Arkaik hâfızanın oluşturduğu bilinç: “Nefes alamıyorum”

Minneapolis’teki eylemler, her ne kadar insanî ve vicdanî bir istekle başlamış olsa da çok geçmeden kundakçılığa, yağmaya ve şiddete evirildi. Bu nedenden dolayı eylemlerden istenen sonuç elde edilemeyecektir. Manzara bize, Siyahi Amerikalıların Martin Luther King ve Rosa Parks’tan hiç de ders almadıklarını gösteriyor.

AMERİKALI Siyahî bir vatandaş olan George Floyd’un bir polis memuru tarafından öldürülmesi sonucunda ABD, birkaç gündür çalkalanıyor.

Minneapolis’te meydana gelen olayda polis memuru, gözaltına almak istediği Floyd’u yere yatırıp 8 dakika boyunca diziyle boynuna bastırıyor. Bu arada Floyd defalarca “Nefes alamıyorum” diye çığlık atsa da polis memuru, Floyd’un boynuna diziyle basmaya devam ediyor. Sonuçta Floyd hayatını kaybediyor.  

Olay ırkçı bir davranış olarak algılanıyor. Çok geçmeden de sokaklar protesto gösterilerine sahne oluyor. Olayın gerçekleştiği Minneapolis’te başlayan olaylar birkaç gün içinde diğer şehirlere yayılıyor.

Olayı değerlendirmeden önce kamuoyunda olayların oturtulduğu bağlam olan polis ve Beyaz adam şiddeti üzerinde durmakta fayda var.

Aslında bu olay Siyahilere yönelik şiddetin ilk örneği değil. Son yıllarda kamuoyuna yansıyan benzer nitelikte onlarca olay var. New York’ta 2014 Temmuz ayında meydana gelen Eric Garner cinayeti, 2014 Ağustos ayında Ferguson’da meydana gelen Mike Brown cinayeti, 2015 Nisan’ında meydana gelen Walter Scott Lamar olayı, 2016’da Baltimore’de meydana gelen Freddie Gri olayı, Temmuz 2016’da Minesota’da meydana gelen Philando Castille olayı, Siyahilere yönelik şiddet olayları olarak kayıtlara geçti. Bu olayların en çok ses getirenlerinden biri, 2014’te New York’ta meydana gelen Eric Garner cinayetidir.

Polis, 43 yaşındaki silahsız Erik Garner’i kaçak sigara sattığı şüphesiyle gözaltına almak istemiş ama Garner hayatını kaybetmişti. Polislerin üzerine çullandığı ve boğazını sıktığı Garner’in son sözleri de “Nefes alamıyorum” olmuştu. Yani Garner de Floyd gibi benzer bir olay sonucu hayatını kaybetmişti. Üstelik Garner de Floyd gibi “Nefes alamıyorum” diye çığlık atmıştı.

Garner olayından sonra polisler uzun bir süre suçlu olarak görülmedi. Ama kamuoyu baskısı devam edince 2019’da sadece polislerden biri görevden alındı. Bu da Siyahiler arasında adaletsizlik duygusunun derinleşmesine sebebiyet verdi.

“Nefes alamıyorum”, geçmişi de içine alan bir bilincin sloganı

Floyd olayından sonra alevlenen gösterilerin simgesi olan “Nefes alamıyorum” sloganı, hem Floyd’un hayata tutunma çabasını anlatıyor, hem geçmişteki polis şiddetine atıfta bulunuyor, hem de Siyahilerin hayatlarını idame ettirebilmek için yaşadıkları zorluklara bir gönderme içeriyor.

Yani protestoların simgesi hâline gelen “Nefes alamıyorum” sloganı sadece Floyd’un son sözleri anlamına gelmiyor. Bu sloganın altında geçmişi de içine alan ciddî bir bilinç var. Bu bilinç geçmişte yaşanan ırkçı muamelelerin hâfızalarda sürekli tâze kalmasını sağlıyor. Böyle bir tâze hâfıza ise her olayda gerilimin yaşanmasına sebebiyet veriyor.

Garner olayında öldürülen Garner, kaçak sigara sattığı için gözaltına alınmıştı. Yani yasa dışı bir iş yapıyordu. Floyd da sahte fatura olayından gözaltına alınmak istenmişti. Bu iki olayda polis şiddetine maruz kalan kişilerin yasadışı işlere bulaşmış olmaları ve sabıka kayıtlarının bulunması, bazılarınca maktullerin maruz kaldıkları şiddetin meşruiyeti için yeterli olarak görülüyor.

Ama bu durum Siyahilerde geçmişten gelen adaletsizlik duygusundaki yırtılmanın derinleşmesinden başka bir işe yaramıyor. Kaldı ki, böyle bir yaklaşım ırkçılığın rasyonalize edilmesinden başka bir anlam ifade etmiyor.

Hangi eylem meşru, hangisi değil?

Floyd olayından sonra başlayan ve çok geçmeden yağma, kundaklama ve şiddete dönüşen olayların evrildiği nitelik nedeniyle bazıları Siyahilere yönelik takınılan tavrı haklı, hattâ meşru gösterme gayretindeler. Şiddetin ve yağmanın bir hak arama yöntemi olamayacağı tezinden yola çıkarak yapılan bu yorumun ilk kısmı yani şiddetin ve yağmanın hak arama yöntemi olamayacağı kısmı doğru bir yorum olsa da, bu yorumdan hareketle Siyahilere yapılan muamelenin haklı, hattâ meşru olduğu çıkarımı son derece yanlıştır. Ayrıca bu çıkarım ırkçılığı rasyonalize etmektir.

