Anadolu

Bütün bu tarihî gelişmeye rağmen Türkiye’de şehir ve ilçe isimleri önemli ölçüde Ermenice-Rumca, Arapça ve Süryaniceden kalmıştır. Eski köy adları Meşrutiyet döneminden başlayarak önemli ölçüde Türkçe adlarla değiştirilmişken, il ve ilçe isimleri kalmıştır. Hatta padişah adlarını hatırlatıyor diye Hüdavendigâr, Ertuğrul ve Elaziz gibi bazı illerin isimleri değiştirilmiş, yerlerine Bizans dönemi adları konulmuştur. Padişah adları için gösterilen hassasiyetin milyonda biri kadarı “Ege” gibi adlar için gösterilmemiştir.

İDARÎ bir bölge ve iskân alanı olarak “Anadolu” kelimesinin başlangıcı, Bizans’tan kaynaklanmaktadır. “Anadolu” adının karşılığı olan bölge, sürekli doğuya doğru genişlemiştir. Başlangıçta “Asya” adı, Adalar Denizi’nin doğusunda kalan Batı Anadolu bölgesi için kullanılmıştır. Asya adı bugünkü kıta coğrafyası için kullanıldığında ise Anadolu için Küçük Asya (Asya Minor) deyimi tercih edilmiştir.

Bizans döneminde Anadolu’da teşkil edilen idarî bölgeler için “Thema Anatolica” denilmiştir. Zaten Bizans/Rum dilinde “Anatolia”, “doğu” demektir.

Abbasîler döneminde Anadolu’da bazı yerleri fetheden Araplar, bu bölgeye Bizanslıların dediği “Anatolica” kelimesinden yola çıkarak “Natolica-Notos” demiştir. Emevî-Abbasî döneminde Bizans’ın Asya’daki toprakları “Memalik-i Rum” veya “Bilâd-ı Rum” diye adlandırılmıştır. Yine Doğu Anadolu’daki Arap fetihlerinden sonra Araplar bu bölgeyi “Ermeniyye” diye adlandırmıştır.

Büyük Selçuklular zamanında Anadolu fethedildiğinde “Rumeli” adının kullanılması da muhtemelen daha önce Arapların verdiği Memalik-i Rum ve Bilâd-ı Rum adlandırmasının devamı ya da etkisiyle ortaya çıkmıştır.

Anatolia, Küçük Asya ya da Bilâd-ı Rum gibi adlar çoğunlukla Karadeniz ve Akdeniz arasında kalan yarımada için kullanılmıştır. Selçuklular döneminde Anadolu’da fetihler yapan savaşçılar “Gaziyan-ı Rum” diye adlandırılmıştır. Osmanlı’nın kuruluş döneminde de “Gaziyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum” gibi deyimlerin kullanıldığı bilinmektedir.

Pasin (1048) ve Malazgirt (1071) Savaşlarından sonra doğudan başlayarak batıya doğru genişleyen fetihlerin ardından Anadolu’da Türk beylikleri ve devletleri kurulmuştur. Selçuklu Türklerinin Anadolu’ya “Rumeli” adı vermelerinin bir diğer nedeni de Anadolu’ya geldiklerinde doğuda çoğunlukla Ermeni/Süryani, batıda ise Rumlar olmakla birlikte Anadolu’nun tamamının Bizans egemenliğinde oluşundan dolayı Selçukluların muhatabının Bizanslılar/Rumlar olmasıdır. Bu yüzden de “Rumeli” adını tercih etmişlerdir.

Osmanlılar Orhan Bey zamanında (1354) Trakya’ya geçtiklerinde, Marmara Denizi’nin batı kısmını “Rumeli”, doğu kısmını ise “Anadolu” diye adlandırmıştır. Kazaskerlik, defterdarlık ve beylerbeyliği gibi idarî birimler bundan sonra Anadolu ve Rumeli diye iki kısma ayrılarak kullanılmıştır. 1393’te önce Ankara, sonra Kütahya, daha sonra ise Sivas, Anadolu Beylerbeyliğinin merkezi yapılmıştır. 19’uncu yüzyıldan itibaren resmî yazışmalarda Güney Azerbaycan’a kadar olan bölge “Şarkî Anadolu” diye adlandırılmıştır. Böylece idarî birim/bölge adlandırmasının dışında Karadeniz ve Akdeniz arasında kalan yarımada, coğrafî bir ad olarak “Anadolu” diye bilinmiştir.

