Aralık'ta edebiyat

İnsanlık tarihi açısından ne kadar kısa görünürse görünsün, hem Türk, hem de dünya edebiyatı açısından acısıyla tatlısıyla upuzun gecelerin yaşandığı masalımsı bir aydır Aralık!

“KENDİ Gökkubbemiz” Yahya Kemal Beyatlı’nın doğumuyla şenlenirken, gençliğinin baharında ince hastalıktan ölen Rüştü Onur yasa boğacaktı sevenlerini Aralık’ta.

Talihin cilvesine bakın ki, Namık Kemal, doğduğu ay olan Aralık’ta soğuk bir kış günü vatan toprağında uykuya dalarken, “Bu Vatan Kimin?” diyen Orhan Şaik Gökyay da onu yalnız bırakmayacaktı. TDK’nın ilk başkanı Oktay Rifat’ın babası Samih Rifat ile buluşmuşlar mıydı acaba?

Rainar Maria Rilke dünyaya gözlerini açarken, Prag, yağan karın duygusallığı altında soluyordu. Alexander Dumas’ın macerası sona eriyor, “Üç Silahşorlar”ı bırakıp gidiyordu. Oysa Halil Cibran, gözlerini yeni açıyordu dünyaya. Reşat Nuri Güntekin de “Anadolu Notları” ile Londra’da can veriyordu. Abidin Dino mutluluğun resmini yaptı mı bilinmez, ama bilinen o ki, dünyadan göçerken mutsuzluk esintileri geliyordu Paris’ten Adana’ya.

Horotius bize Milât’tan önce, “Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikâyen!” diye seslenmişti. Biz Milat’tan sonra hâlâ gülüyoruz kendi hikâyemizden habersiz.

İlk Nobel Edebiyat Ödülleri de 1901 yılının Aralık ayında verilmişti. Tevfik Fikret’in dilimize şiirlerini çevirdiği Fransız şair Sully Prudhomme almıştı ilk ödülü.

Nihal Atsız “Bozkurtlar Diriliyor” dese de uzun yıllar etkisi devam edecek bir ateşi yakarak “Türkçü”, “Turancı” fikirlerini bırakıp gidiyordu öbür dünyaya. Fikir dünyamızın çileli sesi ve büyük nârası Cemil Meriç, Antakya’dan hayata “Merhaba!” derken, Gustave Flaubert de Madam Bovary’i yazacağından habersiz açıyordu gözlerini hayata.

Cumhuriyet devrine olan tanıklığını romanlarına aktaran, “Kiralık Konak” dese de “Ankara”yı yurt edinen Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve “Biliyorum, saadet bana dünyada gelmez/ Ölümü bekliyorum” diyen Behçet Necatigil, parantezin içinde ince bir çizgi bırakarak göç eylemişti dünyadan. Oğuz Atay bir türlü tutunamamıştı dünyaya. “Tutunamayanlar”, “Bir Bilim Adamının Romanı” mıydı? Dünya “Tehlikeli Oyunlar” mı oynamıştı ona?

Jane Austen daha bebekti ama gözlerinde Emma’nın, “Aşk ve Gurur”un ışıltısı vardı.

“Bizim mezarımız, âriflerin gönlüdür” diyen Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin “Düğün gecem” dediği ölümü de bu aydaydı.

Aziz Nesin fırtınalı hayatına bu ayda başlamıştı. Aralık ayının soğuk günlerinde doğduğundan olsa gerek, kitaplarıyla ısıttı içimizi. Hâlâ onunla gülüp onunla düşünmeye devam ediyoruz. Aykırı sözlerine katılmasak da, mizah deyince hep aklımıza gelecek. Bir başka romancımız Mehmet Rauf’un konağı Eylül’de yansa da kendisi Aralık’ta ölecekti.

Tevfik Fikret’in “Sis”li hayatı, bir kış günü dünyaya gözlerini açtığından mıdır bilinmez ancak Sis’ten “Rücû” etse de Âkif’in “Zangoç” dediği, ömrünce “Millet Şarkısı”nı söyleyen “Han-ı Yağma”sıyla akıllarda kalan şair ve yazarımız, edebiyat dünyasına adını unutulmamak üzere yazdıracaktı.

Şiir, öykü ve romanları unutulsa da “Varlık”ı hâlâ yaşıyor Yaşar Nabi Nayır’ın.

Om Mani Padme Hum’u fazla anlaşılmasa da  “İbrahim/ İçindeki putları devir/ Elindeki baltayla/ Kırılan putların yerine/ Yenilerini koyan kim?” diye soran Asaf Halet Çelebi de birbirinden güzel kitapları bize bırakıp gitmişti.

Aralık ayının sonunda bir vedâ daha vardı. “Sessiz yaşadım, kim beni nereden bilecek?” dese de onu bütün dünya tanıyacaktı. Öldüğü zaman sırtından çıkartılan elbise, yeni bir şapka, bir mavzer tüfeği ve İstiklâl Madalyası kalmıştı yadigâr. Bunlar unutulsa da “Bülbül” kıyametler koparmaya, “Çanakkale Şehitleri” yaşamaya, İstiklâl Marşı’mız coşkuyla okunmaya devam ediyor.

İnsanlık tarihi açısından ne kadar kısa görünürse görünsün, hem Türk, hem de dünya edebiyatı açısından acısıyla tatlısıyla upuzun gecelerin yaşandığı masalımsı bir aydır Aralık!