Aras’ın gazabı ya da Tahran Kasabı

Reisi’nin ölümüne sevinmek için bir sebebimiz olmadığı gibi yas tutmak için de bir sebebimiz yoktur. Reisi’nin yerini alacak kişi ile esaslı bir değişikliğin olabileceğini hayâl etmek, fânî dünyanın fizikî gerçeklerinden kopmakla eş anlamlıdır. Türkiye’yi küçümsemek için her şeyden fırsat çıkarmaya çalışan İranlı yöneticilerin Reisi’nin cesedine ulaşmak için Türkiye’nin Akıncı İHA’sına muhtaç olmaları da tarihin ve hayatın verdiği bir derstir.

ARAS nehri üzerinde, Azerbaycan ve İran ortak yapımı olan Kız Kalesi (bazı ajanslar “Kız Kulesi” diye yazmaktadır) barajının açılış töreni, 19 Mayıs 2024 Pazar günü, iki ülkenin Cumhurbaşkanlarının katıldığı bir törenle açılmıştır.

Baraj ile İran’da “Doğu Azerbaycan Eyaleti” adı verilen Erdebil ve çevresinin içme ve sulama ihtiyacıyla birlikte elektrik ihtiyacının da önemli bir kısmı karşılanmış olacaktır.

1991’de Karabağ’ın Ermenistan tarafından başlayan işgaliyle birlikte, yeni bağımsız olan Kuzey Azerbaycan ile İran’ın ilişkileri, İran Hükümeti’nin Ermenistan yanlısı tutumu ile deyim yerindeyse başlamadan bozulmuştur. 2020 Karabağ Savaşı’nda da İran’ın Ermenistan’a yardım etmesi ve Suriye’den “cihatçı teröristleri” getirip Ermenistan’a karşı savaştırdığı iddialarının yanında İran yöneticilerinin sıkça “Bölgede sınırların değişmesine izin vermeyeceğiz” diyerek Azerbaycan’ı tehdit etmesi üzerine iki ülkenin ilişkileri büsbütün bozulmuştur.

Güney Azerbaycan’da Erdebil ve çevresinin içme suyu, sulama ve elektrik ihtiyacını karşılayacak böyle bir barajın iki ülke tarafından ortaklaşa yapılmış olması, iki ülke arasında ilişkilerin düzelerek artacağı gibi iyimser görüşlere yol açmıştır. Ancak beklenmeyen bir olay ile Azerbaycan-İran ilişkilerini geliştirecek barajın açılış haberi gölgede kalmıştır. Çünkü açılış töreninden sonra İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, beraberinde İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Valisi Malik Rahmeti ile Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Haşimi’nin içinde bulunduğu helikopter, yoğun sis ve yağmurlu havadan dolayı ormanlık bir tepeye çarparak düşmüştür.

Helikopter enkazının ve cesetlerin tanınmayacak ölçüde yandığı tespit edilmiştir. Helikopter enkazının yerini ise Türkiye’nin gönderdiği Akıncı İHA tespit ederek Tahran’a bildirmiştir.

Helikopterin bir terör ya da İsrail saldırısı sonucunda düştüğü gibi iddialar bir süre haber bültenlerinde tekrarlanmıştır. Ancak İsrail Başbakanı Netanyahu “Olayla ilgimiz yoktur” diyerek bu tür haberleri yalanlamıştır. Geriye sadece kaza ihtimâli kalmıştır. İran’da kullanılan helikopterlerin ihtiyacı olan yedek parçaların uygulanan ambargolar nedeniyle zamanında temin edilemediği, bu yüzden İran’da helikopter ile yapılan yolculukların böylesi kazalara neden olduğu gibi görüşler daha çok rağbet görmüştür.

Reisi kimdi, nasıl biriydi?

İbrahim Reisi, 1960’ta ayrıcalıklı olarak Meşhed’de (Nişapur) doğmuştur. Çünkü ailesinin Hazreti Hüseyin’in soyundan geldiği ve bu yüzden ailenin Seyyid olduğu aile çevresinde kabul görmüştür. Reisi bu ayrıcalığı içselleştirmiş ve onun bir işareti olarak siyah sarık kullanmıştır. İran’da Seyyid olan mollalar siyah sarık kullanmaktadırlar.

Meşhed ve Kum şehrinde ilâhiyat eğitimi alarak din görevlisi (İran’da kullanılan ad ile ruhanî) olmuştur. Mutahhari Üniversitesinde “özel hukuk” alanında doktorası olduğu iddia edilmiş ise de doktora diploması hiçbir yerde görülmediğinden inandırıcı bulunmamıştır.

Bir dönem Humeyni’nin veliahdı olan Ayetullah Hüseyin Muntazıri (Ö.2009) tarafından Reisi, 1988’de Tahran’da siyâsî tutukluları infaz eden dört kişilik “ölüm komitesinden üyelerinden biri” (Murtaza Eşraghi, Hüseyin Ali Nayeri, Mustafa Purmuhammedi ve İbrahim Reisi) olmasından dolayı özellikle muhalifler tarafından “Tahran Kasabı” diye adlandırılmıştır.

