Arşi’l-Azîm

Kundaktaki çocuğunu öperek uzay yolculuğuna çıkan bir baba, döndüğünde evlâdını kendisinden daha yaşlı ve ihtiyarlamış bulur. Her ne kadar günümüzde böyle süratli uzay araçları bulunmuyorsa bile, istikbâlde gerçekleşmeyeceğini kimse söyleyemez. Çok değil, iki asır evvel yaşayanlara gördüklerinizi anlatsaydınız, size iyi gözle bakmazlardı.

“De ki, ‘Kim o yedi göğün Rabbi ve azîm arşın Rabbi?’.” (Mü’minun, 86)

***

ŞİMDİ sayfayı açtınız ve okumaya başladınız. Lütfen bir an durun! Dün, bu saatte neredeydiniz? Evde, işte, belki de yurdun bir köşesine doğru yolculuktaydınız… Kaç kilometre yol kat ettiniz? Beş, on veya birkaç yüz kilometre? Bu hareketiniz size ait “şahsî” bir yer değiştirmeydi…

Düşününüz ki, siz yer gezegeninde bulunuyorsunuz. Yer küremiz bir dönüş periyodunu 24 saatte tamamlıyor. Orta enlemde bulunduğumuzu kabul edersek, yerimizden kıpırdamasak bile bir günde yaklaşık 20 bin kilometre hareket etmiş oluyoruz. Yer, eksen dönüşüyle birlikte yörüngesel hareket de yapıyor. Saatte 108 bin kilometre… Öyleyse bir günde 2 milyon 592 bin kilometre yer değiştirdiniz.

Yer, Güneş etrafında yörünge hareketi yaparken, Güneş de saatte 780 bin kilometre hızla uzayda gezegenleriyle beraber yol alıyor. Demek ki, aynı zamanda 18 milyon 720 bin kilometre yol aldınız.

Görüyorsunuz ya, yerinizden ayrılmamışsanız bile… (1) 20 bin kilometre; (2) 2 milyon 592 bin kilometre; (3)18 milyon 720 bin kilometre aynı sürede (bir günde) üç farklı hareketiniz oldu. Ne tuhaf, değil mi? Aynı anda üç ayrı hareketin içindeyiz. Farkında olmasak da cümbür cemaat bir istikamete yol alıyoruz. Daha, Güneş’imizin içinde bulunduğu Samanyolu’muzun devir hareketini ve yörünge hareketini, Samanyolu’muzun içinde bulunduğu galaktik sistemin devir hareketini ve yörünge hareketini, galaktik sistemin içinde bulunduğu kümenin devir hareketini ve yörünge hareketini, bütün bunların oluşturduğu uzayın (birinci kat göğün) devir hareketini ve yörünge hareketini ele almadık. En iyisi, almayalım! Zira şuur melekenizin, beyninizin içindeki hareketiyle istenmeyen netîcelere sebep olunacağına dair endişelerimiz var.

Rabbimiz, arşı “azîm” sıfatıyla bildiriyor. Meallerinde azîm, “büyük” olarak tercüme edilmiş. “Büyük” demekse arş için küçük kalır. Azîm, “azâmetli, tasavvur edilemez derecede çok çok büyük, önemli, derecesi çok yüksek” demektir. Bu sayımızda arşın büyüklüğüne işaret edebilmek için, ona varmadan önceki âlemleri tetkik edeceğiz. Bakalım, bize hak verecek misiniz?

Bu yazımız, A ve B olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. A kısmı, fizik ve astrofizik ilimlerle, B kısmındaki bilgilere açıklama getirmek için tertip edilmiştir. Açıklaması zor, kafa zorlayıcı hususlar ihtiva eder. Eğer fen ilmine âşinâ değilseniz ve hayâl âleminizin sükûnetini bozmak istemiyorsanız, A’yı okumadan atlayarak B’ye geçmenizi tavsiye ederiz.

A-Hız karşısında: Zaman ve mekân

Klâsik fizikte, hız ve zaman arasındaki bağıntı basitti. Belli bir noktadan belli bir hızla hareket eden cismin t saniyede alacağı yol, (X= v x t) denklemine göre hemen bulunabilir. Hareket eden bu cismin kütlesinde bir değişiklik olacağını düşünmek söz konusu olamazdı. Fakat 20’nci yüzyıl başlarında bazı sâbitelerin değişebileceği tartışılmaya başlandı.

