“Analar insandır, biz insanoğlu”

Kadın, adama “Her şeyini al da çek git!” diyerek kızdı. Adam gülümsedi, kadının elinden tutup onu da yanında götürdü.

SEVGİLİ dostlar, bu ayki sayımızda sizlerle çok özel ve farklı bir konu üzerinden buluşmak istedim: “Kadın”. Konu “kadın” olunca, kadın ile erkek eşitliği meselesi de ardından geliyor elbette. Başlayalım mı?


Kitaplara göre, yeryüzünde bugün yaşayan bütün insanlar Hazreti Nuh’un (as) soyundan. Kendimce düşündüm de, Allah rahmet eylesin, rahmetli Neşet Ertaş’tan duyduğum bir söz geldi aklıma: “Analar insandır, biz insanoğlu…”


Hazreti Nuh’un dört oğlu vardı: Sam, Ham, Yafes ve Yam (diğer adıyla “Kenan”). Bu oğullarından üçü -Sam, Ham ve Yafes- ona iman etti. Ancak dördüncü oğlu Kenan, eşi ve ailesinden bazıları inkârlarında ısrar ettiler ve iman etmediler. Bu nedenle Tufan’da kavmiyle birlikte helak oldular. Allah Teâlâ, Hazreti Nuh’un (as) oğullarından üçü olan Sam, Ham ve Yafes’i seçti ve yeryüzünü onların nesliyle şenlendirdi. Böylece insanlığın ikinci dönemi bu üç oğlun soyundan başladı. Tufan sonrası yeryüzünde sadece Hazreti Nuh’a iman eden insanlar kaldı. Ancak onlardan nesil türemedi. Yeryüzündeki bütün insanlar yalnızca Hazreti Nuh’un bu üç oğlunun soyundan türedi.


Hazreti Nuh’un üç oğlu ve soyları


Hazreti Nuh’un (en büyük oğlu) Yafes, kuzeybatı topraklarına yerleşti ve Avrupalı ırkların atası oldu. Türkler, Yecüc ve Mecüc, Sakalibeler (Slavlar), Tatarlar, Ruslar, Deylem, Çinliler ve Yunanlılar ondan türedi. Yafes’in çocukları doğu ve batıya, hatta kuzeyin en uç noktalarına kadar yayıldılar.


Sam bin Nuh (ortanca oğlu), Yemen topraklarına yerleşti ve burada “Sam Şehri” adında bir şehir kurdu. Bu şehir, günümüzde “San’a” olarak bilinir. Cürmükler, Cilanlılar, Süryaniler, İbraniler, Kürtler, Nebatiler, Araplar, Farslar ve Rumlar ondan türedi. Sam’ın nesli güzel yüz hatları ile tanınırdı. Arapların, Farsların ve Rumların atasıdır. Onun soyundan Ermeniler, Asurlular ve Beni İsrail (Yahudiler kendilerini “Semitik” olarak adlandırır ve Arapların akrabası olduklarını ileri sürerler) türedi. Sam’ın soyundan gelenler çoğunlukla Arap yarımadasına yerleştiler.


Ham bin Nuh (en küçük oğlu), Tufan sonrası Afrika topraklarına yerleşti. Onun soyundan Hintliler, Habeşliler, Nubililer, Zenciler, Gotlar, Kenanlılar ve Zevile halkı türedi. Ham’ın oğlu Misraim Mısır’a yerleşerek Firavunlar medeniyetini kurdu. Onun soyundan da

Libyalılar ve Berberiler türedi. Ham’ın soyundan gelenlerin çoğu siyah tenli, sert yüz hatlarına ve güçlü fiziksel yapıya sahipti. Afrika ve Şam topraklarında yaşadılar.


Görüldüğü gibi bugün yaşayan tüm insanların kökü Hazreti Nuh’un üç oğluna dayanır. Onların soyundan gelenler yeryüzünün farklı bölgelerine yayılmış ve insanlık tarihinin temel taşlarını oluşturmuşlardır. Öyleyse bu kıtlık, bu kavga neden? Paylaşamadığımız ne var bu geçici dünyada? Yetmiyor, bir de cinsiyet ayrımı üzerinden “Erkek üstün, kadın eksik” diye çabalayanlar var.