19 Temmuz 1988’de başlayan ve ortalama beş yıl süren dönemde, siyâsî muhaliflerin infaz edilmesinde Reisi oldukça aktif davranmıştır. Uluslararası Af Örgütü’ne (Amnesty İnternational) göre, infaz edilen siyâsî muhaliflerin çoğunluğu Halkın Mücahitleri ve İran Komünist Partisi Tudeh üyeleri olmuştur. Bu, İran tarihinde benzeri az görülen siyâsî cinayetlerdendir. Muntazıri’ye göre infaz edilenlerin sayısı 2 bin 800 ilâ 3 bin 880 arasında iken, Uluslararası Af Örgütü ve muhaliflerin iddiasına göre bu sayı 30 bin kadardır. Sayı ne kadar olursa olsun, İbrahim Reisi çok genç yaşta iken siyâsî muhaliflerin infazında önemli bir rol üstlenmiştir.

Reisi, 1981’de İran’da iç isyanların ve Irak Savaşı’nın yol açtığı karışıklık döneminde, daha 21 yaşındayken, sırasıyla Kerc, Luristan ve Kirmanşah’ta savcılık yapmış, icraatları ile göz doldurmuş olmalı ki hızla terfi ettirilerek 1985’te Tahran Savcı Yardımcılığına atanmıştır. Asıl ününü buradaki infazlarda üstlendiği rolden dolayı kazanmıştır.

İbrahim Reisi’nin molla/ruhanî olan babası Seyid Hacı, Reisi beş yaşında iken vefat edince Reisi yetim kalmıştır. Yetim büyüyenlerin çoğunluğu daha merhametli ve daha yardımsever bir kişilik sahibi olurlarken, bazıları ise acımasız ve intikamcı bir kişilik sahibi olarak bitip tükenmeyen bir intikam duygusu içine de girmektedirler. Reisi de ikinci grup yetimlerden olmalıdır. Siyâsî tutukluların infazında acımasızlığını ve herkesten, her şeyden intikam alma hakkının peşinde olduğunu göstermiştir. Çocukluk döneminde yaşamış olduğu kimsesizlik, ezilmişlik ve çaresizlik duygusu, Reisi’deki acımasızlık ve intikam alıcı özelliklerini körüklemiş olmalıdır.

Reisi, “katı muhafazakâr” bir gelenekten gelmektedir. Bu adlandırma aslında izafidir. Çünkü İran, Türkiye’deki tek parti döneminin şartlarını (1923-1946) yaşamaktadır. İran’da dinî bir şehinşahlık/diktatörlük (rehberiyet) vardır. Herkesin seçme ve seçilme hakkı yoktur. Herkes milletvekili, belediye başkanı ya da belediye meclisi üyesi olmak için müracaat etme hakkına sahiptir ancak İran İçişleri Bakanlığı’nın uygun gördüğü kimseler “aday olabilirler”.

İran Meclisi’nin (Meclis-i Şûrâ-yı İslâmi) tek siyâsî görüş ya da tek bir renk gibi davranmasının temelinde bu uygulama vardır.

İran Meclisi’nde rastlanan farklılıklar, adaylıkları uygun görülenlerin farklılığıdır. Bu yüzden İran siyasetinde muhafazakâr, reformcu, radikal gibi vasıflandırmaların çok da kıymet-i harbiyesi yoktur.

İran’da yönetim yetkileri büyük ölçüde “Rehber” adlı kişinin (Hamaney) elindedir; ordu, yargı, dışişleri, içişleri politikalarının yanında savaş ve barış yapma kararı gibi yasama ve yürütmenin temel organları, rehbere bağlıdır.

Cumhurbaşkanı, rehberin uygun gördüğü veya karışmadığı işleri yürütmekle yetkili özel kalem müdürü mesabesindedir. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilirken, Hubregan Meclisi (Uzmanlar Meclisi), rehberi ömür boyu görevde olmak kaydıyla seçmektedir. 88 erkek üyeden oluşan Hubregan Meclisi seçimleri, sekiz yılda bir yapılmaktadır. Hubregan Meclisine kimlerin aday olabileceğine Anayasayı Koruma Konseyi karar vermektedir.

Konseyin üyelerinin yarısını doğrudan Rehber Hamaney seçmektedir. Humeyni’nin 1989’da ölmesi üzerine seçilmiş olan Hamaney, halka hesap vermeden, “Seçilirim/Seçilemem” endişesi yaşamadan, dinî görünümlü bir diktatörlükle 35 yıldır İran’ı yönetmektedir.

Rehberi denetleme yetkisi olan Hubregan Meclisi, geçen 35 yıllık süre içinde Hamaney’in denetlenebilecek bir tek icraatını bulamamıştır. Reisi’nin ölümünün ardından 50 gün sonra yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, yerine kimin seçileceğinin bu yüzden İran’ın temel siyasetinde bir değişikliğe, bir farklılığa yol açması mümkün değildir.

