İSLÂM’ın anlatıldığı en
görkemli sinema filmi eseri olarak Çağrı’da (The Message) Hazreti Peygamber
Efendimiz ile Hazreti Hamza arasında bir tartışma sahnesi vardır…
Tabiî
biz Efendimize ilişkin bir görüntü ve ses almayız ama Hazreti Hamza rolündeki
Antony Quinn’i baz alan kamera, sahnede sürekli onu takip etmektedir.
Hamza
sinirlidir, öfkelidir ve Mekke’de müşrikler tarafından gasp edilen evlerini ve
mallarını geri almak için onlara karşı savaşmak istemektedir. Mescitte bir o
yana, bir bu yana volta attığı sırada sürekli onu görürüz ve o birden kendine
gelir. Evet, Yeğeni ile konuşmaktadır ama Yeğeninin Hak Peygamber olduğunu ve
aslında bu tartışma sırasında O Peygamber ile konuştuğunu bir anda fark eder,
sakinleşmek üzere mescitteki kütüğe sırtını dayayarak çöker ve yumruğu sıkılı
hâlde çenesi hizasında tutar.
Sahne
burada biter, yeni sahnede toprakla uğraşan sahabeler görünür. Vakitsiz bir
şekilde duydukları ezanı konuşurlar aralarında ve derhâl mescide geçerler. Bu
yeni sahnede, Hazreti Hamza’nın istediği savaşın izninin çıktığına dair vahiy,
Zeyd’in ağzından bildirilir: “Size karşı
savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah
aşırılığa sapanları sevmez.” (Bakara, 190)
***
Mescid-i
Aksâ’daki baskın görüntülerini ilk izlediğim an, gözümün önüne, yukarıya sahne
sahne taşıdığım “Çağrı” adlı filmin bu bölümü, en çok da Antony Quinn’in kütüğe
yaslanmışken aslında ısırmak için ağzına götürdüğü ama Peygamber’e hürmetten yumruğunu
dahi ısıramayıp kalakalmış Hamza fotoğrafı geldi.
Öyle ya, bu fakir gibi ümmetin yüz milyonlarca ferdi, Kudüs’te, bütün Filistin’de olup biteni görüyor ve duyuyordu da dokunup durduramıyor. O gün Mekke’de müşrikler Müslümanların evlerini gasp ve talan etmişlerdi, bugün Siyonistler Kudüs’te Mescid-i Aksâ’yı, Müslümanların ilk kıblesini, evet, ilk evini gaspa yelteniyorlar.
Deniliyor
ki, “Kudüs düşerse Mekke düşer”. Biri bana anlatsın Allah aşkına, bu sırayı kim
belirliyor?
Ben
Mescid-i Aksâ’nın avlusunda nöbete durmuş kadınları gördüğümde, Şam sarayında
Yezid’i titreten Seyyide Zeynebleri gördüm vallahi! O demişti ki, “Azametli
görünen orduların da olsa, silahların, tehditlerin, zenginliğin de olsa,
vallahi sen yalnızsın; ancak Allah benimle!”.
“Zeyneb bu
güzellik var mı soyunda/ Elvan elvan güller biter bağında/ Arefe gününde,
bayram ayında/ Zeynebim Zeynebim, allı Zeynebim/ Beş köyün içinde şanlı
Zeynebim”
dizeleriyle türkülerimize karışan Seyyide Zeyneb’in Kudüs’te, Aksâ Mescidi’nde
dimdik durduğunu gördüm.
Ve
bir avuç Filistinli bütün ümmetin izzetini omuzlanırken, bizler sıktığımız
yumruklarımızı bir ekşi elmayı kemirir gibi dişlemekle meşgulüz. Peki, kiminle
konuşacağız bunu, kiminle tartışacağız?
Hamza,
Yeğeni ile konuşmuştu bu durumu en şiddetli, en tahrik olmuş, en öfkeli
hâliyle?
Filistin,
ümidinin buğulu gözlerle hapsettiği Türkiye’den milyonlarca ümit pınarının
fışkırmasını bekliyorken Türkiye’de ise birileri, sırf iktidarı sıkıştırmak
adına aşağılık bir politika güdümüyle Kudüs derdi olan bir lidere “yeğen” gibi
dahi bakmıyor. Bir Allah’ın belâsı, onu katillerle, yamyamlarla bir tutan arsız
cümleler kurmaktan imtina etmiyor.
Ancak herkes anlayacak kiminle konuştuğunu! Herkes anlayacak beş kalemden hangisinin kırılacağını! Herkes anlayacak vakitsiz ezanların niçin okunduğunu! Herkes anlayacak Allah yolunda nasıl savaşılacağını!