
EBU Hüreyre’nin (ra) rivayet ettiğine göre, Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: “Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün!”
Sahabeler, “Ya Resûlullah, kimin burnu yerde sürünsün?” dediler. Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: “Ana babasına, ikisinden birine yahut her ikisine birden ihtiyarlık zamanlarına yetişip de onların hayır dualarını alıp Cennet’e giremeyen kimsenin burnu yerde sürünsün.” (Müslim, Birr,9. 2551/ 9; Buhari, Edebü’l-Müfred 21; diyanet.gov.tr)
Âlimler diyorlar ki, “Anne-babaya yapılan haksızlıklar, zulümler, onların incinen gönüllerindeki sızının inikası, ahirete kalmayacak cürümlerden”. Hem dünya hayatında, hem ahirette insanı bedbaht edebilecek kadar büyük günahlardan… Çünkü yine âlimler derler ki, “Anne babalar Allah oyuncularıdır”. Cennet’in anahtarı onların rızasına bağlı. Onların rızası da Rabbin rızasına vesile. Abdullah Bin Amr’ın (ra) naklettiğine göre, Hazreti Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Rabbin hoşnutluğu, anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.” (Müslim, Birr, 3.)
İlâhî rahmet ile annelerin evlatlarına merhameti elbette çok büyük. Bazen evlatlar annelerin kalbine yük olacak davranışlarda bulunur, annelerin içlerinde derin sızılar kalır; ama dilleri hâlâ hayır duasıyla ve sevgiyle okşar evladı. Burada da koptu kopacak halatlarla bağlanmış uçurumlar arası köprülerde yürüdüğümüzü unutmamak gerek.
Annelerin dilleri bedduaya yatkın değildir ama kalpleri incindiğinde kâinata yayılan kırık seslerinin işiteni de Allah’tır. Onları yok sayarcasına atılan adımların her an bir bataklığa denk düşeceği rizikosunu akılda tutmak gerek.
Yine âlimlerden rivayetle, anne-babaların günaha, harama çağıran ve Allah’ın kanunları dışına çıkışı temin edecek şeytan fısıltılarında bile onlara ağır kelâmlarda bulunmak, Hakk’ı üzmektir. “İbadetten men edecek anne-baba emirleri elbette tutulmaz, ama o vaziyette dahi hakaret ile kalpleri kırılamaz” diyor büyükler. Böylesine hassas terazilerde tartılıyor anne baba hakkı. Bir de onlara elle ve dille zulmedenlerin hâlleri düşünülürse bunca iç sıkıntısının, maddî zorlukların, bir türlü rayına girmeyen uğraşların, yanlış evliliklerle kararan hayatların, her şey yolundayken dahi içe sinmeyen hayat ritminin mesnedi de ortaya çıkmış olacaktır. Zira Yaradan şöyle buyuruyor: “Rabbin, sadece Kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle ve alçakgönüllülükle kol kanat ger. ‘Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse, şimdi Sen de onlara merhamet göster’ diyerek dua et.” (İsra, 23-24)
Ayetlerin tefsirinde de şöyle bir hususa dikkat çekilir: Allah nezdinde kulun ilk görevi Rabbine itaatse, ikinci görevi de anne-babaya iyi davranmaktır. Pek çok kez Allah’a kulluk görevi ile anne-babaya iyi davranışın Kur’ân’da bir arada zikredilmesi de bunun böyle olduğunun en büyük delili.
Pek tabiî, “iyi davranmak” emrinin sınırlarını da döneme, imkâna ve şahsî hissedişlere göre belirleyip dünyevî arzular değirmeninde öğütmemek gerek. Buradaki rikkate biraz daha ışık tutmak gerekiyor sanırım. En nihayetinde insan, bahaneler diyarının hükümdarı. Anne babayı arayıp sormaz, nihayet ilk muhabbette birkaç yoğunluk seremonisi ile süreçteki haklılığını savunur, evladı üzmek istemeyen anne-baba yüreği de “Haklısın evladım” diyerek onca kırgınlığı bertaraf eder. İşte burada yine kulaklara müşteri olmayacak bir ses, kâinatın en uzak tenhalarına ve Arş-ı Âlâ’nın merkezine intikal edecektir. O ses, yine kırılan anne-baba kalbinden zuhur edecektir. Bir tek serzeniş, ânı kara renge boyamayacak raddede beyaz bir sitemcik dahi duyulmamış oluşu, anne-babanın üzülen kalbine referans olamaz.
