Anlaşılmak ve anlamak istiyoruz

Şiddet, boşanma, yeme bozukluğu, depresyon ve alkolizm gibi olumsuz davranışların kuşaktan kuşağa aktarıldığına işaret eder. Buna göre, bağlanma deneyimleriyle beraber diğer duygusal süreçler de kuşaklar arasında aktarılabilmektedir ki bu, duyguların aile içindeki bireyin yaşamındaki ve iyilik hâlindeki merkezî rolüne katkı sağlar.

“NESİLLER arası geçiş veya aktarım nedir?” diye düşünülünce zihinde canlanan olgu, “bizimle beraber her an dolaşan, bizi bir an olsun yalnız bırakmayan ve geçmişte kalan yaşamlar” diye anlaşılır. Nesilleri aşan ve yıllar öncesine ait olmalarına rağmen bugün yanımızda tazecik taşıdıklarımızdır onlar. Anne rahmine düştüğümüzden bu yana ve bundan sonraki yol arkadaşlarımız; büyük annelerimiz, büyük babalarımız, annemiz, babamız kendi deneyimlerini sessizce anlatıyorlar bizlere: Kendi başlarına ne geldiğini, neler görüp neler hissettiklerini, neye inandıklarını; sevdiklerini ve sevmediklerini, korkularını ve heyecanlarını da… Tehlikelere karşı kendilerini nasıl koruduklarını ve en temelde nasıl hayatta kaldıklarını ya da kalamadıklarını…

Geçmişin deneyim bilgilerinin bir kısmını henüz dünyaya gelmeden edinmeye başlarız; bazılarını da kendimiz deneyimleyerek sonradan öğreniriz. İçine doğduğumuz hayatın duvarlarında asılı olanlar, konuşulanlar ve konuşulmayanlar, kokular, yenenler, içilenler ve içilmeyenlerle aktarılır bu deneyimler. Oyun oynadığımız mahallenin sokaklarında, bizim için seçilen okulun bahçesinde ya da okula gidemeyip çalışmamız gerektiğinde pekişir daha çok. Zaman geçtikçe kendini besleyen bir döngü hâlini alır. Döngüler beslendikçe aktarılanlar kişiyi daha çok belirler ve kişi belirlendikçe deneyim kendini doğrulayacak şekilde yeniden oluşur. Beyin, dünyaya gelme sürecinde ne iş yapacağını bilmeyen yegâne organ olarak zamanla bu tür kodlarla beslenir ve büyür.

Bağlanma

Kültür aktarımı üzerine çalışan bilim insanları, her türlü aile ve kültür işlevlerinin kuşaklar arası aktarıldığını savunurlar. Soya “bağlanma”, “nesiller/kuşaklar arası kültür aktarımının” genetik kodlarına vurgu yapar. Buna göre bağlanma, nesiller arası devam eden kalıtsal bir döngüdür. Bu döngü süreci nesillerin davranışlarını anlamada oldukça yönlendiricidir. Çünkü nesiller ve sonraki kuşaklar arasındaki her türlü etkileşim, bağlanmanın aktarıldığı en önemli zaman dilimleridir. Bağlanmanın nesiller arası kültür aktarımındaki ana aracı, yeni kuşağa her türlü eğitim verenler arasındaki gündelik yaşantı, deneyim ve iletişimlerine dayanan ilişkilerde kendilik ve diğerlerinin bilişsel durumlarını içeren çalışma teknikleridir. Çünkü çalışma modelleri, özellikle çocukluk sürecinde olmak üzere, geçmişin yeni kuşaklara aktarımında eğitmenlerin deneyimlerine dayalı olarak şekillenmektedir.

