Ardından kalanlar

Ne ağır bir imtihandır evlâdını gözler önünde kaybetmek, ne ağır bir matemdir bütün varını ve yoğunu bir anda kaybedip dört duvar arasına hapsolmak. Hamdolsun ki, bunca acıya rağmen “Bin şükür!” diyebilenlerin gönlünde ve duâsında olan aziz bir milletiz hâlâ.

BUGÜN Türkiye, binlerce mazluma gönlünü açan ender ülkelerden biridir. Bu konuda üzerine düşeni hem bölgesinde, hem de uluslararası arenada hakkı ve lâyıkıyla yapmanın onurunu her zaman yaşayacaktır. Birçok farklı milletten insana gönlünü açabilmek, öyle her ülkenin harcı değildir. Biz bunu alnımızın akıyla başarıyoruz. Çünkü bizim hamurumuzda merhamet, şefkat, birlik ve beraberlik var.

Bizim için Türkiye, Edirne’den başlayıp Kars’ta biten bir ülke, bir bölge veya bir coğrafyanın adı olmadı hiçbir zaman. Anadolu’nun bu zengin bağrından bakılınca Halep’ten Şam’a, Musul’dan Kerkük’e, Saraybosna’dan Üsküp’e kadar her yer görünür. Buraları terk etmek yahut zayıf bırakmak, inanın o güzel diyarları yalnızlığa bürür. Burası ülkelerden bir ülke, topraklardan bir toprak değildir. Bu aziz millet, insanlığın kalbi ve kutup yıldızıdır.

Asırlar geçse de, sınırlar çizilse de Türkiye’nin gönül coğrafyasının temelinde insan sevgisi vardır. Aslında bundan dolayıdır ki, her millete gönlünü açan ender bir medeniyettir Türkiye.

Yıkılan evler, virâne olan memleketler sonrası, acımasız savaşlarla gerek fertler, gerekse de toplumlar üzerinde derinden etkiler görülür. En basitinden, vatanından ayrı kalmak bile bir insanı sosyo-psikolojik olarak derinden yıkar. Farz-ı misâl, her savaşın ardından her zaman anlamlı bir hikâye kalır. Bazen bu hikâyelerin dert ve kederinin bini bulduğu bile olur. Kolay değil elbet vatanını, yurdunu, evini, komşusunu, dostunu bırakıp bir yerden başka bir yere gitmek ya da gitmek zorunda kalmak.

Birkaç misâlle özetleyeceğiz aslında bu konuyu. Ramazan ayı öncesi belirlemiş olduğumuz Afganistanlı, Iraklı ve Mısırlı ailelere ziyaret plânlarımız vardı. Emindim, hepsinin ardında ayrı bir hikâye gizliydi. Savaşın ardına gizlenen o matemler ve hüzünler, insanoğlunu derinden etkiler. İlk ziyaret yerimiz olarak Iraklı Türkmen bir aileyi seçmiştik. Irak’ın Musul vilâyetinden ülkemize geçiş yapan ve ardından da ilimizde (Eskişehir) ikâmet etmeye başlayan mazlum bir aileydi. Musul’dan sınıra kadar günlerce yürüyüp gelen ve bunu da kışın o ayazında yaşayan mazlumlardı. 80’ini yeni aşmış olan Türkmen bir teyzemiz vardı aralarında ve onun eteklerine sarılı duran yetim çocuklar...

Türkmen teyzemizin derdi büyük, acısı daha büyüktü ama içinde öyle bir Türkiye sevdâsı vardı ki bu, âdeta hepsini unutturur vaziyetteydi. “On evlâdım vardı kuzum, dokuzunu DAEŞ vurdu gözlerimizin önünde. Birini de buraya gelirken kaybettim. 750 dönüm arazimiz, bağımız ve bahçemiz vardı. Rabbim şimdi bizlere bir odayı nasip etti. Elhamdülillah, bin şükür olsun büyük Türkiye Devleti’ne. Allah savaştan, belâdan, kederden ve şerden korusun, aziz kılsın bu milleti” diye girdi konuya. Gönülden ve samimiyetle... Anlattıkça dinledik onun hüzünlü hikâyesini. Zor ve ağır bir imtihandı tabiî ki...

Savaşın ardında neler olduğunu yalnızca yaşayanlar bilir. Bir evlâdı kaybetmenin derdini, yüreğinde acılar taşıyan bilir. Vatanından kaçıp savaşın zulmünden kurtulmanın kederini de aç susuz onlarca kilometre yürüyenler daha iyi bilir.

