Andımız niçin kaldırıldı?

Öğrenci andında darbecilerin yaptığı her değişiklik, Kemal Paşa ile ilgili vurguların arttırılmasından başka bir şey değildi. Darbeciler için bu konu çok önemliydi. Çünkü Türkiye’de geçim sıkıntısının artması, işsizliğin çoğalması, sağlık sorunlarının patlaması, üniversiteye gidemeyen gençlerin hızla artması, dış borçların ödenemez duruma gelmesi, Türk para değerinin yerlerde sürünmesi, Türkiye’de mutsuz, huzursuz insanların mutlu ve huzurlu olanlardan çok daha fazla olması gibi temel problemlerin çözümünde tek çare Atatürkçülük idi. Ona sıkı sıkıya bağlı kuşakların yetişmesiyle bu sorunlar kökünden çözülmüş olacaktı…

CÂMİYE gitmeyen, namaz kılmayan bir kadro, 1932’de câmiye giden ve namaz kılanlar için Türkçe ibadet ve Türkçe ezan zorunluluğu getirdi. Câmilerde günde beş kez ezanın Türkçe okunması şartını getirdikleri gibi namazın da Türkçe kılınması için özel önlemler aldılar, kampanyalar başlattılar. Üstelik bu işler milliyetçilik adıyla, Türkçülük adıyla yapılmaya başlanmıştı. Zaten tek parti döneminde İslâm karşıtı olarak yapılan zorbalıkların birçoğu için “Türklük” adı bir ambalaj ve örtü olarak seçilmişti.

O kadronun içinde Reşit Galip’in (Ö.1934) de özel bir yeri vardı. Rodos göçmeniydi. Tıp doktoruydu. Ömür boyu bedenî ve ruhî hastalıklar yaşamıştı. Dinle imanla da arası iyi değildi. Meslek icabı bu konuları bilen birisi hiç değildi. Türkçe namaz ve Türkçe ezan konusundaki tutumundan memnun kalan Kemal Paşa, onu 19 Eylül 1932’de Millî Eğitim Bakanı yapmıştı.

Bakanlığı döneminde çıkarılan özel bir yasa ile kendisine verilen yetkiyi kullanarak İstanbul Darülfünunu 1933’te kapattı. Bir ay sonra İstanbul Üniversitesini kurduğunu ilân etti. Herkes bu büyük devrimin, “darülfünun” yerine “üniversite” kelimesinin kullanılmasından ibaret kaldığını zannetmişti. Çok geçmeden öyle olmadığı anlaşıldı. Darülfünundaki 450 hocanın yaklaşık 300 tanesinin de işine son vermişti. Çünkü bu hocaların inkılaplar için heyecan duymadıklarını, inkılaplara bağlılıklarından kuşku duyulduğunu açıkladı. Yani CHP’li değillerdi.

Reşit Galip, görevine son verdiği 300 darülfünun hocasının yerine Almanya’da Nazilerin üniversiteden kovduğu Yahudi hocalarını getirip yerleştirdi. Türk hocaların heyecan duymayıp bağlı kalmadıkları inkılaplara Almanya’dan ithal edilen Yahudilerin nasıl heyecanla bağlandıkları anlaşılamadı. Hiçbir zaman rasyonel bir açıklaması yapılmadı. Bu olay, “Atatürk’ün üniversite reformu, üniversite inkılabı” diye tarih kitaplarına geçmiş oldu.

Reşit Galip, Bakan iken, kendince önemli bir şey daha yaparak Almanya ve İtalya gibi tek partili bazı Avrupa ülkelerinde görülen bir uygulama daha başlattı: Okullarda öğrencilerin her sabah bahçede toplanarak bir yemin metni okumalarını kararlaştırdı. “Yemin” kelimesi Arapça olduğundan, onun yerine “ant” denildi. Afet İnan’ın iddiasına göre, Reşit Galip, 23 Nisan 1933 sabahında kendi kızları ile selâmlaşırken bir metin oluşturmuştu (Atatürk’ten Hatıralar ve Belgeler, 2015). Böylece Reşit Galip’in kendi kızları ile selâmlaşmasından ortaya çıkardığı metni 1933’ten itibaren ilkokullarda okunmaya başlanmıştı:

Öğrenci andı

Türk’üm. Doğruyum, çalışkanım.

Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir.

Ülküm yükselmek, ileri gitmektir.

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.”

***
Almanya ve İtalya gibi ülkelerde tek parti idarelerinin yıkılması ile birlikte bu uygulamalar da kalkmıştı ama Türkiye’de 39 yıl bu metin ilkokullarda her sabah öğrencilere okutuldu.