Düşünmez misiniz; kadın ve erkek bir elmanın iki yarısı. Kadın ile erkek, birbirini tamamlayan tek vücut. Ancak ikisi de varsa yaşam anlamlı. Her iki cins birbiriyle hayat buluyor. Nedendir, modern toplum dayatması güç kavgasını körüklüyor, kadınları iş hayatının içinde güçsüz kılarak kendine esir olarak düşünüyor.


Şeytanın tüm amacı insan neslini bozmak


Dünyada insan nesli var oldu olalı, yaratılan kadın ile erkek sayısındaki yakın eşitlik dahi kâinatta tesadüflere mahal kalmadığını, her şeyin nihayetsiz bir ilmi, kudreti, kuvveti ve hikmeti olan Zât tarafından “yaratıldığını” izhar ediyor. Peki, buna rağmen küresel şeytanî sistem neden LGBT’yi destekleyip yaygınlaştırıyor? Psikiyatri dernekleri neden cinsiyet değişiminin propagandasını yapıyorlar?


Erkek erkeğe, kadın kadına olur veya cinsiyet değişirse, üreme olmaz. Böylece insan nesli tükenir. Resûlullah (sav), erkeklerden kadınlara benzemeye çalışanları ve kadınlardan erkeklere benzemeye çalışanları lânetlemiştir (Buharî). Ve İslâm, fıtrat/yaratılış dinidir, insanın fıtratını korumayı emreder, insanın fıtratının bozulmasını yasaklar. 


Yaratılışı, fıtrî asaleti ve güzelliği korunması gereken sadece bitkiler, hayvanlar, doğa ve çevre değildir. İnsanın da korunması gerekir. Ne gariptir ki, günümüzde çevreyi/doğayı korumak önemli bir hedef olarak toplumların önüne konulurken, insanın kendisi unutuluyor. Esas insanın doğasının korunması gerekiyor. Günümüzde insanın doğası/fıtratı, tarihte hiç yaşanmamış ölçekte bozuluyor ve tahrip ediliyor.


Maddi, fiziki yönden insan doğası bozulduğu gibi manevi, ruhi yönden de insanın doğası/fıtratı bozuluyor, tahrip ediliyor. Erkek-kadın eşitliği sloganı altında erkeğin ve kadının yaratılışı, doğası bozuluyor. Cinsiyetsizlik, toplumsal cinsiyet gibi safsatalarla akıllar iğdiş ediliyor. Estetik ameliyatlar çılgınlık hâlini almış durumda. Fıtrata/yaratılışa ve bunu bize bahşeden Yaradan’a dönüp O’na sığınmak en büyük ve tek çaredir. İnsanlık buna bugün her şeyden daha çok muhtaçtır.


Erkek ve kadın, yuva kurduğunda bir elmanın iki yarısıdır. Kadın ve erkek eşit değil, eştir. “Eşit” diyerek birinin sorumluluk ve yükünü bir diğerine yüklemek zulümdür. Fıtratı inkâr kimseye bir şey kazandırmadı, kazandırmaz. Mevlâ kime ne sorumluluk yüklediyse ona uygun ve müsait şekilde yaratıp donatmıştır.


Eşin, hayatındır. Bilgili, görgülü, bilinçli, ahlâklı, duyarlı, inançlı birine rastlarsan bilgin, görgün, bilincin ve ahlâkın artar. Cahil, kibirli ve ahlâksız birine rastlarsan cehaletin, kibrin ve ahlâksızlığın artar. Birlikte yürüdüğün insanlarla hemhâl olur, sonra bir hâl ölürsün.


Kadın fıtratı konusu, kültürel, dini, sosyal ve bireysel perspektiflerden oldukça geniş bir yelpazede değerlendirilebilir. Farklı kültürler, kadınların doğasını ve rollerini farklı şekilde tanımlar.

Örneğin, bazı kültürlerde kadınlar aile içinde daha çok bakıcı, ev yöneticisi olarak görülürken, diğer kültürlerde kadınların toplumda daha fazla profesyonel rol üstlenmesi teşvik edilir. Bu kültürel farklılıklar, kadının fıtratına dair algıları da şekillendirir.


