Anayasa değiştirilemez

Dünya tarihinde anayasalar, özgürlükleri kaldırmak ya da tehdit altına almak için değil, özgürlükleri garanti altına almak iddiasıyla oluşturulmuştur.

ANAYASA değişikliği tartışması bütün Türkiye’de hiç yoktan bir heyecana sebep olmaktadır. Büyük partilerin, şöhretli insanların bu değişiklik isteğinden heyecan duymalarını, “Şöyle olsun, böyle olsun” diye teklifler sunmalarını anlamak zor.

Önce şunu teslim etmeli: 1982 Anayasası, 12 Eylül Darbecilerinin, Kenan Evren’in en büyük eseridir. Bu esere itirazı olmayanların darbeciliğe karşıymış gibi rol kesmeleri gülünçtür. 

12 Eylül Darbesi’nin bütün kurumları ve kuralları ile birlikte ortadan kaldırılması için önce onun anayasasını çöpe atmak gerekirdi. Darbenin üzerinden 44 yıl geçmesine, hatta Kenan Evren ve suç ortaklarından Tahsin Şahinkaya müebbete mahkûm olmasına rağmen, başta anayasası olmak üzere eserleri hâlen ayaktadır.

Anayasa değişikliğini heyecanla tartışanlar, bilerek ya da bilmeyerek bu anayasa işini çok fazla ciddiye aldıklarını göstermektedirler. Anayasa işi elbette önemsiz değildir ancak bu kadar önemli olmadığını gösteren yakın ve uzak tarihten iki olayı hatırlamak gerekir.

Yakın tarihteki örnekte, 2011-2013 yılları arasında Türkiye, sabah akşam anayasa değişikliğini tartışmıştır. Hatta bunun için illerde toplantılar yapılmış, komisyonlar kurulmuş, STK temsilcilerinin görüşleri alınmış, fazladan AK Parti, Prof. Ergun Özbudun’a yeni bir anayasa metni hazırlatmıştır. Bütün bu hazırlıklar, toplantılar ve komisyonlar, heyecanlı bazı şahısların, “O cümle öyle değil, böyle yazılmalı” diye bağrışmaları ile hep birlikte çöp olmuştur. Yeni bir anayasa değişikliği tartışmasının ve müzakerelerinin çöp olmayacağını kim garanti edebilir? 

2011-2013 arasında Türkiye, üç yılını anayasa değişikliği tartışması ile geçirmiş, sonra o tartışmalar “bir varmış bir yokmuş” durumuna gelmiştir. En azından zaman kaybı olmuştur.

Uzak tarihten örnek ise, 1921-1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yani Anayasasıdır. O anayasaya göre TBMM’nin görevi, ahkâm-ı şeriyyeyi uygulamaktır (Madde-26). Türkiye Devleti’nin dini İslâm’dır (Madde-2). Anayasasında bu maddelerin olduğu Türkiye’de, 1920-1938 arasında bilinen ölümcül değişiklikler yapılmıştır. Hatta 1924 Anayasası, bu maddeler değiştirilerek 1960 Darbesi’ne kadar yürürlükte kalmıştır.

“TBMM’nin görevi ahkâm-ı şeriyyeyi uygulamaktır, o hâlde biz İsviçre’den medenî kanun alamayız" denilmemiştir. Ya da “TBMM’nin görevi ahkâm-ı şeriyyeyi uygulamaksa, şeriat mahkemeleri kapatılamaz” diyen olmamıştır. Şamanist çizgide siyaset yapan bir uç partinin lideri, ara sıra, “Biz 1921 Anayasası’nı değil, 1924 Anayasası’nı örnek almaktayız” diye naralar atarken, yukarıdaki maddeleri bilmiyor olabilir mi? Mümkün değil. Herkesin bildiğini o neden bilmesin?