Her ne kadar Pasin Savaşı’ndan (1048) itibaren doğudan batıya doğru Anadolu’da bir Selçuklu/Türk hâkimiyeti başlamış ve Anadolu’nun bazı yerlerinde zamanla Eyyubi ve Moğol zamanında kesintiler olmuş ise de Türklerin hâkimiyeti devam etmiştir. Moğol saldırı ve işgali zamanında Horasan ve Azerbaycan’dan önemli miktarda Türk nüfusunun da Anadolu’ya gelip yerleşmesi, Anadolu’daki nüfus yapısını Türklerin lehine değiştirmiştir. Türkler fethettikleri yerlerin adlarını Türkçeleştirme konusunda hiç istekli davranmamışlardır. Bunun istisnası, İkinci Beylikler zamanında (1250-1350) görülmüştür. Kurulan beyliklerin adları, kuruldukları yerlerin de adı olarak kullanılmaya başlanmıştır: Aydıneli, Canikeli, Dulgadıreli, Hamiteli, Karesieli, Menteşeeli gibi... 15’inci yüzyıldan itibaren Osmanlı tahrir defterindeki kayıtlarda, sancak, kaza ve köy adlarının Türkçeleşmeye başladığının çok sayıda örnekleri vardır.

Yeni Çağ’dan itibaren Avrupalı seyyah, coğrafyacı ve tarihçiler, Anadolu’nun değişik bölgelerini “Anadolu, Diyarbekiriye, Elcezire, Ermeniye, Karamanya, Kürdistan, Lazistan, Mezopotamya, Rumeli, Türkmenya” gibi adlarla anmışlardır. Batılıların yaptığı bu adlandırmaların dışında Osmanlı idarî makamlarının bir istisna olarak kullandıkları isimler de olmuştur. Beylerbeyilik/eyalet idarî düzeninin kaldırılmasından sonra 1847-1864 yılları arasında Diyarbakır ve çevresi “Kürdistan”, Rize ve çevresi “Lazistan” diye anılmıştır. 1878 Berlin Anlaşması’nda Doğu Anadolu Bölgesi İngilizce/Fransızca metinlerde “Ermenistan”, Türkçe metinlerde ise “Vilâyet-i Sitte” diye adlandırılmıştır. Bu bölge son olarak 1920’de Sevr projesinde de “Ermenistan” diye anılmıştır.

Buna karşılık doğu bölgesindeki eski köy adları büyük ölçüde Ermenicedir. Köylerin eski adlarının Kürtçe ve Türkçe değil de önemli ölçüde Ermenice olmasının önemli bir nedeni de Türklerin ve Kürtlerin sonradan doğu bölgesine gelmeleri ve Ermenilerin eskiden beri kullanageldikleri adları onların da kullanmış olmalarından dolayıdır.

1941 Türkiye Coğrafyası Birinci Kongresi’nde Anadolu yedi ayrı bölgeye ayrılmış, Batı Anadolu Bölgesi “Ege Bölgesi”, bölgenin batısında yer alan Adalar Denizi ise “Ege Denizi” diye adlandırılmıştır. Bir Yunan tanrı/kralının adından yola çıkılarak bölgeye ve denize “Ege” adının verilmesi, daha sonraki dönemlerde “Ege” adının erkek çocuklarına verilmiş olması, dönemin yönetim anlayışının tercih ettiği Batılılaşma kültürünün bir sonucu olmuştur. Oysa Doğu Anadolu adı bile tek başına Batı Anadolu adının varlığını gerekli kılmaktayken, Batı Anadolu yerine önce “Ege Bölgesi”, ardından “Ege Denizi” adının tercih edilmesinin hiçbir bilimsel karşılığı yoktur. Üstelik bu konulardaki isimlendirmelerden dolayı Osmanlı dönemi Türklük adına kıyasıya eleştirilirken, “Batı Anadolu” ve “Adalar Denizi” adları yerine Ege adının tercih edilmesi, Türklük adına önemli bir gerilemedir. Buna karşılık Yunanlık ya da Yunan kültürü adına önemli bir ilerlemedir.