Birçok dinî inanç sisteminde kadının rolü ve sorumlulukları özellikle vurgulanır. Örneğin İslâm’da kadınların annelik ve aile içindeki sorumlulukları kutsal sayılırken, Hıristiyanlıkta kadınların aile ve kilise içindeki rollerine dair farklı yorumlar bulunur. Ancak modern dönemde birçok din içinde kadınların daha eşit ve aktif roller alması için yapılan reformlar da mevcuttur. Sanayi Devrimi ve sonrasında yaşanan ekonomik değişimler, kadınların işgücüne katılımını artırarak onların fıtratına dair geleneksel algıları da dönüştürmüştür. Kadınlar artık sadece ev içi sorumluluklarla değil, aynı zamanda kariyer, eğitim ve toplumsal katılım konularında da mesuliyetler üstlenmektedir.


Kadınların doğası ve aldıkları sorumluluklar, bireyin kendi kişisel değerleri, eğitimi, yaşam deneyimleri ve tercihleri ile de şekillenir. Her kadın, zaman içerisinde kendine özgü bir kimlik ve sorumluluk anlayışı geliştirir. Bu konular, toplumların ve bireylerin sürekli değişen dinamikleri içinde her zaman tartışılmaya açıktır. Kadının fıtratı ve üstlendiği mesuliyetler, cinsiyet eşitliği, feminizm, iş ve aile dengesi gibi modern tartışmaların da odağında yer alır. Bu bağlamda, kadınların fıtratına dair genellemeler yapmak yerine, her bireyin kendine özgü yaşam deneyimlerini ve seçimlerini göz önünde bulundurmak önemlidir.


Çocuklar, ancak “anne ile babanın” rol çatışması ve nefis kavgası içine girmedikleri ailelerde mutlu, huzurlu ve güvende olurlar. Duruşu, ahlâkî erdemi yüksek, kendine saygısı olan bir kadını, evvelâ kendi annesi, ablasından dolayı empati gücü yüksek, ruhu, kalbi terbiyeli bir erkek fark edebilir. Ahlâksız olanı hiçbir beyaz örtü pak etmez.




Eşin, hayatındır. Bilgili, görgülü, bilinçli, ahlâklı, duyarlı, inançlı birine rastlarsan bilgin, görgün, bilincin ve ahlâkın artar. Cahil, kibirli ve ahlâksız birine rastlarsan cehaletin, kibrin ve ahlâksızlığın artar. Birlikte yürüdüğün insanlarla hemhâl olur, sonra bir hâl ölürsün.


“Namus” kavramı olmayana hangi din ne yapsın?


Ömer Nasuhi Bilmen, kadınları şöyle anlatmış: “Kadınların bünyelerindeki nahiflik, fıtratlarındaki lâtiflik kendilerinin erkekler kadar psikolojik etki ve baskılara direnebilmelerine müsait değildir. Bazen en basit sebeple derin bir yeis ve teessüre tutulur. Peygamber Efendimiz (sav) buyurdu: ‘Kadınlara ancak kerîm olanlar ikram ederler (değerli olanlar değer verirler); onlara kötülük edenler ise leîm (kötü) kişilerdir.’”


Kadın nahif ve zariftir, güçlerimiz aynı değil. Kadın çabuk kırılabilir, duygularımız aynı değil. Fıtrat gereği, kadın ile erkek eşdeğer değil. 


