Anlaşılmıyor

Kafasını bir oraya bir buraya döndürürken saate takıldı gözü, geç kalmıştı. Daha fazla geç kalmamak için istasyona gelen metroya bindi ve İstanbul’da yaşayan birçok insanın günde en az bir defa yolunun düştüğü metro istasyonundan uzaklaştı…

GÖZÜNE boş görünen ilk banka oturmuştu. İstanbul’da yaşayan birçok insanın günde en az bir defa yolunun düştüğü bu metro istasyonu, onun da yolunun düştüğü yerdi. Fakat bu defa biraz durmayı, soluklanmayı ve izlemeyi istedi.

Önünden geçen insanların suratlarını, yürüyüşlerini, gülüşlerini, bakışlarını izlemeye başladı. Belki İstanbul’a yeni gelmiş ve ilk defa metroya binen bir insandı önündeki, belki de metronun inşaatında çalışan bir işçi, onu çizen mühendis, mimar… Onlarla konuşmadan bunu asla bilemezdi. Bu oyunu sevmesinin nedeni de buydu zaten: Belirsizlik...

Birkaç tahmin yaptı insanlar hakkında; birinin çok mutlu olduğunu, gideceği yeri veya onu orada bekleyen kişiyi çok sevdiğini düşündü. Birinin de hayli üzgün göründüğünü gördü; belki o da mutlu olduğu yerden dönüyordur diye düşündü.

Dikkati, yanına oturup telefonla konuşmaya devam eden bir kişiyle dağıldı. Bu sefer onun hakkında tahmin yürütmeye çalıştı. Baktığı anlaşılmasın diye göz ucuyla süzüyor, sanki metronun kaç dakikada geldiğini gösteren tabelâya bakıyormuş gibi davranıyordu. Kaşlarını çatıp şaşkınlıkla bir yargıya varmaya çalışırken, göz göze geldiğinde fark etti yakalanmış olduğunu. Aynı şaşkınlık ve kaş çatıklığı ile önüne döndü.

Yanına oturan kişinin kız mı erkek mi olduğunu ayırt edemiyordu. Saç kesimi kısaydı; önünden bir perçem saç anlına düşüyordu. Beyaz bir tişört üzerine kırmızı-gri kareli bir gömlek giymişti. Siyah bir pantolonu ve kaba siyah botları vardı. Boynunda da gümüş kolyesi ve onu tamamlayan gümüş küpeleri… Kıyafetinden bir şey çıkartamayınca, yüzünü gözünün önüne getirmeye çalıştı. Kafasını kaldırıp bir daha bakmaya çekinmişti. Keskin yüz hatları, hafif çekik gözleri, pürüzsüz de bir teni vardı. Makyaj olmaması, onun erkek olduğunu düşünmeye teşvik ediyordu ama yüzünün o kadar pürüzsüz ve son derece bakımlı olması da bir o kadar engelliyordu bu düşünceye varmasını.

Yere bakarken, bankın uç kısmına koyduğu ellerine dikkat etti. Uzun parmakları, aynı yüzü gibi bakımlı elleri… Telefonla konuşan sesine odaklandı; ses tonundan veya konuşma üslûbundan bir şey çıkarabilme umuduyla... Ne ince diyebilirdi ses tonuna, ne de kalın. Konuşması hakkında ise yorum yapmak istemiyordu. Hem kadınların sıkça kullandığı “canım, aşkım” gibi kelimeleri kullanıyor, hem de aşırı fanatik bir taraftar grubunun içinde maç izliyormuş gibi rahatça küfredebiliyordu. Bir türlü varamamıştı o istediği şeye. Çıkarım yapmak, tahmin etmek için ona en çok yardım edecek bilgiye bir türlü ulaşamamıştı.

Biliyordu ki, eğer kadınsa hislerini en zirvede yaşamayı severdi, mutluysa gözünün içi parlar ve etrafına gülücükler saçar, mutsuzsa gözünün içindeki kırıklıktan belli olurdu. Erkekse genel bir soğukluk olurdu yüzünde… Daha fazla incelemesi, daha fazla dikkat etmesi gerekirdi ama şimdi hangi yoldan ilerlemesi gerektiğini bilmiyordu. Anlamamıştı, çünkü anlaşılmıyordu.

Metronun gelmesiyle kalkmıştı yanında oturan kişi, ama o kalkamamıştı. Kendi kendine oynadığı basit oyun, onu uzun soluklu bir düşünce silsilesine sevk etmişti. Bir müddet kalkamadı o banktan.

Bu oyunu oynamazken yanından geçtiği, okulda, sokakta, kafede karşılaştığı insanları, bilhassa gençleri düşünmeye başladı. Kadınları, erkekleri ve nasıl göründüklerini… Görünüşlerin ne kadar birbirlerine benzemeye başladığını daha önce fark etmiş olmamasına şaşırdı. İlk bakışta anlayamadığı o kadar çok insan vardı ki...

Sonra kadınları ve erkekleri ayrı ayrı düşündü. En çok da kadınları... Sosyal medyada kadınlar hakkında yazılanları, düşünülenleri, nasıl olması gerektiğini söyleyenler ve onların söylediklerini… Kadınların zarafetlerini kaybedişlerini daha da şaşırarak fark etti. Lânetlenmesine rağmen fıtratlarının erkekleştirilmesine müsaade ettiklerini yahut buna mecbur bırakıldıklarını…

Böylece çağımızın vebası LGBT’ye zemin hazırlanıyor ve gitgide kısır döngü içine giriyordu her ikisi. Kadın-erkek arasındaki farkı ortadan kaldırarak homoseksüelliğin meşruiyet kazanmasını ve meşru oldukça kadın-erkek farkının daha da azaldığını düşündü. Tüm bunlar on saniye içinde geçmişti aklından. Gece boyu gördüğü rüyanın yalnızca yedi saniye olması gibi… Farkı ise, bunun rüya olmamasıydı!

Kafasını bir oraya bir buraya döndürürken saate takıldı gözü, geç kalmıştı. Daha fazla geç kalmamak için istasyona gelen metroya bindi ve İstanbul’da yaşayan birçok insanın günde en az bir defa yolunun düştüğü metro istasyonundan uzaklaştı…