Olaydan sonra şehrin belediye başkanı özür diledi. Polisler görevinden alındı. Ama protestoların şiddeti dinmedi. Hattâ başka bölgelere sıçradı. Bazı yorumcular, Siyahiler arasındaki işsizlik oranının Beyaz Amerikalılara göre iki kat fazla olduğunu, gelir dağılımı pastasından Beyazların Siyahilere göre birkaç kat daha fazla pay aldığını, pandemi nedeniyle açıklanan ekonomik paketlerden Beyazların daha fazla faydalandığını ve Siyahların Beyazlar kadar ekonomik yardım paketlerinden yararlanamadığını dile getiriyor. 

Bu yorumlar, Siyahilerdeki adaletsizlik duygusunun hâd safhada olduğunu göstermesi açısından önemli. Hattâ bazı Siyahiler bu durumlardan dolayı kendi haklarının yetkililer ve yasal kılıflarla gasp edildiğini, haklarının yağmalanıp Beyazlara verildiğini söyleyerek, bu durumu olaylardaki yağma ve kundaklama olaylarına gerekçe olarak gösteriyorlar. Bir başka ifadeyle Siyahiler, ekonomik göstergelerden yola çıkarak kendi haklarının Beyazlar tarafından, kamu otoritesi kullanılarak ve yasal kılıflar marifetiyle yağmalandığı düşüncesine sahipler. Yani bazı Siyahiler, bu nedenlerden dolayı olaylardaki yağma ve kundaklamaları adaletin bir çeşit tecellisi olarak görüyorlar.

Beyazların ırkçılığı meşrulaştırmak ve ırkçı eylemleri rasyonalize etmek için kullandığı mantığın benzeri olan bu mantık, son derece yanlış! Çünkü protesto ve benzeri eylemler, özü itibariyle insanî ve vicdanî bazı uygulama ve hareketlere karşı girişilen kanuna aykırı olsa bile meşruiyeti olan sivil itaatsizlik eylemlerine denir.

Bir eylemin sivil itaatsizlik eylemi olması için, eylemin şiddetten arınmış olması gerekir. Eylem şiddete büründüğü anda, sivil itaatsizlik eylemi olma özelliğini ve meşruiyetini yitirir.

Siyahiler Luther King’in izinden giderse istediklerini elde ederler

Şiddetsizlik, ortak adalet anlayışına ve kamu vicdanına yönelik çağrı yapılması, sistemin geneline değil tekil haksızlıklara karşı ortak eylem yapılması, eylemin ciddî haksızlıklara karşı yapılması ve haksızlıkla makul bir ilişki içinde olması gibi unsurlar, sivil itaatsizlik eylemleri için gerekli unsurlardan olsa da, eylemlerin meşruiyeti için en önemli şart, eylemin hiçbir şekilde şiddet içermemesidir.

Sivil itaatsizlik eylemleri, bu unsurlara bağlı olarak gerçekleştirildiğinde sonuç alıcı olurlar. Bu eylemleri geçmişte en iyi uygulayan ve sonuç alanlar Siyahilerdi.

Amerika’da Siyahilerin haklarını kazanmasında önemli bir role sahip olan Rosa Parks olayı ve Martin Luther King’in giriştiği eylemler, Siyahi ABD vatandaşlarının haklarının kazanılmasında çok önemli roller üstlendi.

ABD’de 1950 öncesinde otobüslerde koltuklara Beyazlar oturuyordu. Siyahiler, Beyazlar olduğu müddetçe koltuklara oturamıyordu. Rosa Parks, 1955 yılı sonunda bindiği bir otobüste Beyazlara yer vermeyi reddetti. Bunun sonucunda Parks tutuklandı. Para cezasına çarptırıldı. Ama ertesi günden itibaren hiçbir Siyahi otobüslere binmeme kararı aldı. Eylemler aylarca sürdü. Sonunda otobüsler zarar etmeye başlayınca, bu uygulama ortadan kaldırıldı ve Siyahiler, Beyazlarla eşit sayıldı.

Parks olayından sonra Luther King öncülüğündeki Siyahiler, yürüyüş ve oturma eylemlerine başladılar. Eylemler kısa sürede ülkeye yayıldı. Bazı şiddet olayları olsa da eylemi organize edenlerin tavrı ve eylemlerin genel karakteri şiddetten uzak olduğu için sonuç verdi ve Siyahiler haklarını elde edebildiler.

Minneapolis’teki eylemler, her ne kadar insanî ve vicdanî bir istekle başlamış olsa da çok geçmeden kundakçılığa, yağmaya ve şiddete evirildi. Bu nedenden dolayı eylemlerden istenen sonuç elde edilemeyecektir.

Manzara bize, Siyahi Amerikalıların Martin Luther King ve Rosa Parks’tan hiç de ders almadıklarını gösteriyor. Hâlbuki onların izinden gitseler, çok değil, birkaç güne tüm Amerika ve dünya kamuoyunu arkalarına alıp istediklerini de kabul ettirirdiler.