Bu öğretim teknikleri daha sonraki bağlanma ile ilgili davranış, duygu ve düşünceleri düzenlemektedir. Çalışma tekniklerinin değişimi kendi doğası gereği zordur. Çünkü her yeni nesil, geçmişi kendi beklentilerini doğrulayan ve güçlendiren ilişkileri arama ve oluşturma eğilimindedir. Ancak, her bir genç ebeveyn olduğunda, çalışma modellerini kendi çocuklarının bağlanma hissiyatını algılama, yorumlama ve onlara tepki verme becerilerini düzenlemeye ve bir sonraki kuşağın çalışma modellerinin temellerini oluşturmaya çalışır.

Kuşaklar arası ilişkilerde kalıtsal durumların varlığı bilindiği için, daha özgün modeller ile önemli olay ve kişilere bağlı olarak, içsel bağlanma güçlendirilerek aktarım hızlandırılır. Çünkü bu olgu, ilişkinin her iki tarafını aynı anda temsil eder. Bağlanmanın teorik modeli içerisinde bilinmesi gereken temel konu, kuşaklar arasındaki farklılıkların bir kuşaktan diğerine aktarılması ve anne-babaların ve çocukların bağlanma modellerinde anlamlı bir sürekliliğe sahip olmasıdır. Kuşaklar arasındaki süreklilikte paylaşılan genetik kodlarla beraber, sosyal deneyimlerin etkisi de bilinmesi gereken başka bir olgudur.

Bağlanma teorisine göre, aktarım süreci sadece genetik kaynaklı olmayıp, bu süreklilik, yeni kuşaklardan ve onların bağlanma modelleri arasındaki etkileşimlerden de kaynaklanmaktadır.

Bağlanma, genetik olarak anneden çocuğa geçtiği için, annenin her türlü bakım kalitesiyle yakından ilgilidir. Ebeveyn davranışlarının kalitesinde kuşaklar arası süreklilik olduğunu savunan bu görüş, nesillerin ruh aktarımıyla da yakından ilişkilidir. Bu konuda Mehmet Kaplan’ın “Nesillerin Ruhu”, Nurettin Topçu’nun “İsyan Ahlâkı”, Kadir Canatan’ın “Ahlâk Felsefesi” ve Ahmet Cevizci’nin “Etik Ahlâk Felsefesi” kitaplarının özenle tetkik edilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim. Bir bakıma, “asil aile/asil ruh” kavramının mânâsı ve etkisi daha iyi anlaşılabilir. Bu doğrultuda, annenin bebeğine karşı duyguları ve davranışlarının kendi ailesi ile yaşadığı ve hatta hâlâ yaşıyor olabileceği tecrübelerle doğrudan ilişkili olduğu da gözardı edilmemelidir. Sonraki süreçte ise baba faktörü “erkil” açısından önemli bir role sahiptir.

Kuşaklar arası aktarımlarda etkili olan diğer iki sistem ise ekolojik ve ataerkil yapılardır. Bunlar birlikte düşünüldüğünde, daha doğru ve duyarlı iletişimin aile bağlanma modelleriyle çocukların bağlanma ilişkisi ve kalitesi arasındaki aracı rollerinden dolayı, bağlanma, kuşaklar arası kültür aktarımında daha etkili olur. Aktarımlarda duyarlı olmanın dışındaki farklı aracıların etkisini doğrulamak yerine, bazı kuramcılar, teorik bir çerçevede aktarım sürecinin yönlendiricileri olarak “ekolojik kısıtlamaların” rolüne dikkat çekerler. Yani ekolojik model, bu bağlamda bağlanma teorisini genişletmek için bir araçtır.

Anne-bebek ilişkisinin ötesinde daha geniş bir bağlanmaya dikkat çeken model, kültür aktarımının çevresel etkilere duyarlı karmaşık bir süreç olduğunu söyler. Bu nedenle, geçmiş çalışmalarda eğitimcilerin duyarlılığı o kuşağın güvenli bağlanmasının başlıca belirleyicisi olarak görülürken, ekolojik boyuttan bakıldığında annenin psikolojik özellikleri, eşiyle olan ilişkisi, araçsal ve duygusal desteği sağlayan diğer kişiler ile etkileşiminin boyutlarının anne-bebek-çocuk-genç bağlanmasının kalitesiyle ilişkilendirildiği düşünülür. Kuşaklar arası aktarımın bağlanma modelinde kabul edildiği gibi, yetişkin romantik bağlanma gibi daha sonraki bağlanma deneyimleri, erken bağlanma deneyimleri sonucu gelişmiş olan ebeveyn bağlanma modellerini değiştirebilir

