ARALIKTI kapı, kapı
aralıktı o gün. Sadece o gün değil, onlarca gün, onlarca yıl. Dışarıdan ihanet
gibi saplanıyordu kalbe. Kapıdan sızarak gelen ayaz, iğneler batırarak
ilerliyordu tende. Sıcacık bir odanın buharlı pencerelerinden sokağı seyretmek
yerine, morarmış ellerini ovuşturarak ve gittikçe küçülerek yok olma özlemi
vardı kalpte.
Çünkü
aylardan Aralık’tı o gün. Soğuk içerdeydi, ümitse boğazda düğümlenmiş bir söz… Eğer
dökülseydi dilden, ısınıverecekti oda ve kaynayıverecekti çaydanlık. Nisan’ı
kıskansaydı keşke Aralık. Ama olur muydu erken açan çiçeğin meyvesi? Sırasını
beklemeliydi bahar, yaşanmalıydı en derinden karsa kar, Aralık’sa Aralık…
Aralıktı
kapı o an. Kulak duymuştu duyacağını. Üvey annesi babasına fit veriyordu “Yurda
gönder çocuğu” diye. Kafasından kaynar sular dökülmüştü çocuğun. Biraz cilveyle
babasının aklını çelivermişti bir anda. O günden sonra ömrü soğuk ranzalarda
ihanetin soğuk ateşiyle yanarak geçti. Bir oda arkadaşı oldu çok sevdiği. Bir
zaman aralığında bahçe kapısından çıkıp bir daha evine dönemeyen kader
arkadaşı…
Gönül
penceresinden bir aralık bulup girmemiş mi o? Ağaçların yeni çiçek açtığı o
hafta, nice kazan kaynamış, koca köy çalkalanmış. Ne güzel sözler söylemişler.
“Sevdi” demişler. “Gönlünü ona verdi” demişler. Fısıltılar sarmış dört yanı;
köyler, şehirler aşkı anlatmış. Sonra da “Kavuşamamış” demişler. En çok da bu
söze içerlemiş.
17
Aralık’tı o gün. Ayrılık fermanı verildiğinde… Mahkeme salonuna girip, imzasını
atıp çıktı adam. Kadın evlendiğine bile inanamazken, aşkı kor gibi aklını
yakarken attı imzayı. Hücreleri infilak etti acıdan. Ama yeni hücreler
oluşuyordu karnında, ondan bir can taşıyordu. Aralık, ayrılık demekti bundan böyle...
Aralık,
ayrılık mı?
O,
mevsimlerin ve ayların arasında saklı bir Aralık… Karları, fırtınaları,
kasırgaları kapısında bekleten… “Böyle Aralık mı olurmuş canım?” desem şimdi,
hiç olmayacak. Deli gönlüm kilitsizdi o gün, aralık kaldığı bir an, hiç farkında
olmadan şehirler dolmuş kalbime, baharlar, kuşlar dolmuş. En affedilmez
günahlar gibi yapraklar düşmüş yerlere. Bir de rüzgârlar dolmuş o yaprakları
savuran. Aralık nazı olsa gerek, kızılın bin bir tonuna bürünmüş gönül. Sonra
da karları bekler gibi ayaza açılmış kollar. Yaz gitmiş, bahar gitmiş vedâ
türküsü çalarken sazlar. Ufukta yepyeni bir yılın sevinci, ardı hatıralarla
dolu bir bohça. Ah Aralık, ah ayrılık!
Aralıksız
çekiyor adam dumanı ciğerlerine. Aralıksız sorular sorarken çocuk, aralıksız inliyor
hasta ve aralıksız yağıyor yağmur. Aralıksız atıyor kalp ve devam ediyor hayat.
Nisan’dan
daha çok söz etmek isterdim hâlbuki. Kırkikindi yağmurlarında, uçuk pembe ve
şeker pembe ağaçların etrafında mutluluk perisi gibi uçmak isterdim. Ne var ki,
Aralık yakamı bırakmadı.
Kime
sorsanız, Kasım’dan sonra gelen bir aydır Aralık. Bana sorsanız, Kasım’dan
sonra gelen bin aydır Aralık! Sormayın ötesini berisini, niye bin yıla bedel
olduğunu! Taze kazılmış bir mezara sevdiğini koyup üzerine toprak atanlar bilir
bu sırrı. Yahut ayrılık kâğıdının sağ alt köşesine imza atanlar…
Sonra
karlar yağar… Ama cana yağar. Hem de aralıksız… Kan buz tutar, gönle çetin
gelir kış.
Bir
kapı kapanır insanın yüzüne, bir tokadın acısıyla kıvranırken dünyası
kararıverir. Ama nice kapı aralıklarından sızan yepyeni ışıkları göremez bir
an.
Biliyorum,
şaşıracaksınız, ama ben bu Aralık’ı sevmeye başladım. Ardı yaz, önü kış olsa da…
Aralık’ta benden gidenlerin yerine gelenler var sislerin arkasında. Eylül’de
gidenler Eylül’ü götürdüler benden. Ama Aralık… O kalsın ne olur! Umut benimle
kalsın! Orada bir tek benim bildiğim bir yığın hatıra var. Annemin kucağı var,
içtiğimiz son çaylar var…
Haziran’a
göz gezdirdim, pek canımı yakmamış. Aslında Temmuz da öyle... Ama Ağustos
kavurdu sıcağıyla. Dedim ya, daha dün bir sofradayken, ertesi gün canından bir
parçayı mezara koyup üstüne toprak atanlar bilir bu sırrı. “Kasım’da aşk başkadır”
diye bir film izlemiştim. Aşk her zaman başkadır zaten, ama Kasım’da bambaşka
demek ki…
Ben
mevsimlerin hepsini seviyorum aslında. Göçmen kuşların göçüp gittikleri ve yine
döndükleri günleri… Ahirete doğru bir pencere aralanıyor gözüme. Kalbim ikiye
bölündü sanıyorum bir anda, ama ikiye katlanıyor. Bu satırlarım, kara trenin
kara dumanları gibi iz bırakmasın ha! Apaydınlık günler, kara günlerin ardınca
geliyor. Geride ne yoksulluk kalıyor, ne üvey anne, ne hasret acısı. Zengin
oluyor insan yahut bir bebeğin öz annesi. Vefâlı bir baba oluyor kendisi. Her
şey çok geride kalıyor ve çok uzakta…
Daha bekle, bu gözler mahşeri de görecek! Gönül Aralık kalsın umuda dair, daha ne günler gelecek!