Bahaneleri ve kendini kandırma eylemlerini vicdan ile susturduğumuzda, çok zaman anne-babamızdan beddua almadığımızda bile doğru bir evlat olamadığımızı keşfetmemiz zor değil. Bazı evlatlar da sert, katı ve tehditkâr bir tavır ile sürekli onları bastırır. Öyle bir bastırır ki, üzülseler, kırılsalar, kahrolsalar dahi itiraza yakın anlamlı tek bir ses titreşimi âleme zuhur etmez. Ama içlerinde büyük yangınlardan kalma is kokuları birikir durur.
Hiç kendimizi avutmayalım; işi biliyor olabiliriz, onların sesini kısıp tepkilerini toprak yüzeyi derecesine indirgemiş olabilir, bu bizim iyi bir evlat olduğumuzu hiçbir surette tasdiklemez.
Haklı olunan bir gayrette dahi onların itirazına denk geldiğimizde, bunun bir imtihan olduğunu hatırlamak lâzım. Bazen düz ve serin güzergâhları, anne-babaların dayanaksız karşı çıkışları uzun ve güneşin yaktığı yokuşlara benzetebilir. O yokuştan çıkmak bedeni ve kalbi inim inim inletebilir. Fakat safi anne-baba kalbi kırmadan bir ömrü tüketebilmek uğruna düzlüklerde günü gün etmek yerine, yangınlı yokuşlarda çile çekmek bile insanın iki cihanda da huzur ve saadetle akit imzalamasına vesiledir.
“İnsan yalnız gelir, yalnız gider” diyorlar. Doğrudur. Ama Allah (cc), insanın var oluşunu anne-baba vesilesine, ömrünün bir kısmını da kardeş, dost, akraba, komşu, eş, evlatlar ve iş hayatı ile diğer insanların vesilesine bağlamıştır. Bütün bu insanî bağlar, yol alışı biraz daha meşakkatli hâle getirebilir; fakat bu, insana şerefli bir ömür sürme yetkisi de kazandırır. İnsanı insana bağlayan Yaradan, her bir duruştan da bizi imtihan etmektedir.
Kalpleri İlâhî rahmet ve merhametin tecelli makamı olan anne babaları üzmek, ağlatmak, dertlere duçar etmek ve bütün bunlarla birlikte “Rabbim bana dilediğimi ver” demek, gafletten, cehaletten ve İslâm’ı bilmemekten ileri geliyor olsa gerek. Bu vaziyetle insan, arzu ettiği her şeye kavuşsa dahi içte huzuru ve aradığı refahı katiyetle bulamayacaktır.
Şimdi, “Hiç durmayın!” derim, “Bütün sıkıntıların harcında üzülmüş bir anne-baba vardır. Kırmadığın zannı ile yol alıyorsan dahi git, gönül yap, yollarına güller serp”. Olur ya, Rahmânu’r-Rahîm, bu anne-babanın şetaretle bir “Oh” deyişine senin ömrünü de cennet bahçesine çeviriverir.
“Allah’a itaat, anaya yahut anne babaya itaate bağlıdır.” (Tebrani)
“Ana babasına iyi bakanlara müjdeler olsun. Allah onların ömürlerini uzatır.” (Ebu Yala, Hakim)
“Kim ömrünün uzun olmasını ve geçim kaynaklarının genişlemesini istiyorsa anne-babasına iyi baksın ve akrabalık bağlarını gözetsin.” (Ahmet b. Hanbel)