Artık zamandan ve eşyadan azade yola çıkabiliriz!

Anladım ki, tüm hüznüm insansızlığımdan mülhemmiş. Meğer insan insana ne çok lâzımmış! Bu yüzdenmiş ruhumun infilak edecek kadar yoğun çığlıklar biriktirişi, bu yüzdenmiş yaşlanmalarım. Dost, insanı dinç tutarmış. Gurbet içinde gurbet, insanın ruhuna zülmüş meğer. Ukbadan iltica edip dünyada mülteci iken, sevdiklerinden, dostlarından ayrı kalmak bildiklerini kıymetsiz, hüznünü anlamsız, sevinçlerini yetersiz kılıyormuş. Haydi, sızlanmayı bırakıp birlikte bir bavul hazırlayalım!

SİZLERE, çalınan kapımı açmış gibi, verilen randevuya varmış gibi “Merhaba!” diyorum. Hani göz bebeklerinden kalbini okuduğum dostlarla buluşmuş gibi, hani çay sohbetine teşne, tatlı telâşların içinde gibi soruyorum: “Nasılsınız?”

Ben selâmımın tüm “mesafe”lere rağmen tarafınızdan alındığını düşünüyorum. Hatırınızı yüz yüze sormuşum gibi, “Ah, sorma” diye hâlinizden söz edişinizi duyar gibi oluyorum. Sizler de, göremediklerimden haber almanın, bilmediklerimi öğrenmenin, yanlışımı düzeltmenin, sesimi ve sözümü bir dost kalbe eriştirmenin heyecanı ile buluşmuş kadar umutlu olduğumu varsayın… Ve haydi, duygu dünyamızı altüst eden, alışkanlıklarımızı değiştiren, görünmez bir el tarafından kontrol ediliyor hissi ile ruhumuzu bunaltan zamanlardan konuşalım! Eskisi gibi, hiç yitirmeyeceğimizi sandığımız ama şükretmeye fırsat bulamadığımız sahip olduğumuz o konforlu, o normal şartlar altındaki gibi hasbihâl edelim.

Meselâ ben, aldığım haberler, geliştirilen tedbirler ve kuşların fısıldadığı sırlar nispetince bu yaz mevsiminin tüm mesafelere inat, (öğrenilmiş tedbirler çerçevesinde) daha rahat geçeceğine inanıyor ve bu umuduma eski imkânlarımıza geri döneceğimizi bir duâ gibi ekliyorum. Bu duâ ile teselli bulmasam, hacimden muaf, yoğunlukta ve yorgunlukta sınır tanımayan ruhumu sığdıracak mekân bulamayacağımdan korkuyorum.

Son zamanlarda durup durup içimi dinliyorum. Münzevi bir ahvâl seziyorum kendimde. En son ne zaman kahkaha ile güldüğümü hatırlayamıyorum meselâ. Bir sahil kahvesinde ince belli bardağın kalbinde raks eden çay kaşığı sesini nicedir işitmediğimi düşünüyorum sık sık. Sevdiklerimin gözlerinden ayrı düştüm düşeli -ki az değil, uz değil, bir buçuk yıllık bir gurbet hissi bu- ağır bir perde, kesif bir koku gibi taşıyorum üzerimde yokluklarını.

2020 yılının Mart ayından bu yana tastamam beş koca mevsim geride kaldı. Beş mevsim şahitsiz tebessümlerimizi, tesellisiz kederlerimizi ağırladık dört duvar arasında. İki bahar geçti; yeşeren ağaçlara, açan çiçeklere ne az göz temas etti. Bir koca kış geçti, kaç kişi bembeyaz karın seyrinde saflaşmayı hedefledi? İki sonbahar geçti, yere düşen yaprakların ölümden söz edişini kaç kişi dinledi?