Bu yüzden olmalı ki, İran’da halk, seçimleri göstermelik bir siyâsî icraat olarak görmüş ve 1 Mart 2024’te yapılmış olan Meclis seçimlerine katılım oranı yüzde 41’de kalmış (ntv.com), nüfusun yüzde 59’u sandığı boykot etmiştir.

İbrahim Reisi, 2006, 2016 ve 2024’te yapılan seçimlerle Hubregan Meclisi üyeliğine seçilmiş ve 2017’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Ruhani’ye karşı yüzde 38 oy alarak kaybetmişken, 2021’de yapılan seçimleri yüzde 62 oy alarak kazanmıştır.

İbrahim Reisi döneminde İran’ın eskiden olduğu gibi Suriye, Irak, Lübnan, Yemen siyasetleri ve adı geçen ülkelerde iç savaş çıkarmak ya da iç savaşları desteklemekle geçmiştir. Pakistan’a karşı Hindistan, Azerbaycan’a karşı Ermenistan ile iyi ilişkilerini sürdürmüştür. İran’a karşı uygulanan ambargoları ve İran ekonomisini güçlendirmek için fırsata çevirme iddiasından bir sonuç alamamıştır.

Azerbaycan ile ortak baraj inşâ etmek gibi bir iş birliği yapmasına karşılık, Azerbaycan ile temel sorunları çözebilecek hiçbir ilerleme sağlanamamıştır. Karabağ’ın Ermenistan işgalinden kurtarılma çabasını “Sınırların değişmesine izin vermeyeceğiz” diyerek Azerbaycan’ı tehdit etmiş ise de bundan bir sonuç alamamıştır. Şimdi Azerbaycan anakarasını Nahcivan’a bağlayacak Zengizor koridorunun açılmasını da İran Hükümeti, benzeri bir tehdit söylemi ile engellemeye çalışmaktadır.

Türkiye’nin Irak Hükümeti ile birlikte Irak’ın petrol ve doğalgaz kaynaklarını Basra Körfezi’nden Doğu Akdeniz’e taşıyacak Kalkınma Yolu’na da İran şiddetle muhalefet etmektedir. Türkiye’nin Suriye’de askerî faaliyetlerde bulunmasını “Suriye’nin işgali” sayan İran, böylece dolaylı olarak Türkiye’nin PKK’ya karşı Suriye ve Irak’ta yaptığı operasyonlara karşı çıkarak PKK’yı koruması altına almaktadır.

Türkiye ile iyi ilişkileri olan Barzani idaresindeki Irak Kürdistan Yönetim Bölgesi’ne karşı İran, PKK ile içli dışlı olan Talabani idaresindeki Süleymaniye yönetimi ile ittifak hâlindedir. İran’ın İsrail ve ABD ile düşman olmak iddialarına karşılık İsrail’in ve ABD’nin kirli işleri için koruyup gözettiği PKK ve Talabani idareleriyle İran’ın müttefik gibi davranması, Türkiye için İran’ı önemli bir tehdit kaynağı durumunda tutmaktadır.

16 Mayıs 2024 günü Tahran’da düzenlenen bir kitap fuarını ziyaret eden Rehber Hamaney, Türkiye’nin Rumları katlettiğini açıklayarak “Ermeni soykırımı” iddialarına yeni bir halka daha eklemiştir.

İran siyasetini asıl tayin edici iktidar sahibi Hamaney’dir. Helikopter kazasında ölen İbrahim Reisi’nin yerine gelecek olan kişi ile birlikte Türkiye-İran ya da Azerbaycan-İran ilişkilerinin giderek iyileşebileceğini düşünmek, hayâl sınırlarını zorlamaktır. Çünkü İran, bölgesel her konuda kendi yerini Türkiye’nin karşısında mevzilenerek tayin etmektedir. İran’ın Türkiye ile sorunları olduğu gibi İslâm Dünyası ile de bitmez tükenmez sorunları bulunmaktadır.

Helikopter kazasının ardından ya da karşılıklı ziyaretlerden dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın resmî görüşmeler esnasında veya sonrasında yaptığı iyi niyetli açıklamaları iki ülke arasındaki sorunların çözülmekte olduğunu düşünmek, hayâl sınırlarını zorlamaktır.

Reisi’nin ölümüne sevinmek için bir sebebimiz olmadığı gibi yas tutmak için de bir sebebimiz yoktur. Reisi’nin yerini alacak kişi ile esaslı bir değişikliğin olabileceğini hayâl etmek, fânî dünyanın fizikî gerçeklerinden kopmakla eş anlamlıdır. Türkiye’yi küçümsemek için her şeyden fırsat çıkarmaya çalışan İranlı yöneticilerin Reisi’nin cesedine ulaşmak için Türkiye’nin Akıncı İHA’sına muhtaç olmaları da tarihin ve hayatın verdiği bir derstir.