Türkiye’de Kemalist düzen inşa edilirken ve Batı’nın her şeyini taklit etmeyi varlık nedeni sayan işler yapılırken, 1924 Anayasası vardı. Tek partili CHP istibdadı kuruldu ve bilinen işler yapıldı. Anayasa o işlere engel olamadı. Anayasa nasıl engel olabilirdi ki? CHP Genel Başkanı Kemal Paşa, Ocak 1923’te İzmit’teki basın toplantısında, “Her şeyin üstünde inkılabın hukuku vardır” demiştir. İnkılap hukuku ise yazılı değildir. Neleri kapsadığını gören, anlayan yoktur. İnkılabın hukukunu yalnızca Paşa ve yakın çevresi bilmektedir.

Şimdi yeni bir anayasa tartışmasının ya da atışmalarının içindeyiz. Bir taraf “Darbe anayasası Türkiye’ye yakışmıyor, bunu değiştirmeliyiz” derken, diğer tarafsa buna şiddetle itiraz etmektedir. “Darbe anayasasını değiştirmeliyiz” diyenlerin, “İlk dört maddeye itirazımız yoktur, onlar olduğu gibi kalacaktır” demeleri tuhaf değil midir? İlk dört maddeye itirazınız yoksa, geriye ne kalmaktadır?

1982 Anayasası, evet, bir darbe anayasasıdır. Ancak aynı zamanda bir şahıs anayasasıdır. İlk dört maddeyle bir şahıs anayasası olma özelliği korunmuştur. Bu maddelere itirazı olmayanların, “Darbe anayasası değişmeli” söylemi inandırıcı değildir. İlk dört maddeye dokunulmazsa, son üç maddeye el sürülmezse, ortada birkaç maddeye el atılmazsa, anayasanın nesi değişmiş olacaktır? Hepsini değiştirmek mümkün değilse, bazılarını değiştirmenin kime ne zararı olabilir? 

Evet, bu zaviyeden hareketle Türkiye, 12 Eylül 2010’da Anayasa Değişikliği Referandumu yapmış, darbe anayasasının bazı maddeleri, halk oyu ile değiştirilmiştir. Aradan 14 yıl geçtikten sonra yeni bir anayasa değişikliğinden ve bunun ihtiyacından söz edilmesi, parçalı değişikliklerin derde deva olmadığını göstermez mi? Toptan, esaslı bir değişikliğe itirazı olup “İlk dört madde kalsın” demelerinden sonra “darbe anayasasından” şikâyet etmek inandırıcı değildir.

İlk dört maddenin değiştirilmesini isteyenleri ise siyasî bir kampanya ile mahkûm etme yarışı başlamıştır. 

“İlk dört madde ile Türk milletinin egemenlik hakkı garanti altına alınmıştır; kimse bunları tartışma konusu dahi yapamaz” denilmektedir. Dikkat edilirse, burada “milletin egemenlik” hakkı iddiası ile yüzyıllık istibdadın üstü örtülmektedir. Türk milleti mi lâikliği istemiştir? Hangi referandum ile Türkiye’de lâiklik kabul edilmiştir? Bu iddialar birer hezeyandan öteye, taammüden milleti “millet egemenliği” hikâyesi ile yeniden aldatma yarışıdır.

Mehmet Uçum Bey, “Değiştirilemez olarak bilinen ilk dört madde, milletimizin vazgeçilmezidir” demektedir. Millet adına hayâl bir egemenlik tesis edildiği gibi, hayâlî bir vazgeçilmezlik de tesis edilmiştir. Bütün bu işlerden elbette milletin haberi yoktur.

Hatırlanmalıdır ki, 1924-1961-1982 Anayasalarının hepsinde ilk dört madde farklıdır. Bunları okuyup dinleyen zanneder ki, “ezelden beri ilk dört madde” diye bir heyula vardır. 

Bir defa 1924 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu), içeriği itibarı ile bir “İslâm Cumhuriyeti” anayasası özellikleri taşımaktadır. Oysa işte bu 1924 Anayasası’ndan tek partili bir istibdat idaresi çıkmıştır.

Bir önemli husus da anayasaya “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükmünün nasıl girdiğinin unutulmasıdır. Böyle bir hüküm, ilk defa 27 Mayıs darbecileri tarafından hazırlanan 1961 Anayasası Madde-9 (“Devletin şeklinin cumhuriyet olduğu Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez”) ile girmiştir.