Modern kadının mutsuzluğu


Kadınlar hem kariyer alanında, hem de evde başarılı olma baskısı altında olabilirler. Bu çift yönlü beklenti, stres ve tükenmişlik duygularına yol açabilir. İş yerinde ve sosyal yaşamda cinsiyet eşitsizliği, kadınların kendilerini değersiz hissetmelerine neden olabilir. Özellikle ücret eşitsizliği, kariyer fırsatlarındaki kısıtlamalar ve cinsel taciz gibi konular mutsuzluğa katkıda bulunabilir. Sosyal medya mükemmel yaşamlar ve bedenler sunarak, kadınlar üzerinde sürekli bir karşılaştırma ve yetersizlik hissi yaratabilir. Bu, özsaygı ve özdeğer duygusunu olumsuz etkileyebilir. Birçok toplumda kadınların evlenmesi ve çocuk sahibi olması beklenir. Bu beklentiler, kişisel arzu ve hedeflerle çeliştiğinde mutsuzluk yaratabilir. Modern kadınlar daha fazla özgürlük ve bağımsızlık ararken, bu süreçte karşılaştıkları engeller ve toplumsal yargılar mutluluklarını etkileyebilir.


Depresyon ve anksiyete gibi psikolojik sorunlar, modern yaşamın getirdiği stresle birleştiğinde kadınların mutsuz hissetmesine neden olabilir. Bu faktörler elbette her kadın için aynı şekilde geçerli olmayabilir; kişisel deneyimler, kültürel bağlam, ekonomik durum ve bireysel beklentiler de mutluluk algısını şekillendirir. Modern kadının mutsuzluğunu anlamak için bu karmaşık ve iç içe geçmiş faktörlerin her birini dikkate almak gerekir.


Kadının gücünden fazlasına talip olmasının neticeleri çeşitlilik gösterebilir. Geleneksel normlara meydan okuyan bir kadın, özellikle muhafazakâr toplumlarda tepkiyle karşılaşabilir. Bu tepki sosyal dışlanma, dedikodu veya hatta daha ciddî şekilde ayrımcılık ve taciz olarak kendini gösterebilir. Kadının güç alanını genişletmesi ise kişisel gelişim, özgüven artışı ve bağımsızlık gibi pozitif sonuçlar doğurabilir. Kendi kararlarını alabilmesi, eğitim ve kariyerde daha fazla fırsat elde etmesine yol açabilir. Daha fazla güç ve sorumluluk, ekonomik bağımsızlık için önemli bir adım olabilir. Kadınların iş dünyasında daha üst pozisyonlara gelmesi, gelirlerinde ve ekonomik katkılarında artış sağlayabilir.


Kadınların daha fazla güç elde etmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ilerleme kaydedilmesine yardımcı olabilir. Politik alanda daha fazla kadın temsili, yasama süreçlerinde kadınların ihtiyaçlarını ve haklarını daha iyi yansıtabilir. Bu durum, aile içindeki rollerin ve dinamiklerin değişmesine neden olabilir. Bazı ailelerde bu olumlu karşılanırken, bazılarında ise geleneksel rollerin tehdit altında olduğu düşünülebilir ki bu, aile içi çatışmalara yol açabilir.


Bazı ülkeler veya kültürlerde kadınların güçlenmesi, yasal ve kültürel engellerle karşılaşabilir. Bu, kadınların ilerlemesini yavaşlatabilir veya zorlaştırabilir. Sonuçta kadının gücünden fazlasına talip olmasının neticeleri bireysel, toplumsal ve kültürel birçok faktöre bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bu süreç hem bireysel, hem de toplumsal düzeyde önemli dönüşümler yaratabilir.


Kadının kendisinden beklenen, talip olduğundan daha mı zor?


Kadının kendisinden beklenen, talip olduğundan daha mı zor? Bu soru, kültürel ve toplumsal beklentilerle ilgili derinlemesine bir tartışma gerektiriyor. Kadınların ev işleri, çocuk bakımı ve aileye karşı sorumlulukları gibi geleneksel rol beklentileri, modern yaşamın talepleriyle çatışabilir. Bu beklentiler kadınların kariyer hedeflerine ulaşmasını zorlaştırabilir. Kadınların eğitimde ve iş hayatında başarılı olması beklenirken, aynı zamanda evde de mükemmel bir eş ve anne olmaları istenebilir. Bu çifte standart, kadınlar üzerinde büyük bir baskı yaratabilir.


Toplumun cinsiyete dayalı roller ve beklentileri, kadınların kendilerinden beklenenlere ulaşmasını, bu beklentilerin ötesine geçmeyi zorlaştırabilir. Özellikle liderlik pozisyonlarında veya erkek egemen alanlarda kadınların karşılaştığı engeller, talip olduklarından daha zor olabilir. 