Bu modeller, geçmiş tecrübelere ait etkileri korur ve böylece yeni yakın ilişkileri etkiler. Aynı zamanda yetişkin romantik ilişkileri gibi önemli yeni deneyimler ışığında değişime açık kalmaya devam ederler. Bu varsayıma göre, bağlanma modellerinin kuşaklar arası aktarımı erişkin bağlanma modellerinin ve evlilik/aile ilişkilerindeki rollerinin anlaşılmasına yardımcı olur. Buna göre, ebeveynler ile çocuk arasındaki bağlanmanın farklılaşmayan kapsamı, çocuğun hayatı boyunca işlevselliğini etkiler. Ayrıca bu etki, çocuğun bireysel olarak yetişkin işlevselliğinde ve kendi çekirdek ailesinin işleyişinde de görülür. Bu, matematikteki zincir kuralına benzer.

Kültür aktarımı, kuşakların erken çocukluk bağlanma ilişkilerinin kalitesine dayalı olarak, kendilerine ve diğerlerine yönelik içsel çalışma modelleri geliştirmiş olmaları ve bu içsel çalışma modellerinin kuşakları bağlanma ile ilişkili doğrultularda bilişsel, duygusal ve davranışsal olarak yönlendirdiğini de ortaya koymuştur. Kuşaklar arası aile sistemleri teorisinin uygulamaları içerisinde bireylerin kendi duygu ve düşünlerini bilme ve yönlendirme, diğer insanlarla duygusal olarak bağlantı ve etkileşim kurma yeteneklerini geliştirmeleri de oldukça önemlidir. 

Ayrıca, psikolojik sorunların duygusal kaynaşma yoluyla kuşaklar arası geçtiği ise bilimsel bir gerçektir. Bu düşünceye göre duygusal kaynaşma, kaygılı bir bağlanmadan türemektedir ve kuşaklara bağımlılık veya izolasyon sunma eğilimindedir. Bu durum, kişinin duygusal tepki vermeden önce düşünme ve hissetme kabiliyetini ve bireyin farklılaşmaya olan yeteneğini etkiler.

Sorunlar kuşaklar arası olarak, ayrışamamış aileler vasıtasıyla aileden çocuğa aktarılır ve işlevsiz döngünün gelecek kuşaklarda devam etmesine neden olur. Pek çok araştırma sonucu bu ihtimâli destekler niteliktedir. Şiddet, boşanma, yeme bozukluğu, depresyon ve alkolizm gibi olumsuz davranışların kuşaktan kuşağa aktarıldığına işaret eder. Buna göre, bağlanma deneyimleriyle beraber diğer duygusal süreçler de kuşaklar arasında aktarılabilmektedir ki bu, duyguların aile içindeki bireyin yaşamındaki ve iyilik hâlindeki merkezî rolüne katkı sağlar.

Her kuşağın işlerin yapılış süreçlerinde tercih ettiği metotlara izin verilmesi, sahalarda uyumlu çalışmanın ve esnek davranışların geliştirilmesi, kuşak farklılıklarının alana daha faydalı, yaratıcı ve yenilikçi olmasıyla sonuçlanır. 

Kuşaklar arasında

Üzerinde özenle durmaya çalıştığımız “kuşak” kavramı, özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra çalışılmaya başlamış ve bilimsel bir nitelik kazanmıştır. Bundan dolayı kuşak kavramının literatürdeki tanımına bakmakta yarar vardır: “İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar olan süreç içerisinde yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuş kişiler topluluğu kuşak kavramı olarak ifade edilmektedir.”

