Aralık

Haziran’a göz gezdirdim, pek canımı yakmamış. Aslında Temmuz da öyle... Ama Ağustos kavurdu sıcağıyla. Dedim ya, daha dün bir sofradayken, ertesi gün canından bir parçayı mezara koyup üstüne toprak atanlar bilir bu sırrı.

ARALIKTI kapı, kapı aralıktı o gün. Sadece o gün değil, onlarca gün, onlarca yıl. Dışarıdan ihanet gibi saplanıyordu kalbe. Kapıdan sızarak gelen ayaz, iğneler batırarak ilerliyordu tende. Sıcacık bir odanın buharlı pencerelerinden sokağı seyretmek yerine, morarmış ellerini ovuşturarak ve gittikçe küçülerek yok olma özlemi vardı kalpte.

Çünkü aylardan Aralık’tı o gün. Soğuk içerdeydi, ümitse boğazda düğümlenmiş bir söz… Eğer dökülseydi dilden, ısınıverecekti oda ve kaynayıverecekti çaydanlık. Nisan’ı kıskansaydı keşke Aralık. Ama olur muydu erken açan çiçeğin meyvesi? Sırasını beklemeliydi bahar, yaşanmalıydı en derinden karsa kar, Aralık’sa Aralık…

Aralıktı kapı o an. Kulak duymuştu duyacağını. Üvey annesi babasına fit veriyordu “Yurda gönder çocuğu” diye. Kafasından kaynar sular dökülmüştü çocuğun. Biraz cilveyle babasının aklını çelivermişti bir anda. O günden sonra ömrü soğuk ranzalarda ihanetin soğuk ateşiyle yanarak geçti. Bir oda arkadaşı oldu çok sevdiği. Bir zaman aralığında bahçe kapısından çıkıp bir daha evine dönemeyen kader arkadaşı…

Gönül penceresinden bir aralık bulup girmemiş mi o? Ağaçların yeni çiçek açtığı o hafta, nice kazan kaynamış, koca köy çalkalanmış. Ne güzel sözler söylemişler. “Sevdi” demişler. “Gönlünü ona verdi” demişler. Fısıltılar sarmış dört yanı; köyler, şehirler aşkı anlatmış. Sonra da “Kavuşamamış” demişler. En çok da bu söze içerlemiş.

17 Aralık’tı o gün. Ayrılık fermanı verildiğinde… Mahkeme salonuna girip, imzasını atıp çıktı adam. Kadın evlendiğine bile inanamazken, aşkı kor gibi aklını yakarken attı imzayı. Hücreleri infilak etti acıdan. Ama yeni hücreler oluşuyordu karnında, ondan bir can taşıyordu. Aralık, ayrılık demekti bundan böyle...

Aralık, ayrılık mı?

O, mevsimlerin ve ayların arasında saklı bir Aralık… Karları, fırtınaları, kasırgaları kapısında bekleten… “Böyle Aralık mı olurmuş canım?” desem şimdi, hiç olmayacak. Deli gönlüm kilitsizdi o gün, aralık kaldığı bir an, hiç farkında olmadan şehirler dolmuş kalbime, baharlar, kuşlar dolmuş. En affedilmez günahlar gibi yapraklar düşmüş yerlere. Bir de rüzgârlar dolmuş o yaprakları savuran. Aralık nazı olsa gerek, kızılın bin bir tonuna bürünmüş gönül. Sonra da karları bekler gibi ayaza açılmış kollar. Yaz gitmiş, bahar gitmiş vedâ türküsü çalarken sazlar. Ufukta yepyeni bir yılın sevinci, ardı hatıralarla dolu bir bohça. Ah Aralık, ah ayrılık!

Aralıksız çekiyor adam dumanı ciğerlerine. Aralıksız sorular sorarken çocuk, aralıksız inliyor hasta ve aralıksız yağıyor yağmur. Aralıksız atıyor kalp ve devam ediyor hayat.

Nisan’dan daha çok söz etmek isterdim hâlbuki. Kırkikindi yağmurlarında, uçuk pembe ve şeker pembe ağaçların etrafında mutluluk perisi gibi uçmak isterdim. Ne var ki, Aralık yakamı bırakmadı.

Kime sorsanız, Kasım’dan sonra gelen bir aydır Aralık. Bana sorsanız, Kasım’dan sonra gelen bin aydır Aralık! Sormayın ötesini berisini, niye bin yıla bedel olduğunu! Taze kazılmış bir mezara sevdiğini koyup üzerine toprak atanlar bilir bu sırrı. Yahut ayrılık kâğıdının sağ alt köşesine imza atanlar…

Sonra karlar yağar… Ama cana yağar. Hem de aralıksız… Kan buz tutar, gönle çetin gelir kış.

Bir kapı kapanır insanın yüzüne, bir tokadın acısıyla kıvranırken dünyası kararıverir. Ama nice kapı aralıklarından sızan yepyeni ışıkları göremez bir an.

Biliyorum, şaşıracaksınız, ama ben bu Aralık’ı sevmeye başladım. Ardı yaz, önü kış olsa da… Aralık’ta benden gidenlerin yerine gelenler var sislerin arkasında. Eylül’de gidenler Eylül’ü götürdüler benden. Ama Aralık… O kalsın ne olur! Umut benimle kalsın! Orada bir tek benim bildiğim bir yığın hatıra var. Annemin kucağı var, içtiğimiz son çaylar var…

Haziran’a göz gezdirdim, pek canımı yakmamış. Aslında Temmuz da öyle... Ama Ağustos kavurdu sıcağıyla. Dedim ya, daha dün bir sofradayken, ertesi gün canından bir parçayı mezara koyup üstüne toprak atanlar bilir bu sırrı. “Kasım’da aşk başkadır” diye bir film izlemiştim. Aşk her zaman başkadır zaten, ama Kasım’da bambaşka demek ki…

Ben mevsimlerin hepsini seviyorum aslında. Göçmen kuşların göçüp gittikleri ve yine döndükleri günleri… Ahirete doğru bir pencere aralanıyor gözüme. Kalbim ikiye bölündü sanıyorum bir anda, ama ikiye katlanıyor. Bu satırlarım, kara trenin kara dumanları gibi iz bırakmasın ha! Apaydınlık günler, kara günlerin ardınca geliyor. Geride ne yoksulluk kalıyor, ne üvey anne, ne hasret acısı. Zengin oluyor insan yahut bir bebeğin öz annesi. Vefâlı bir baba oluyor kendisi. Her şey çok geride kalıyor ve çok uzakta…

Daha bekle, bu gözler mahşeri de görecek! Gönül Aralık kalsın umuda dair, daha ne günler gelecek!