Hiç kuşkusuz her kadının kendine özgü hedefleri ve hayâlleri vardır. Bu bireysel hedefler, toplumun onlardan beklediği rollerle uyumlu olmayabilir. Bu da kişisel tatmin ve başarı arasında bir denge kurmayı zorlaştırabilir. İnsanın yaratılış gayesi, her iki cinsin kendilerine düşen görevi ifa edip aralarındaki insicam ve kaynaşma ortamını tesis etmektir.


Bu perspektif üzerinden bakıldığında, kadın ile erkeğin böylesi farklı fonksiyon ve yaratılışlara sahip olarak vücut bulmasının ana gayesi, aile düzeninin sağlıklı bir şekilde kurularak her iki cinsin karşılıklı hak ve ailevî yükümlülüklerini yerine getirme idraki içinde olması ve soylarının devam etmesini sağlayıp yeryüzünde huzur ve sükûnun tesis edilmesine imkân verilmesi olarak görülebilir. Eşler arasındaki münasebetlerde aranan unsur “denkliktir”. Eşler bu denklik sayesinde huzur ve kaynaşma ortamına kavuşabileceklerdir. Zira aralarında zulüm gibi, sevgi ve münasebetleri tüketip tahrip eden bir unsuru düşünemezler.


Hazreti Peygamber’in (sav) (Medîne’ye hicretini anlatan ayette bildirildiği üzere) kadınlardan da biat alması, O’nun kadınlar için sosyal hayatta amaçladığı hedefini ortaya koymaktadır. Ümmetin işleri konusunda Hazreti Peygamber’in danışacağı toplumun ayrılmaz bir parçası da kadındır. Bu sosyal anlaşmada kadınlar, Medîne dönemi öncesinde bile yerlerini almışlardır.


Kur’ân-ı Kerim’de, “Muhakkak ki Allah katında en değerli ve en üstün olanınız, Allah’ tan en çok korkanınızdır” buyurulmaktadır.


Ayet dikkatle incelendiğinde, “faziletin” hem kadına, hem de erkeğe şamil olduğu anlaşılır. Fıtratta var olan üstünlüklerdir ki, kadında olan erkekte olmaz, erkekte olansa kadında olmaz. Bunlar birbirini tamamlayan özelliklerdir. Aile yaşamında kadının birtakım hizmetler karşısında beyine minnettarlık duygusu içinde olduğu gibi, erkeğin de birtakım hizmetler karşısında hanımına karşı minnettarlık duygusunda olması gerekecektir. Kur’ân-ı Kerim, kadınla erkek arasındaki ilişkiye ahlâkî ve hukukî emirlerle adil bir düzenleme getirmiştir. Ve Kur’ân, hakları şöyle beyan etmektedir: “Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan eşini yaratan ve o ikisinden birçok erkek ve kadını (yeryüzüne) yayan Rabbinizden korkun!”


Ayette geçen “bir tek nefis” ifadesi, erkek ve kadın olarak hepimizin Hazreti Âdem’den (as) geldiğimizi, “ondan eşini” ifadesiyle Havva Annemizin de Hazreti Âdem ile aynı özden yaratıldığını anlatmaktadır.


Sonuç olarak, kadınların kendilerinden beklenenler, talip oldukları hedeflerden daha zor olabilir; çünkü bu beklentiler genellikle çok yönlü ve bazen çelişkilidir. Ancak bu durum bireysel deneyimlere, toplumsal ve kültürel bağlama göre değişkenlik gösterir. Her kadının yaşam deneyimi ve mücadelesi benzersizdir. 


Bu kadar satrın sonunda ne demek istediğimizi iki cümleyle özetleyelim: Kadın, adama “Her şeyini al da çek git!” diyerek kızdı. Adam gülümsedi, kadının elinden tutup onu da yanında götürdü.


Hiç unutmamak gerekir ki Kur’ân-ı Kerim, kadın haklarına bir cinsin sahip olduğu haklar gözüyle değil, insan hakları gözüyle bakmaktadır.