Bu tanım, belirli zaman aralığında doğan bireylerin benzer değer yargıları, davranışları ve yaşam biçimlerinin belirli bir çağda doğmuş olmalarından kaynaklandığı olgusuna işaret etmektedir. Her kuşağın bünyesinde birtakım karakteristik özellikleri ve değer yargılarını barındırmasından dolayı bireyler, doğmuş oldukları kuşak grubunun davranışlarına benzer özellikler gösterirlerken, diğer kuşak grubunun davranışlarından farklı özellikler sergilerler.

Fizik felsefesinin yaklaşımları her alanda olduğu gibi burada da kendini göstermiş, kuşak kavramında önce klasik yaklaşımlar, makine-insan gücü tartışılmış ve daha sonra diğer yaklaşımlar teorik olarak dillendirilmiştir. Şöyle ki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğanlara “sessiz kuşak” (geleneksel), sonraki kuşağa da “çalışanlar kuşağı” denilmiştir. Bu kuşak daha çok çalışkan, fedakâr ve itaatkâr olarak tanımlanmıştır.

Daha sonraki kuşaklar için “modern” diye tanımlanan tasnifler yapılmaya başlanarak işletme verimliliği için insanın öneminden söz edilmiştir. Bu dönem X kuşağı olup 1965 ile 1979 yılları arasında doğanları kapsamaktadır. Y kuşağı 1980 ile 1994 arasında doğanları kapsar ve bu kuşak, iş ve özel yaşamlarında denge kurmalarına rağmen X kuşağının aksine bağımsızlıklarına düşkün, teknolojiyi daha çok kullanan, eğlenceyi ve para harcamayı seven kuşaktır. Bu kuşağın yetişkin kuşaklar kadar çalışmaya çok yoğun zaman ayırmadıkları bilinmektedir. Söz konusu kuşağın kurallara daha az bağlı davrandığı, özel yaşamına daha fazla zaman ayırdığı ve saygı kavramına daha farklı baktığı da dikkatlerden kaçmamaktadır. Ayrıca, bu kuşakta sevgi duygusal derinlikte olmayıp daha çok ânı yaşama şeklindedir. Bunun dışında, 1995 yılından sonra dünyaya gelen M (1995-2002) ve Z kuşakları (2003 ve sonrası) ise henüz iş hayatında bulunmaktadırlar.

Geleneksel kuşak, X ve Y, farklı sosyo-kültürel ve teknolojik çağları yaşamış olmaları, söz konusu kuşakların tutumlarında ve beklentilerinde farklılıklar olmasını, farklı beklentileri olan kuşakları içerisinde barındıran iş hayatında önemli yönetim ve model sorunlarını gündeme getirmiştir. Farklı çağın şartlarını, dolayısıyla birbirinden farklı sıkıntıları, kaderleri paylaşmış, farklı ödevlerle yükümlü olmuş, birbirlerini anlamakta zorlanan kuşaklar arasında yaşanan huzursuzluklar ise dengeli toplumun, özellikle ailenin ana amacı olan üretkenlik, etkinlik, sevgi ve saygı hedeflerini olumsuz etkilemiştir. Nesillerin mevcut kodlarını sağlıklı ve başarılı bir şekilde aktarabilmelerinde toplumdaki kuşaklar arasında yaşanan farklılıkların etkin biçimde ve doğru olarak yönetilmesi şarttır.

Önemine binaen, M ve Z kuşaklarının özelliklerini biraz açmak istiyorum. M kuşağı, “internet çocukları ya da dijital kuşak” olarak adlandırılır. Normalde kuşakların 20 yıldan önce değişme göstermediği bilinmesine rağmen, günümüz dünyasının çok hızlı bir değişim ve dönüşüm içerisinde bulunması, söz konusu ara kuşağın oluşumunu beraberinde getiren faktörlerden biridir. Teknoloji dostu olmalarının ötesinde, bireysel, zor beğenen, küresel dünya vatandaşı düşünceleriyle dikkat çekmektedirler. Anne ve babaları olan X kuşağıyla teknoloji kullanımı açısından önemli farklılıklar taşıdıkları malûmdur. Söz konusu kuşağın ülkemizin nüfus, sağlık, eğitim ve gelir kategorilerinde önceki kuşaklardan daha şanslı bir dönemde dünyaya geldiğinin bilincinde olmadığı üzüntü vericidir ki bu kuşağın kültürel kodları daha çok küresel boyutta düşündüğü de toplum bilimciler tarafından gözlenmektedir. Bu, nesillerin ruhunun sonraki kuşaklara aktarılmasında önemli bir sorundur.