1911 yılında Ernerst Rutherford’un (1871-1937) atom modelinin modern fiziğe kapı araladığını söyleyebiliriz. Bu modelde elektronlar merkezdeki çekirdek etrafında korkunç hızlarla dönüyordu. Zamanla yüksek hızın, mekân ve zaman mefhumlarını müşahidin (gözlemcinin) idrakine (algısına) göre değiştirebileceği anlaşıldı. İlk defa mekân ve zamanın hıza bağımlı olarak değişebileceğini formüllerle izah eden, Hollandalı dâhi fizikçi Hendrik Anton Lorentz’dir (1853-1928).  “Lorentz Dönüşümleri” adı verilen denklemlere göre, üç boyutlu (x, y, z) uzayda x doğrultusunda v hızıyla hareket eden cismin dönüşüm formülleri:

 

Burada c, ışık hızıdır (saniyede yaklaşık 300 bin kilometre) ve denkleme göre cismin hızı arttıkça, (müşahide) göre x doğrultusunda boyu kısalmaktadır. Bu durumda zaman:

 

Zaman da hıza bağlı olarak yavaşlayacaktır. Hızı gittikçe arttıralım. V=C olduğunda  olmakta yani zaman durmaktadır. Peki, ama böyle bir hızda cismin boyutları ne olur? Lorentz dönüşümlerine göre hız kütle bağıntısı:

                                                

Yüksek hızlarda kütle, (durana göre) artmaktadır. Hız ışık hızına erişince kütle sonsuzu göstermektedir ki bu, muhaldir (imkânsızdır). Yani madde için en son hız, (eşit olmamak kaydıyla) ışık hızına yakın hızdır.

Bu bilgilerin ışığında değişik senaryolar (filmler) üretilmiştir. Kundaktaki çocuğunu öperek uzay yolculuğuna çıkan bir baba, döndüğünde evlâdını kendisinden daha yaşlı ve ihtiyarlamış bulur. Her ne kadar günümüzde böyle süratli uzay araçları bulunmuyorsa bile, istikbâlde gerçekleşmeyeceğini kimse söyleyemez. Çok değil, iki asır evvel yaşayanlara gördüklerinizi anlatsaydınız, size iyi gözle bakmazlardı.

Şimdi muhayyilemizi (hayâl gücümüzü) biraz daha ilerletelim…

Yaşadığımız mekân üç boyutludur. Tek yönde değil de üç yönde hareketlendiğinde durum ne olur? Lorentz denklemlerine göre, tek yönde çıkan netîceler üç yön içinde cari (geçerli) olur. Cisim, hıza bağlı olarak küçülecektir.

Hız ışık hızına çok yaklaştığında nokta hâline gelecek, daha da ileri safhada uzayı delerek başka bir koordinat sistemine dâhil olacaktır. Mevcut zaman ve mekândan çıkmış, başka bir zaman ve mekâna geçmiştir. “Üç yönlü hareket nasıl olur?” denilebilir. Küresel hareketle…


Basit olarak şöyle bir misâl verebiliriz: Aynı eksen üzerinde iki küre ele alalım (Şekil 1-a). 

Alttaki küre, ekseninde yavaş dönmektedir. Üstteki ise ekseninde hızlanarak dönmeye başlar (Şekil 1-b). 

Üst kürenin hızı ışık hızına doğru ilerlediğinde, alttaki küre üzerinde bulunan kişi, kürenin küçülmekte olduğuna şâhit olacaktır. Hız ışık hızına erişmekte olduğunda ise gözden kaybolmuştur. Üstteki küre yok olmamıştır. Mevcût koordinat sisteminde çıkmış, yeni bir koordinat sistemine tâbi olmuştur. Kütlesi yine vardır fakat birinci sisteme göre imajinerdir. (Batılılar, “takyon” adını verdikleri ışık hızından süratli parçacıkların oluşturduğu mekândan bahsetmekte ve buna “Hilbert Uzayı” adını vermektedirler. Bizim bilgilerimize ulaşmış değildirler.)

Şimdi üstteki küreyi aşağıya doğru indirelim. Aynı merkeze geldiğinde iki küre iç içe dönmek durumundadır (Şekil 1-c). 

***

Birbirinden bağımsız iki ayrı zaman ve mekân boyutu oluşmuş oluyor. Birinci mekândan ikincisine geçiş, hep aynı noktadan olmaktadır. Mekânın neresinde olursanız olun, tek geçiş kapısı vardır. İlk sistemde hızı ışık hız sınırına yaklaşan cismin ebatları küçülmeye başlar, ortak noktadan geçtikten sonra ikinci sistemde kendi ebatlarına döner (Şekil-2).

 

İki mekân (âlem) arasındaki bağlantıyı anafor tüneline benzetebiliriz (Şekil-3).