12 Mart 1971 Askerî Darbesi’ni yapanlar, metinde çok önemli bir eksiklik ve yetersizlik keşfetmişlerdi(!). Çünkü metinde “Atatürk” adı geçmiyordu. Dönemin şartlarında kimse de darbecilere, “Yahu Kemal Paşa isteseydi kendi adını 1933’te yazdırırdı!” diyemedi. Askerler, Türkiye’nin sahibi, kurtarıcısı, kurucusu sayılır ve onların sözleri üzerine söz söylenemezdi. 1972’den itibaren ant şöyle oldu:

Öğrenci andı

Türk’üm, doğruyum, çalışkanım.

Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi canımdan çok sevmektir.

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.

Ey bu günümüzü sağlayan Ulu Atatürk! Açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim.

Ne mutlu ‘Türk’üm’ diyene!”

***

1971’de millî egemenliğe karşı isyan edip halkın seçtiği iktidarı zorla deviren darbeciler, öğrenci andına sadece “Atatürk” adını eklemiş olsalardı belki şık olmazdı diye düşünmüş olmalılar ki öğrenci andına Kemal Paşa’nın bir sözünü de ekleyip öğrenciler için bir de hedef seçmişlerdi. Öğrencilerin hedefi, Kemal Paşa’nın açtığı yol olacaktı. Gerçi o yol tek partili, seçimsiz, muhalefetsiz ve özgür basını olmayan bir ülkeydi. Ancak cuntacılar için de çok partili, özgür seçimli ve özgür basınlı bir Türkiye zaten makbul olmayan işlerdi.

Türkiye’de her askerî darbenin gerekçeleri arasında daima ilk sırayı “seçilmişlerin Atatürkçülükten, onun yolundan sapmaları” almıştır. Dolayısı ile her askerî darbe döneminde Atatürkçülükten sapmayı engelleyecek önlemler ve buna göre tahkimat yapılması bir gelenek olmuştur. Nitekim 28 Şubat 1997’deki darbeciler de bu geleneğe heyecanla uymuşlardı. Onların bulduğu çarelerin arasında öğrenci andına yeni ilâveler yapmak da vardı:

Öğrenci andı

Türk’üm, doğruyum, çalışkanım.

İlkem; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.

Ülküm yükselmek, ileri gitmektir.

Ey büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim.

Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.

Ne mutlu ‘Türk’üm’ diyene!”

***
Öğrenci andında darbecilerin yaptığı her değişiklik, Kemal Paşa ile ilgili vurguların arttırılmasından başka bir şey değildi. Darbeciler için bu konu çok önemliydi. Çünkü Türkiye’de geçim sıkıntısının artması, işsizliğin çoğalması, sağlık sorunlarının patlaması, üniversiteye gidemeyen gençlerin hızla artması, dış borçların ödenemez duruma gelmesi, Türk para değerinin yerlerde sürünmesi, Türkiye’de mutsuz, huzursuz insanların mutlu ve huzurlu olanlardan çok daha fazla olması gibi temel problemlerin çözümünde tek çare Atatürkçülük idi. Ona sıkı sıkıya bağlı kuşakların yetişmesiyle bu sorunlar kökünden çözülmüş olacaktı.

Gerçi 1923’ten itibaren yapılanlar bundan başka bir şey değildi. Buna rağmen temel sorunlar hızla büyümüştü. Ancak o sorunların çözümü için Atatürkçülükten başka bir çözüm yolu bilmeyen darbeciler, her defasında öğrenci andı metnine ilâve ettikleri yeni Atatürk vurgusu ile bu sorunların çözüleceği mitolojisine bir kere daha inanmışlardı.

Yine de bu metinde önemli bazı sorunların varlığı, elbette darbecilere karşı söylenememişti. Kemal Paşa cumhurbaşkanı ve başkomutandı ama aynı zamanda CHP’nin de genel başkanıydı. Bir partinin genel başkanının, tek partili idaresinin tartışılamaz mutlak bir hedef olarak, hem de bir yemin olarak ilkokul öğrencilerine her sabah okutulması ne derece isabetlidir?

Seçim kazanmış, iktidar olmuş diğer partilerin genel başkanları da kendi adlarının öğrenci andında geçmesini isteyemezler miydi? “Hiçbir seçim kazanmamış olan Kemal Paşa’nın adına yeminler edilirken, seçim kazanmış olan bizlerin de adı o metinde olmalıdır” derlerse bu sorun nasıl çözülecekti?