Z kuşağı ve dahası hakkında

Z kuşağı ise, bugünden tahmin yapmanın aslında zor olduğu, yakın geleceğin gizemli çocuklarıdır. Z kuşağının pek çok özelliği GSM tabanlı bir kuşak olacağına işaret etmektedir. Z kuşağı, dünya zevklerine düşkün, teknolojiyi hızlı şekilde kavrayan, işlerini kısa sürede ve titiz biçimde yerine getiren davranış özellikleriyle dikkat çekmektedir. Duygusal modları düşük, yalnız, geneli bencil, doyumsuz, dertsiz ve lükse düşkün yapıda büyümektedirler.

Bilişimi ileri derecede kullanan Z kuşağı, taşınabilen şekilde, hayatı ve dünyayı hep yanlarında istemektedirler. Bundan dolayı tüm küçük aygıtlarla arkadaşlık etmektedirler. Hayat standartlarında meydana gelen değişim ve dönüşümler Z kuşağı bireylerinin diğer kuşaklara nazaran apayrı bir dünyada yetişmelerini beraberinde getirmiş, özellikle teknolojide meydana gelen ilerlemeler, söz konusu kuşağın bireysel özelliklerinin diğer kuşaklardan ayrışmasına neden olmuştur.

Genel olarak tüm kuşaklar arasında her türlü kültür aktarımında uyumsuzluklar mevcuttur. Yeni kuşakların sivil toplum örgütlerine ilgileri önceki kuşaklarla mukayese edilmeyecek kadar azdır. Her kuşak daha çok kendi içinde uyumlu ve bağımlı ve de aktarıma açıktır.

Yeni kuşaklar denetimden hoşlanmayıp, az çalışıp çok kazanmanın çabasında. Millî ve manevî ruh ise daha alt düzeylerde. Bu konuda ailelerin büyük oranda kabullenme içinde olmaları gelecek için ciddî bir kültürel yıpranma yaşanacağının sinyalidir. Ekip ruhu ise oldukça farklı seyretmektedir. Zira her kuşak diğer kuşaktan farklı bir ahlâkî vasfa sahip ve bunu da tüm yaşam alanlarına yansıtmaktadır. Hoşgörü anlayışları toplumun değerleriyle ters düşse de yeni kuşaklar için sorun teşkil etmemektedir.

Kuşaklar arasındaki kültürel farklılıkların giderilmesi maksadıyla, günümüz şartlarında farklı kuşakları bünyelerinde barındıran yapılanmalar, etkili ve verimli iletişim yöntemlerinin gelişimi için ciddî uğraşı içindedirler. Kuşakların kendilerine ait tercihleri, beklentileri, özellikleri, inanışları, tecrübeleri ve çalışma stilleri, başarılı bir aktarım sürecinin ancak kuşaklar arasındaki farklılıkları anlamakla mümkün olacağını göstermektedir. Kuşaklararası farklılıklar olarak düşünülen ise, karşılıklı güvensizliğe dayalı pörsümüş bir ilişki yumağıdır. Kültürel kodların aktarımına özen gösteren her toplumun öncelikli görevi kuşak gruplarının özellikleri hakkında farkındalık duygusuna sahip olmasıdır. Kültürel motivasyon aktörleri, her kuşağın farklı özelliklerinin birbirlerine göre olumlu veya olumsuz taraflarının olduğunu bilerek yaklaşması, kuşakların heyecanını olumlu etkileyecek ve pozitif açılımlara neden olacaktır.