Bir yaz geçti; insanın insana sarılamadığı, mekânların şen seslerle dolup taşmadığı bir yaz… Bir ekrandan açıldık dünyaya… Yoksa o ekrandan dünya mı bize açıldı, pek ayırdına varamadık. Kendi dünyamızı karartma pahasına haber programlarının, uzmanların izini sürdük. Onun için mi ruhumu patlayacak kurulu bir bomba gibi taşıyorum epeydir? Bu yüzden mi evhamlar resmigeçit hâlinde her gün tören düzenliyor başımı yasladığım her yerde?

Ne akla hizmetle aynaların karşısında bir hüzün miktarı duraklayıp kendimle yeniden tanışıyormuşçasına yüzüme bakıyorum? Bu kadar mı yaban, yabancı, ırak ve küskünüm olup bitene? Bu yüzden mi bu kadar hüzün çöreklendi gözlerime? Neden içimde hep aynı şiirin birkaç mısraı akıp geçiyor? Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?/ Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?/ Ya gözler, altındaki mor halkalar?/ Neden böyle düşman görünürsünüz/ Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”

Siz de zamanın çoğaldığını zannediyor musunuz? İki kere yaşamış gibi geliyor mu aynı ânı? Evinizin dar geldiği oldu mu? Salonun en büyük duvarında televizyon değil de koca bir pencere olsaydı diye düşündünüz mü hiç? Balkonlardan sarkan çiçeklerin kuruyuşuna benzettiniz mi ruhunuzu? “Alıp başımı gitsem, geniş bir ovada gökyüzüne şarkılar söylesem de sesimi duysam” dediğiniz oldu mu? Benim oldu. Hâlbuki ben hiç şarkı söylemem. Hiç koşmam, hiç kahkaha ile gülmem. Hiç gitmelere teşne olmam. Bilirim, “her zaman kaybeden gider”! Neden öyleyse bu hazin melâl yanımda yöremde dolaşıyor?

***

İşte yaz mevsiminin en güzel ayı Temmuz’dayız! Normalleşmenin en umutlu hâli ile caddelere çıkabilir, sahillere inebilir, mekânlarda dost sohbetlerine katılabiliriz. Hatta bir bavul hazırlayıp gitmek istediğimiz neresiyse oraya doğru yola çıkabiliriz. Tıpkı eskisi gibi…

Ben öyle yapacağım. Epeydir içimde ağırladığım şiirden birkaç mısraı uğurlayacağım. “Hayata beraber başladığımız/ Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;/ Gittikçe artıyor yalnızlığımız...” Ve dostlarımla hemhâl olacağım.

Anladım ki, tüm hüznüm insansızlığımdan mülhemmiş. Meğer insan insana ne çok lâzımmış! Bu yüzdenmiş ruhumun infilak edecek kadar yoğun çığlıklar biriktirişi, bu yüzdenmiş yaşlanmalarım. Dost, insanı dinç tutarmış. Gurbet içinde gurbet, insanın ruhuna zülmüş meğer. Ukbadan iltica edip dünyada mülteci iken, sevdiklerinden, dostlarından ayrı kalmak bildiklerini kıymetsiz, hüznünü anlamsız, sevinçlerini yetersiz kılıyormuş.

Haydi, sızlanmayı bırakıp birlikte bir bavul hazırlayalım! Önümüzde koca bir yaz mevsimi, bizi bekleyen bir bayram var. Telâşla, heyecanla yaşayan dostların kalbine, göç eden sevdiklerimizin kabrine dokunalım. Bavulumuza ilkin duâlardan oluşan armağanlarımızı koyalım. Sonra sığdırabildiğimiz kadar şükür, olabildiğince sabır yerleştirelim. Yanımıza kişisel bakımımız için biraz zikir, dolu dolu tövbe de almak lâzım tabiî… Artık eşyadan ve mekândan azade yola çıkabiliriz. Adına da “tatil” diyebiliriz! Dilediğimiz yere gidebiliriz. Belki hayattan daha fazla teselli devşiririz.

Bundan fazlasını Kültür Ajanda’mızın “tatil” tahayyülü ile hazırladığımız sayfalarında bulacağınıza inanıyorum. Mübarek Kurban Bayramı’nızı kutluyor, huzurlu okumalar diliyorum.

Hoşnut kalınız efendim…