Girdiği bütün seçimleri 2002’den beri kazanmış olan AK Parti ve Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2013’te başkanı olduğu hükûmetinde aldığı bir karar ile öğrenci andının okullarda okutulmasını kaldırdı. Tek parti döneminin özlemi ve heyecanı ile yaşayan muhalefet çevreleri bu karara şiddetli tepki gösterdiler. “Okullarda öğrencilere ‘Türk’üm’ demenin yasaklanması” gibi akla ziyan iddiaları sıraladılar.

İlginçtir, öğrenci andını kaldıran hükûmet kararını, mahkemeye Kemal Paşa’nın partisi CHP değil, Türk Eğitim-Sen adlı sendika götürdü. İlkokul seviyesindeki öğrencilerin varlığını Türk varlığına armağan etmesi bahanesiyle, varlıklarını bir şahsa, hem de bir partinin, CHP’nin genel başkanına armağan etmesini bir zorunluluk ve varlık nedeni gibi kabul eden bu sendika, hükûmet kararının iptali için kararı idare mahkemesine taşımıştı.

Danıştay 8’inci Dairesi, 2018’de MEB’in İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin “Öğrenci Andı” başlıklı 12’nci maddesini yürürlükten kaldırılması isteği ile Türk Eğitim-Sen’in açtığı dâvânın sonunda yönetmelik maddesini iptal etmişti. Ancak MEB, bu karar üzerine Danıştay Dâvâ Daireleri Genel Kurulu’na müracaat etmişti. İşte o genel kurulda alınan karar, sonunda ilkokullarda andımızın okutulmasını kaldırmış oldu. Böylece bu dâvâ kesinleşmiş oldu.

Bu kararın ardından hemen itirazlar başladı. ABD’de 1892’den beri benzeri bir marşın okunduğu haber oldu. Oysa ABD’deki marşta hiçbir parti liderinin adı yer almamıştır. Hiçbir parti liderine bağlılık ya da ABD’lilerin varlıklarının o parti başkanına armağan edilmesi gibi bir cümle yoktur. Dolayısı ile ABD örneği ile Türkiye’deki uygulama arasında bir benzerlik söz konusu değildir.

İkinci olarak, “Türk’üm” diyemeyenlerin andımızı kaldırdığı iddiası fısıltı gibi dolaşıma sokulmuştur. Her sabah “Türk’üm” demek gerekli ise, bu gereklilik neden ilkokul çocukları ile sınırlı kalmıştır? Ortaokul, lise, hatta üniversite öğrencileri, kamu görevlileri ve vatandaşlar niçin bu gerekliliğin dışında tutulmuştur? Bu andımızın devamını isteyen partiler, sendikalar, vakıflar, dernekler her sabah evlerinde, iş yerlerinde, hatta meydanlarda bu andımızı toplu hâlde okuyabilirler. Hiçbir mevzuat engeli yoktur buna.

Andımızda yer alan “Ne mutlu ‘Türk’üm’ diyene” sözünün bir şemsiye olduğu, Truvalı Hektor ile İzmirli Herodot’u bile kapsadığı iddialarının elbette mizahî bir değeri olur. Ancak mizah sınırları dışında bir değerinin olması kuşkuludur. Evet, Türk tarih tezi ile Türk’ün İslâmiyet sonrası tarihini dışarıda tutan ama Hititlileri, İonları, Urartuları içine almaya çalışan bir şemsiye icat edilmeye çalışıldı. Fakat bu şemsiye o kadar mizah içerikliydi ki şimdi kimse onu hatırlamak istemiyor.

Hiçbir siyâsî parti başkanının adı ve ona bağlılık yemini okullarda olmamalıdır. Dünyada bunun bir örneği yoktur. Türkiye’de okullar, CHP’nin yan kuruluşu olmaktan çıkarılmalıdır. Türk varlığı asla bir partiye ve onun genel başkanına armağan edilmemelidir. Tek parti dönemi, hedef olarak Türk gençlerine gösterilmemelidir. Böyle bir hedef bütün temel insan hakları için bir tehdittir. Nitekim Türkiye’de ardı arkası kesilmeyen askerî darbeler sürekli tek parti dönemine duyulan özlemle tekrarlanmaktadır.

Halkın seçtiği, millî egemenliğin temsilcisi olan seçilmiş iktidarlar, darbeciler tarafından “Atatürk ilkelerinden sapmakla” suçlanmıştır. Atatürk ilkeleri CHP’nin altı okudur. CHP’li olmayanlardan CHP’nin altı okuna bağlı kalmalarının istenmesi, geçen yüz yıldan kalan tek parti takıntısıdır.