midyat ve çevresinde 2 bin 500 kadar Süryaninin yaşadığı biliniyor. Türkiye’de bir topluluk yok oluyor. Hükûmet binlerce yılın mağduriyetini gideremez. Türkiye’den giden Süryani nüfusunu da tümüyle geriye getiremez. Ama istemeleri hâlinde dinî merkezlerini yeniden Mardin’e taşımalarını sağlayabilir ve Süryanilerin azınlık haklarını yasal güvenceye alabilir. 

Bu güvenceyle birlikte Süryanilerin güven içinde yaşamaları, hükûmetlerin yerli yersiz haklarını kısıtlayabileceği kaygısından uzaklaşmaları sağlanabilir.

Adı çokça bilinen Deyrü’l-Zaferan Manastırı’nın Korona salgını nedeniyle ziyaretlere kapatılmasına karşılık, 4’üncü yüzyılda kurulmuş olan Mor Gabriel Manastırı, sembolik bir giriş ücretiyle hâlen ziyarete açıktır.

Eski Mardin’de içki satan dükkânların neredeyse tümü Süryanilere aittir. Âdeta bu alanda bir çeşit tekel kurmuşlar.

Mor Gabriel Manastırı rehberlerinin anlatımına göre, Süryani nüfusunun azalması, göçlere ve asimile olmalarına bağlı. Çevredeki Müslüman ailelerin içinde pek çoğunun bir iki kuşak öncesinde babaanneleri veya anneannelerinin Süryani olması, Süryani kızlarının zorla alınıp evlendirilmeleriyle açıklamaktadırlar bu konuyu.

Tabelâlardaki dikkat çekici gerçek!

“Kürt Açılımı” veya “Çözüm Süreci” denilen dönemde (2012-2015) eski yer adlarının olduğu tabelâların Kürtçe yazılması büyük tartışmalara yol açmıştı. Eski yer adlarının ne kadarının Kürtçe olduğu ayrı bir tartışma konusudur.

Doğu illerindeki eski yer adlarının ezici çoğunluğu Kürtçe değildir. Ancak Kürtler de tıpkı Türkler gibi alışık oldukları yer isimlerini kullanmayı tercih ediyorlar. Yeni yer adları Türkçe olduğundan, “Eski yer adları olsun da, istenirse Kürtçe de olmasın, ille de Türkçe yer adı kullanılmasın” mantığı ile davrananları ayrı tutmak icap eder.

Sonuç olarak, o dönemde eski yer adları karayolları tabelâlarına, Türkçe adların yanına veya altına yazıldı. Hâlen Diyarbakır, Urfa, Mardin yollarında böylesi tabelâlar bulunmaktadır. Ancak bu tabelâlar yazıldı diye kıyamet kopmadı. Hayatımızda önemli yahut olumsuz bir değişiklik olmadı. Demek ki böylesi işlere olan tepkilerimizin çoğu bir abartıdan başka bir şey değilmiş!

Eski yer adlarının ve hattâ kamu hizmetlerinin sunumunda Türkçenin yanında Kürtçenin de kullanılması ısrarı hâlen devam etmektedir. Bu ısrarın da Kürt halkının bir isteği olarak takdim edildiği bilinmektedir. Bunun sonucu olarak karayolları tabelâları dışında belediye birimlerine ait tabelâlarda da bazı belediyelerin tantanalı, şamatalı bir şekilde Kürtçe tabelâ astıkları bilinmektedir.

Lâkin Eski ve Yeni Mardin’de vatandaşa ait dükkânların bütün tabelâlar hâlen Kürtçe değil, Türkçedir!

Kürt halkı belediyeye, karayollarına ve benzeri yerlere ait tabelâlarda Kürtçe adların kullanılmasını bu kadar çok isterken, Eski ve Yeni Mardin’de Kürt şahıslara ait dükkânların ve iş yerlerinin hiçbirinde Kürtçe tabelâların kullanılmadığı konusu, tebessüm ettiren bir çelişkidir.

Yine terör örgütünün isteğine bağlı olarak bazı yerel yöneticilerin Kürt vatandaşlara yönelik yaptığı Kürtçe tabelâ asılması çağrılarına Mardin’de kimse ilgi göstermemiş. Her yerde olduğu gibi İngilizce kelimelerin tabelâlara yazılması modası ise Mardin’deki etkisini sürdürmeye devam ediyor.

Mardin’de yetişen ünlüler arasında Ebu’l-Ula Mardin, Şerif Mardin, Beşir Hamitoğulları, Ali Bulaç, Musa Anter, Nurettin Yılmaz, Ahmet Türk, Orhan Miroğlu, Fehim Adak ve Altan Tan isimler, ilk akla gelenlerdir.