Kuşak farklılıklarının tanınması, iletişim becerilerine önem verilmesi ve işlerin yapılış süreçlerine tüm kuşakların dâhil edilmesi, kuşakların birbirleriyle çalışma yöntemlerini öğrenmelerini sağlayacaktır. Her kuşağın işlerin yapılış süreçlerinde tercih ettiği metotlara izin verilmesi, sahalarda uyumlu çalışmanın ve esnek davranışların geliştirilmesi, kuşak farklılıklarının alana daha faydalı, yaratıcı ve yenilikçi olmasıyla sonuçlanır. Yeni kuşakları iyi yönetmek, onların önem verdiği konulara özen göstermekle mümkün olabilir. Her kuşağın farklı değer yargılarına sahip olduğu göz önünde bulundurulmalı, söz konusu farklılıkların değerler eğitimiyle etkili bir şekilde yönetilmesi sağlanmalıdır.

Kuşaklar arası koordinasyonun sağlanması, kültürel anlaşmazlıkların giderilmesi ve daha önemlisi de kültürel kod aktarımının daha sağlıklı yapılabilmesi için şunlar öngörülebilir: Kuşakların etkileşim düzeylerini arttıracak ve nesilden nesle her türlü kod aktarımını yapacak millî bir sosyal iletişim platformu kurulmalıdır. Grup çalışmalarında değerlerimiz doğrultusunda her boyutta çalışmalara özen ve önem verilmelidir. Adaptasyon programları düzenlenirken kültürel kodlar referans alınmalıdır. Kültür aktörler kesinlikle siyâsî amaç gütmeden, millî ve manevî eksenli söylemlere sahip olmalıdır. Sık sık bölgesel toplantılar düzenlenerek bölgelerinde öne çıkmış şahsiyetlerle temaslar sağlanmalıdır. Alınacak ve uygulamaya sokulacak her türlü kararda tüm kuşakların katkısının olmasına dikkat edilmesi, kültürel kodların sağlıklı aktarılması bakımından elzemdir. Farklı ilgi alanlarına göre farklı kültürel düşünce atölyeleri de düşünülmelidir.

Sonuç

Sonuç olarak, tüm kuşakların katkı sunacağı “ortak kültürel mirasımız” adlı aktiviteler yapılmalıdır. Bunun için her türlü imkân ve kolaylık tüm yönetim ve yöneticiler tarafından acilen sağlanmalıdır. Zira toplumların sahip oldukları kültürel miras zaman içerisinde çeşitli faktörlerden dolayı değişime uğramaktadır. Sorun, yetişkin kuşakların zaman içerisinde değişime uğrayan kültürel yapının unsurlarını yeni kuşaklara anlatmada yeterince istekli davranmamalarıdır.

Kuşakların birbirlerini anlayabilmeleri, görüş, düşünce ve kanaatlerinde birtakım farklılıkların oluşmaması için yetişkin kuşakların gönüllülüğü şarttır. Çünkü toplumsal yapılarda kendisini hissettiren her türlü değişim, farklı kuşak türlerinin oluşmasını sağlar. Farklı kuşakların etkin sahalarda çalışmaya başlamalarıyla yeni doğrultulardan bakış açılarının gündeme gelmesini sağlarlar. Zaman zaman kuşakların sahip oldukları farklı değer yargıları birbirleriyle etkili iletişim kuramamayı ve birbirlerini yeterince anlayamamayı gündeme getirebilir. Tüm bu düşünceler kuşak farklılıklarının devlet aklıyla ele alınarak yönetilmesi gerektiği sonucunu doğurur.

Devlet erkinin kuşak farklılıklarının bilincinde olması, tüm kuşaklarla her türlü iletişim kanalına önem vermesi ve kuşakları işlerin yapılış süreçlerine dâhil etmesi oldukça önemlidir. Devletin kültürel aklı karma kuşaklar için kültür aktarımını doğru tanımlamalı ve iyi yönetmelidir.