Gönülden bir “Âmin” deyip ayrıldık yanından bu teyzemizin. Bir iken bin oldu düşüncelerimiz. Ne ağır bir imtihandır evlâdını gözler önünde kaybetmek, ne ağır bir matemdir bütün varını ve yoğunu bir anda kaybedip dört duvar arasına hapsolmak. Hamdolsun ki, bunca acıya rağmen “Bin şükür!” diyebilenlerin gönlünde ve duâsında olan aziz bir milletiz hâlâ.

İkinci ziyaretimiz, Afganistan’ın Urumçi şehrinden gelen mazlum ve yetimlerden oluşan bir aile oldu. Urumçi’den sınırlarımıza kadar dört beş gün yürüyerek gelen bu ailenin hikâyesi de oldukça derindi. Eve adımlarımızı attığımız gibi dokuz yetim selâmladı bizleri. Hepsinin gözlerinde savaş ve terörün acımasızlığını yaşadık âdeta. Dokuz yetimden dördü engelli idi. Dağlar, yollar arasında, aralıklı saatlerle birbirlerini omuzlarda taşıyıp gelen bu ailenin hikâyesini dinledikçe hüzünlenmemek elde değildi. Anne ve babalarını teröre kurban veren bu kardeşlerin omuz omuza verip birbirlerine destek olması bile muazzamdı! Omuzlarda taşınan sadece kendileri değildi aslında, hayâlleri, umutları ve duâları da onlarla beraber gelmişti. Bir rahat nefes alma derdiyle binlerce sıkıntıya birlikte kenetlenip göğüs germişlerdi. Karda kışta geçen o yorucu yolculuğun ardından bahara kavuşmanın umudu vardı gözlerinde. “Allah razı olsun Türk Devleti’nden, bağrına bastı bizleri” diyorlardı.

Bu yetimler yurdundan ayrılıp Mısır’dan ülkemize, şehrimize gelen engelli bir ailenin evine doğru geçtik. 25’li yaşlarda, saçları şimdiden ağarmış, bir ayağı topallayan, sıcak tebessümüyle Kahireli bir genç karşıladı bizleri. Bu ailenin de hikâyeleri oldukça hüzünlü ve kederliydi. Kendi gibi engelli, aynı zamanda yatalak olan eşiyle gülümsüyordu hayata bu genç kardeşimiz. İlginçtir, bir de doktorların olmaz dedikleri olmuş ve Allah’ın bir lütfu olarak gayet sağlıklı, nur yüzlü bir evlâtları da doğmuştu. Vatan hasretinde âdeta bir tebessüm olan bu evlât, onlara da bir can, bir heyecan oluvermişti. Vatandan ayrı kalmanın özlemini bir nebze de olsa dindirmişti bu nurlu evlât.

“Bir çayımızı içer misiniz?” diyerek başladı, dilinin döndüğünce Türkçe kelâmlarına. O kadar hasretlerdi ki hasbihâl edip gönülden saatlerce konuşmaya, bunun heyecanını fark etmemek elde değildi. Bıraksak, saatlerce hikâyesini, hayatını anlatacak, derdini paylaşacaktı bizimle. O sıcak demli çay ikramından alırken, bir yandan da Kahire’den, anne ve babasından bahsediyordu heyecanla. Ara ara evlâdına dönüp gülümsüyor ve şükrediyordu. “Onca dert ve kederin ortasında şükretmek ne güzel!” diye düşünürken, odada eski bir teypten gelen Hâfız Abdussamed’i işaret etti ansızın:

“Her gün açıktır bu. Bizi ayakta tutan, gönlümüze ve yüreğimize can katan Kur’ân’dır aslında. Allah bizlere sıkıntı da verse şükrümüz daimdir. Az önce bantta İnşirah Sûresi’ni okuyordu Hâfız Abdussamed. ‘Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır’ diyor Âlemlerin Rabbi. Sabredip hâlimize şükredeceğiz ve bu zor günlerin ardından da Allah bizlere kolaylıklar nasip edecektir. Şükrolsun ki Allah’a, başında bizlere bu cennet vatanda yaşamayı nasip eyledi. Türk Devleti’nden ve aziz milletinden Allah râzı olsun!”

Tam bir teslimiyet! Aslında bunu emrediyor İslâmiyet. Sabır ve şükür ile işlenen muazzam bir hayat serüvenleri var. Savaşın, terörün ve zulmün ardında mutlaka hikâyeler vardır. Önyargıları yıkıp onların dilinden ve onların gönül dünyasından konuştuğumuz vakit, bir çaydaki samîmiyeti gönülden hissedeceğiz…