COVID-19 salgınının yüksek
yoğunluklu günlerini İstanbul’da geçiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,
Ankara’ya geçtiğini bir sosyal medya mesajı ile duyurdu.
Bu,
Cumhurbaşkanı için bir ilk oluyor…
Zira
Sayın Başkan’ın bugüne kadar bir şehirden bir başka şehre geçişi herhangi bir
faaliyet anlamındaki duyuru kapsamında yayınlansa da bu seferki yeni sürecin,
hattâ “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”
sürecinin başladığına işaret eder gibiydi.
Söz
konusu sosyal medya mesajında sade bir fotoğraf kullanılabilirdi sanırım.
Hattâ
hiç kullanılmayabilirdi de…
Ancak
böyle bir yol seçilmemiş, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne ait yerleşkede bulunan 15
Temmuz Anıtı’nın yer aldığı açık alanda çekilmişti fotoğraflar.
Koskoca
bir avlu, arka plânda 15 Temmuz Anıtı ve tek başına bir Başkan…
***
Servis
edilen fotoğraflarıyla 15 Temmuz’u unutmadığını, unutmayacağını ve
unutturmayacağını ifade ediyor Sayın Başkan.
Peki,
o bu fotoğrafı vermese de biz unutur muyuz?
Belki
biz unutmayız ama unutanlar yok değil!
Kaldı
ki, en başından beri 15 Temmuz Anıtlarının inşâ edildiği yerleri doğru
bulmuyorum. İnanır mısınız, sırf bunun için…
Anıt,
taşla yazılı şiirdir; görülmek, okunmak ister.
Herkesin
göreceği, halka açık bir alanda sergilenen anıtsa, güftelenmiş ve dillere âdeta
anonim bir türkü olmuş eserdir.
Bu
eseri gören hatırlar. Bu eseri dost görünce sizinle aynı duyguyu paylaşır,
düşman görünce dehşete kapılır…
En
başından beridir etrafımdakilere söylüyorum, Külliye’deki 15 Temmuz Anıtı ya Ankara
Emniyet Müdürlüğü’nün önüne yerleştirilmeliydi yahut da Meclis ve Kuvvet
Komutanlıklarının bulunduğu kavşağa.
Zira
unutturmamak bu şekilde daha mümkün!
İstanbul’daki
anıt yine de yer bakımından anlamlıdır ama her an görülebilir bir mevkide
değildir.
***
Sayın
Başkan verdiği pozlarla dört yıllık hesaplaşmanın önümüzdeki süreçte millî
iradenin beklediği sonun getirileceğini ve mücadelenin bundan sonraki dönemde
en sert hâliyle yürüyeceğini dile getirmektedir belki de…
Bu
anlamda rehabilite edilmiş politikalar ve toplumsal terapilerle yeni bir yol
inşâ etmek gerektiği ortadadır.
Biz
ne kadar bu terapiye hazırsak ve ne kadar yeni bir yolculuk istiyorsak, bu
terapi ve yolculuk da bize o kadar faydalı olacaktır.
Terapi,
beyin yıkamak değildir. Beyin yıkamak unutturur, terapi ise temiz bir
konsantrasyondur.
Gözümüzle
göreceğimiz ve kalbimizle hatırlayıp zihnimizle unutmayacağımız 15 Temmuz’u
işaret eden bir anıta bizim ihtiyacımız olmayabilir, fakat unutanların ve yeni
mutabakata hazır hâle gelmesi gereken topyekûn millî iradenin buna ihtiyacı
var.