SİZLERE,
çalınan kapımı açmış gibi, verilen randevuya varmış gibi “Merhaba!” diyorum.
Hani göz bebeklerinden kalbini okuduğum dostlarla buluşmuş gibi, hani çay
sohbetine teşne, tatlı telâşların içinde gibi soruyorum: “Nasılsınız?”
Ben
selâmımın tüm “mesafe”lere rağmen tarafınızdan alındığını düşünüyorum. Hatırınızı
yüz yüze sormuşum gibi, “Ah, sorma” diye hâlinizden söz edişinizi duyar gibi
oluyorum. Sizler de, göremediklerimden haber almanın, bilmediklerimi öğrenmenin,
yanlışımı düzeltmenin, sesimi ve sözümü bir dost kalbe eriştirmenin heyecanı
ile buluşmuş kadar umutlu olduğumu varsayın… Ve haydi, duygu dünyamızı altüst
eden, alışkanlıklarımızı değiştiren, görünmez bir el tarafından kontrol
ediliyor hissi ile ruhumuzu bunaltan zamanlardan konuşalım! Eskisi gibi, hiç
yitirmeyeceğimizi sandığımız ama şükretmeye fırsat bulamadığımız sahip
olduğumuz o konforlu, o normal şartlar altındaki gibi hasbihâl edelim.
Meselâ
ben, aldığım haberler, geliştirilen tedbirler ve kuşların fısıldadığı sırlar
nispetince bu yaz mevsiminin tüm mesafelere inat, (öğrenilmiş tedbirler
çerçevesinde) daha rahat geçeceğine inanıyor ve bu umuduma eski imkânlarımıza
geri döneceğimizi bir duâ gibi ekliyorum. Bu duâ ile teselli bulmasam, hacimden
muaf, yoğunlukta ve yorgunlukta sınır tanımayan ruhumu sığdıracak mekân
bulamayacağımdan korkuyorum.
Son
zamanlarda durup durup içimi dinliyorum. Münzevi bir ahvâl seziyorum kendimde.
En son ne zaman kahkaha ile güldüğümü hatırlayamıyorum meselâ. Bir sahil
kahvesinde ince belli bardağın kalbinde raks eden çay kaşığı sesini nicedir işitmediğimi
düşünüyorum sık sık. Sevdiklerimin gözlerinden ayrı düştüm düşeli -ki az değil,
uz değil, bir buçuk yıllık bir gurbet hissi bu- ağır bir perde, kesif bir koku
gibi taşıyorum üzerimde yokluklarını.
2020
yılının Mart ayından bu yana tastamam beş koca mevsim geride kaldı. Beş mevsim
şahitsiz tebessümlerimizi, tesellisiz kederlerimizi ağırladık dört duvar
arasında. İki bahar geçti; yeşeren ağaçlara, açan çiçeklere ne az göz temas
etti. Bir koca kış geçti, kaç kişi bembeyaz karın seyrinde saflaşmayı
hedefledi? İki sonbahar geçti, yere düşen yaprakların ölümden söz edişini kaç
kişi dinledi?
Bir
yaz geçti; insanın insana sarılamadığı, mekânların şen seslerle dolup taşmadığı
bir yaz… Bir ekrandan açıldık dünyaya… Yoksa o ekrandan dünya mı bize açıldı,
pek ayırdına varamadık. Kendi dünyamızı karartma pahasına haber programlarının,
uzmanların izini sürdük. Onun için mi ruhumu patlayacak kurulu bir bomba gibi
taşıyorum epeydir? Bu yüzden mi evhamlar resmigeçit hâlinde her gün tören
düzenliyor başımı yasladığım her yerde?
Ne
akla hizmetle aynaların karşısında bir hüzün miktarı duraklayıp kendimle
yeniden tanışıyormuşçasına yüzüme bakıyorum? Bu kadar mı yaban, yabancı, ırak
ve küskünüm olup bitene? Bu yüzden mi bu kadar hüzün çöreklendi gözlerime? Neden
içimde hep aynı şiirin birkaç mısraı akıp geçiyor? “Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var?/ Benim
mi Allah’ım bu çizgili yüz?/ Ya gözler, altındaki mor halkalar?/ Neden böyle
düşman görünürsünüz/ Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?”
Siz
de zamanın çoğaldığını zannediyor musunuz? İki kere yaşamış gibi geliyor mu
aynı ânı? Evinizin dar geldiği oldu mu? Salonun en büyük duvarında televizyon
değil de koca bir pencere olsaydı diye düşündünüz mü hiç? Balkonlardan sarkan
çiçeklerin kuruyuşuna benzettiniz mi ruhunuzu? “Alıp başımı gitsem, geniş bir
ovada gökyüzüne şarkılar söylesem de sesimi duysam” dediğiniz oldu mu? Benim
oldu. Hâlbuki ben hiç şarkı söylemem. Hiç koşmam, hiç kahkaha ile gülmem. Hiç
gitmelere teşne olmam. Bilirim, “her zaman kaybeden gider”! Neden öyleyse bu
hazin melâl yanımda yöremde dolaşıyor?
***
İşte
yaz mevsiminin en güzel ayı Temmuz’dayız! Normalleşmenin en umutlu hâli ile
caddelere çıkabilir, sahillere inebilir, mekânlarda dost sohbetlerine
katılabiliriz. Hatta bir bavul hazırlayıp gitmek istediğimiz neresiyse oraya
doğru yola çıkabiliriz. Tıpkı eskisi gibi…
Ben öyle yapacağım. Epeydir içimde ağırladığım şiirden birkaç mısraı
uğurlayacağım. “Hayata beraber başladığımız/ Dostlarla da yollar ayrıldı bir
bir;/ Gittikçe artıyor yalnızlığımız...” Ve dostlarımla hemhâl olacağım.
Anladım ki, tüm hüznüm insansızlığımdan mülhemmiş. Meğer insan insana ne
çok lâzımmış! Bu yüzdenmiş ruhumun infilak edecek kadar yoğun çığlıklar
biriktirişi, bu yüzdenmiş yaşlanmalarım. Dost, insanı dinç tutarmış. Gurbet
içinde gurbet, insanın ruhuna zülmüş meğer. Ukbadan iltica edip dünyada mülteci
iken, sevdiklerinden, dostlarından ayrı kalmak bildiklerini kıymetsiz, hüznünü
anlamsız, sevinçlerini yetersiz kılıyormuş.
Haydi, sızlanmayı bırakıp birlikte bir bavul hazırlayalım! Önümüzde koca
bir yaz mevsimi, bizi bekleyen bir bayram var. Telâşla, heyecanla yaşayan
dostların kalbine, göç eden sevdiklerimizin kabrine dokunalım. Bavulumuza ilkin
duâlardan oluşan armağanlarımızı koyalım. Sonra sığdırabildiğimiz kadar şükür,
olabildiğince sabır yerleştirelim. Yanımıza kişisel bakımımız için biraz zikir,
dolu dolu tövbe de almak lâzım tabiî… Artık eşyadan ve mekândan azade yola
çıkabiliriz. Adına da “tatil” diyebiliriz! Dilediğimiz yere gidebiliriz. Belki
hayattan daha fazla teselli devşiririz.
Bundan fazlasını Kültür Ajanda’mızın “tatil” tahayyülü ile hazırladığımız sayfalarında bulacağınıza inanıyorum. Mübarek Kurban Bayramı’nızı kutluyor, huzurlu okumalar diliyorum.
Hoşnut kalınız efendim…