Darbeciler birbirlerinden etkilendikleri gibi, birbirleri ile de yarışmışlardır. 27 Mayıs darbecileri, “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükmünü sadece “cumhuriyet” ile sınırlı tutmuşken, 12 Eylül darbecileri ise daha çok Kemal Paşacı olmak ve 27 Mayıs darbecilerinden geri kalmamak için hazırladıkları 1982 Anayasası’nda, “Değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükümlü madde sayısını dörde çıkarmışlardır.

Günümüzde “İlk dört maddeye dokundurtmayız” diye nara atanlar, aslında darbecilerin kararlarına borazan olmaktadırlar. Millete rağmen değiştirilmesi teklif dahi edilemeyenlerin olduğu bir ülkede, özgürlükten ve özgür seçimlerden söz edilemez. Anayasasında böyle bir maddenin olduğu ülkede seçim özgürlüğü olmadığı gibi, diğer temel haklar da tehlike altında demektir. 

Bu ülkede anayasa değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez

Oysa dünya tarihinde anayasalar, özgürlükleri kaldırmak ya da tehdit altına almak için değil, özgürlükleri garanti altına almak iddiasıyla oluşturulmuştur.

Türkiye bu bakımdan istisnaî bir örnektir. Türkiye’nin anayasaları temel hakları korumak için değil, sınırlandırıp tehdit altında tutmak için yazılmıştır. Bu yüzden Türkiye’deki anayasaların, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına zırnık katkısı olmamıştır. Aksine, halka baskı yapan müstebitlerin zulümlerine bir hukuk kılıfı teşkil etmiştir.

Yine Mehmet Uçum’un “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerin kurucu ataların bir tavsiyesi olduğu” iddiası, bir yanılma ve yanıltmanın formülüdür. Türkiye’nin idarî mevzuatında kurucu atalar yoktur; kurucu ata diye yalnız bir kişinin, bir siyâsî parti genel başkanının tayin ediciliğine vurgu yapılmaktadır. İlginçtir, bu vurguyu en yüksek sesle yapanlar, darbeciler olmuştur. Anayasa metnine “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerinin eklenmesi, bunun dikkat çeken örneğidir. 

Konunun hepsi bundan ibaret değildir.

Bir siyâsî parti genel başkanının ilkelerine ve onun adına düzenlenmiş milliyetçiliğe yer veren bir anayasa, o şahıs ve o parti için ideal bir anayasa olabilir. Ancak böyle bir anayasanın bütün ülkeyi ve bütün halkı kapsamaktan aciz olduğu açıktır. Bu yüzden anayasaları bir şahıs ve bir parti ile ve o partinin icraatlarına dokunulmazlık kazandıran metinlerle sınırlandıran anayasalar, halk iradesinin ve düşünce özgürlüğünün önünde önemli bir engel durumundadırlar. Bütün bunları değiştirmeyi hedeflemeyen anayasa değişikliği girişimleri beyhudedir.

Padişahlık varken ülke kayıtsız şartsız padişahın mülkü bilinir, bu yüzden adına “memalik-i şahane” denilirdi. Günümüzde bu memalik-i şahanenin yerini memalik-i Kameliye almış bulunmaktadır. Başta anayasa olmak üzere bütün idarî mevzuat, yalnızca bir kişinin yaptıklarına göre düzenlemektedir. Üstelik bu düzenlemeleri kalıcı hâle getirmek için hayâlî bir “ülke kuruculuğu” unvanı icat edilmiştir.

Türkiye’de anayasa değişikliği TBMM’de dört yüz üyenin “Evet” oyu ile mümkündür. Aksi hâlde 360 üyenin “Evet” oyu ile halkoyuna götürülerek yapılabilmektedir. Anayasayı değiştirmeye hevesli görünen Cumhur İttifakı’nın TBMM’de 360 üyesi yoktur. Dolayısıyla anayasa değişikliği isteyen kesimin bir anayasa değişikliği yapması mümkün değildir. Bundan dolayı boşuna heyecanlanmak, akıl yürütmek ve nihayetinde bir değişiklik beklemek beyhudedir. Bu hâliyle anayasa “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” durumdadır.