 

Yeni sistemdeki zaman, ilkine göre farklı işlemektedir. Farz ediniz ki, birinci sistemden ikinci sisteme geçtiniz ve orada yüz sene kaldınız. Tekrar birinci sisteme dönüş imkânı bulup çıktığınızda, girdiğiniz zamanda olduğunuzu göreceksiniz. Zaman orada durmuş gibidir. İzahı ve idraki zor bir tuhaf durum! Biz zaten hakikatlerin ne kadarını bilebiliyoruz ki?

İç içe geçmiş küre sisteminde, ikinci küredeki yüzeysel hareketler, ışık hızının altında olacaktır. İkinci sistemde insanların yaşadığını varsayalım. İkinci sistem her ne kadar ışık hızının üstündeyse de insanların hareket hızları çok düşük olur. Bu, şuna benziyor: Uçak içinde yürüyen hostesin hızı, bildiğimiz normal yürüyüştür. Ama uçağın hızı bununla mukayese kabul etmez tarzda yüksektir. Uçağın hızı, hostesin hareket hızını etkilemez.

Peki, ikinci sistemdeki insanlar uzay araçlarıyla süratli hareket etseler, meselâ ışık hızına yaklaşsalar, ne olur? O noktada kendi uzaylarını delip üçüncü bir sisteme geçeceklerdir. Zaman ve mekân koordinatları farklı bir sisteme…

Şimdi küreler şekline geri dönelim…

Aynı eksen üzerinde iki küre değil de yedi küre olsun. Dönen kürelerin her birinin hızı birbirine göre c kadar farklı olsun. İlk küre yüzeyindeki biri, hiçbir küreyi görmeyecektir. Diğer küredekiler de kendi dışındakilerini fark etmeyeceklerdir. Altı küreyi ilk kürenin merkezine indirelim. Yedili sistem oluştu. Yedi ayrı mekân ve zamana sahip bir oluşum (Şekil 4)… Yedi ayrı mekânlı ve zamanlı bir birlik…

 

Bu sizlere bir şeyler hatırlatıyor (çağrıştırıyor), değil mi? (Yedi kat gökleri ve Miraç Hâdisesini…)

***

 O (Allah) birbirleriyle ahenkdar yedi gök yaratmış olandır. O çok esirgeyicinin (Allah’ın) yaratışında hiçbir nizamsızlık göremezsin. (İşte gözünü bir defa daha göğe çevir). (Bak, orada) hiçbir çatlak görecek misin?” (Mülk, 3)

B-Yedi kat gökler

Yedi kat gök hakkında eski ve yeni müellifler çok yanlış şeyler söylemişlerdir. Eskilerin astronomi ilmi az idi, fen gelişmemişti. Onlar mazur görülebilir. Fakat günümüzdekilere ne oluyor ki ipe sapa gelmez hezeyanlar üretiyorlar?

İlim tekniğin inkişaf ettiği bu dönemde, hiç mi araştırma yapmaz, kitap okumazlar? Muhakeme istidâdına ne oldu? Meal verirken “Âyet böyle bildiriyor” diyorlar. İnsafsızlar, bari “Âyetten böyle anlıyoruz” deyin ki okuyucu, “Bu yazarın görüşüdür, yanlış anlayabilir” diye düşünsün. İlme aykırı, akla ve mantığa uygun olmayan görüşler karşısında muarızlar, Kur’ân-ı Kerîm’e, İslâm dinine saldırıyorlar. İslâm’dan uzaklaştırılmış, ilimden yoksun insanlarımızın kafaları karışıyor. Bunalıma girenler, küfre düşenler olabiliyor. İslâm’ı savunduklarını sanan bu ahmaklar, “kaş yaparken göz çıkardıklarının” farkında değiller. “Akıllı düşman, cahil dosttan hayırlıdır” sözü, bunları işaret etmektedir.

 “Yedi kat gökler, yeri saran atmosfer tabakası” imiş. Bu cahiller daha yeryüzündeyken gökleri bitirdiler. Atmosfer de yedi kısımdan oluşmuyor zaten. Söylediklerine kulak vermeye değmez. Eski bir kısım müfessirler, Güneş Sistemi’ndeki gezegenleri yıldız sandıklarından, bunları gök tabakası olarak saymışlardır. Güneş’e en yakın gezegenden başlayarak yedincisinde sonlandırıyorlar. O zaman bilinen gezegen sayısı yediydi. Güneş Sistemi alanı, onlar için büyük bir hacim teşkil etmekteydi.

Cahiller hep böyledir. Yurdun uzak köşesinde, köyde ikâmet eden biri, ilk defa sahile inip denizi görmüş, köye döndüğünde şaşaalı bir şekilde anlatırken, dinleyicilerden biri, “Deniz denilen bu su birikintisi ne kadardır?” diye sormuş. Bir iki kere öksürmüş, ensesini kaşımış, sonrada bilgiç bilgiç cevap vermiş: “Bizim muhtar emminin kazanıyla kırk elli ya var, ya yok!”

Bunların Kur’ân-ı Kerîm’i iyi tetkik etmedikleri de anlaşılıyor. Zira Kitab-ı Mübin’de yıldızlardan bahsederken “necm” kelimesi, gezegenlerden bahsederken “kevkeb” kelimesi geçmektedir. “Kevkeb” ismi, Arapçada “süvari” (atlı insan) anlamına da gelmektedir. Gezegen olan gökcisimlerinden “kevkeb” olarak bahsedilmesi, üzerinde gezinilebileceğine işarettir. “Necm” yani yıldızlar ise yanan gökcisimleri olduğundan, böyle bir imkân bulunmamaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de göklerin yedi kat olduğu bildirilmektedir. Hikmetli bir husustur ki, “yedi gök” ifadesi, Kur’ân-ı Kerîm’de yedi âyette geçmektedir. Yedi ayrı bilgi verilmiştir:

1-Her şeyi hakkıyla bilen Allah-u Teâlâ, yedi adet gök yaratmıştır (Bakara, 29).

2-Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, bütün mevcudat Allah-u Teâlâ’yı hamd ile tesbih etmektedir. Demek ki yedi gök, boş olmayıp meskûn hâldedir (İsra, 44).

3- Yedi göğün ve azâmetli arşın Sahibi ve Rabbi, Allah-u Teâlâ’dır (Mü’minin, 86).

4-Yedi gök, iki periyotlu zamanda yaratılmıştır. Her göğün özellikleri ayrı ayrıdır. En yakın gök, kandillerle (yıldızlarla) süslenmiştir (Fussilet, 12). Kandil (siraç) teşbihi, ne güzel bir benzetmedir! Kandil içinde yakıt depo edilmiştir. Yakıtı tükeninceye kadar azar azar yanar. Yıldızlarda da hidrojen gazı depo edilmiş olup, yüzeysel yanarak uzaya (fezaya) ısı ve ışık verir. Bu mevzuda Kültür Ajanda dergisinin Nisan 2019 sayısında geniş malûmat vermiş bulunuyoruz.

5-Allah-u Teâlâ, göğü yedi adet yarattığı gibi yerde de onların mislini yaratmıştır. Emri durmadan inmektedir. Bu bilgileri vermesi, O’nun her şeye Kâdir olduğu (gücü yettiğini), ilminin her yeri kaplamış olduğunu bilmemiz içindir (Talâk, 12).

6-Allah Azze ve Celle, ahenkdar yedi gök yaratmıştır. Yani gökler arasında bir ahenk, bir sistem vardır. Bunlar gelişi güzel olmayıp belli bir nizam içinde var edilmiştir (Mülk, 3).

7-Yedi gök ahenkdar bir nizam içinde yaratılmış olmasına rağmen, farkında olmadan başka şeylerle oyalanırlar. Gökleri tahkike, tetkike alâka göstermezler (Nûh, 15).

Göklerin büyüklüğünü, intizamını, harikulâde hareketlerini görüp anlasalar, Allah-u Teâlâ’nın ilmini ve kudretini bir nebze idrak edebilecek ve teslim olacaklar. Bunun için mi liselerde astronomi dersi kaldırıldı?

Göklerin büyüklüğü

Günümüzde mercek çapı geliştirilmiş rasathaneler çoğalmış, hattâ “feza”ya (uzaya) uydu teleskoplar yerleştirilmiştir. Voyager 1-2 gibi araçlar yollanarak tahkikler derinleştirildi. Her ne kadar yeni yeni bilgilerle hazînemiz çoğalmaktaysa da fezanın çok az bir hacmini gözlemleyebildiğimizi itiraf etmek mecburiyetindeyiz.

Yeryüzüne en yakın yıldız, Güneş’imizdir.1 milyon 391 bin kilometre çapıyla içerisine 332 bin adet gezegenimizin sığabileceği hesaplanmıştır. Uzaklığı ortalama 149 milyon 500 bin kilometre olan Güneş’in ışıkları bize 8,3 dakikada ulaşmaktadır. (4 küçük+4 büyük+ 4 küçük gezegenlerle Güneş Sistemi Şekil 5’te şematize edilmiştir.)

 

Güneş’e en yakın yıldıza “Centauri” adı verilmiş olup, mesafesi 4,24 ışık yılıdır. Yani biz ona baktığımızda 4,24 yıl öncesindeki hâlini görüyoruz. Bugünkü hâlini bilebilmemiz için bir o kadar müddet beklememiz icap eder. Fezada (uzayda) yıldızların öbek öbek toplu hâlde bulundukları ve “galaksi” adı verildiği daha önce zikredilmişti. İçinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisi, spiral şeklinde olup, çapının 100 bin ışık yılı olduğu hesaplanmıştır (Şekil 6).

 

Güneş’in, Samanyolu’nun merkezine olan uzaklığının 26 bin ışık yılı olduğu ifade edilmektedir. Feza gittikçe genişlediğine göre, Samanyolu’nun çevre bölgelerinde Güneş’ten daha yaşlı yıldızlar ve sistemler olması icap eder. Samanyolu’na en yakın yıldız topluluğu, 2 milyon ışık yılı uzaklığındaki, “Andromeda” adı verilen galaksidir. Çapının 260 bin ışık yılı olduğu ve bünyesinde 1 trilyon yıldızın bulunduğu söylenmektedir (Şekil 7).

 

Şimdi burada durup düşünelim: 2 milyon yıl öncesi durumunu gözlemlediğimiz yıldız cemaati, acaba yerinde duruyor mu? Ne gezer! Bize göre kıyameti kopmuş, yok olup gitmiştir. Bulutsuz gecelerde gökyüzünü temâşâ ettiğimizde, mevcûdiyeti olmayan bir manzara ile karşı karşıyayız aslında. Kıyamet, bize doğru hızla yaklaşmaktadır. Temas saatini ancak Allah-u Teâlâ bilir.

Andromeda’dan öte birçok galaksi gözlemlenmektedir. Astronomlar, görülebilen en uzak galaksinin 47 milyar ışık yılı uzakta olduğunu söylemekteler. Fezanın (uzayın) genişliği ne kadar? Yine astrofizikçiler, çapının 93 milyar ışık yılı olduğu ve bu muazzam genişlikte 100 milyar galaksinin bulunduğunu ifade etmektedirler (Şekil 8). Işığın bir uçtan diğer uca 93 milyar senede ulaşabileceği bir mesafe! Tasavvuru bile imkânsız gibi… Nerede kaldı Samanyolu’muz, nerede kaldı yer?

 

Yukarıda özetle anlattıklarımız, fezaya (uzaya) yani birinci kat göğe ait bilgiler. Peki, ya ikinci kat gök? Yaratılışı, sistemi bizimkinden farklı bir âlem. Sistem hızı ışık hızının üzerinde olan bir âlemin boyutlarından söz edebilmek oldukça zor. Basit bir yaklaşımda ebatlarının, bizimkinden çok çok fazla olduğunu söyleyebiliriz. Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâlî (1058-1111), birinci göğün ikinci kat gök yanında, deniz yanında damla gibi kaldığını söylemektedir. Önce anlattıklarımızın bir damla su içinde olduğunu tasavvur edin ve denizle karşılaştırın. Nerede kaldı Samanyolu’muz, nerede kaldı yer?

Ya üçüncü kat gök? Birinci ve ikinci göğü toplayın, üçüncü kat göğe kıyasla deniz yanında damla gibi kalmaktadır. Nerede kaldı Samanyolu’muz, nerede kaldı yer?

Bu toplamlı kıyaslama, yedinci kat göğe kadar devam eder. Son olarak bir, iki, üç, dört, beş ve altıncı kat göklerin toplamı, yedincinin yanında, denizin yanında damla gibi durmaktadır. İşte böyle muhteşem bir eser! Nerede kaldı Samanyolu, nerede kaldı yer?

Yedi kat göğü “Arş” ile kıyaslarsak, deniz yanında damla bile olamaz! Damla bile çok olur. Arş, böyle azîm bir büyüklüğe sahip ki kıyasa hiç bir ebat kabul etmez! Hepsi, yanında nokta kalır. Böyle bildik bilmedik nice âlemler yaratan Rabbimiz, sonsuz kudret sahibi, Şânı essiz olandır. Cahiller ve gafiller O’na inanmazlar veya ortak koşarlar.

“Hem göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbi, onların vasfedegeldiklerinden münezzehtir.” (Zuhruf, 82)

“(Kayıtsız şartsız) mülk (ve tasarruf) ancak kendi hakkı olan Allah (Sınırsız) Yücedir. O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Arş-ı kerîmin Rabbidir.” (Mü’minun, 116)

Ey Rabbim, bağışla, merhamet et! Sen merhametlilerin en hayırlısısın. (Sonsuz merhamet sahibisin.)