Üstelik 1919’dan başlayarak Batı Anadolu bölgesini işgal ederek sayısız zulüm ve katliam yapan Yunanların ardından, görünüşte bilimsel bir kongre olan Coğrafya Kongresi’nde böyle kararların alınarak daha sonraki dönemlerde ders kitaplarının bu adlara göre düzenlenmesi, Türkiye açısından bir bilinç kaymasının örneğidir.

İstanbul Boğazı’nda Anadolu Feneri, Anadolu Kavağı, Anadolu Hisarı gibi yer adları vardır. Bu adların varlığı,“Anadolu” kelimesini İstanbul Boğazı’nın doğu kısmı ile sınırlandırmayacağı gibi, İstanbul Boğazı’nın doğu tarafının “Anadolu yakası” diye adlandırılmış olması da Anadolu adını İstanbul ile sınırlı tutan bir isimlendirme değildir. Bunun gibi, tarihin bir döneminde Anadolu kelimesinin Eskişehir’in doğu kısmı için ya da Adalar Denizi’nin doğu kısmı için kullanılmış olması, Anadolu adını belirtilen yerler ile sınırlı hâle getirmemiştir. Evet, Anadolu adı batıdan başlayarak doğuya doğru sürekli genişlemiştir. Ancak bu genişleme Karadeniz ve Akdeniz arasında, Adalar ve Marmara Denizlerinin doğu kısmı ve nihayet Azerbaycan’ın batı kısmında kalan yarımadayla sınırlı kalmıştır. Zaman içinde, Osmanlı Devleti’nin tasfiye edilmesinden sonra İtalyan seyyah Marko Polo zamanından beri (13’üncü yüzyıl) kesintili olarak kullanılan “Türkiye” ismi, Osmanlı Devleti adının yerini almıştır. Aynı zamanda Anadolu adının da karşılığı olmuştur. “Türkiye” adı, tarihî gelişimin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Bütün bu tarihî gelişmeye rağmen Türkiye’de şehir ve ilçe isimleri önemli ölçüde Ermenice-Rumca, Arapça ve Süryaniceden kalmıştır. Eski köy adları Meşrutiyet döneminden başlayarak önemli ölçüde Türkçe adlarla değiştirilmişken, il ve ilçe isimleri kalmıştır. Hatta padişah adlarını hatırlatıyor diye Hüdavendigâr, Ertuğrul ve Elaziz gibi bazı illerin isimleri değiştirilmiş, yerlerine Bizans dönemi adları konulmuştur. Padişah adları için gösterilen hassasiyetin milyonda biri kadarı “Ege” gibi adlar için gösterilmemiştir.

Anadolu’nun nüfus yapısı da siyâsî olayların etkisiyle değişmiştir. Akkoyunlu-Osmanlı ve Safavi-Osmanlı arasındaki siyâsî mücadele ve savaşların sonunda doğu bölgesindeki Türk nüfusunun önemli bir bölümü Güney Azerbaycan’a göç etmiştir. 1915’te Ermeni nüfusu bütün Türkiye’den tehcir edilmiş ise de Ermenilerin geleneksel olarak yerleşik bulundukları Doğu Anadolu Bölgesi ve Çukurova bölgesinden gönderilmeleri, adı geçen bölgelerin nüfus yapılarını bir kere daha değiştirmiştir. Nüfus yapısı hakkındaki önemli bir değişiklik de Karadeniz, Marmara ve Ege Bölgelerindeki yerleşik Rum nüfusu, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Nüfus Mübadelesi Anlaşması’ndan sonra adı geçen bölgelerdeki meskûn Rumlar gönderilmiş, buna karşılık Yunanistan sınırları içindeki Türk nüfusu getirilmiştir.

 

Kaynakça

Halil İnalcık, TDV İA, “Rumeli maddesi”, C 35, s. 232.

Halil İnalcık, TDV İA, “Eyalet maddesi” C 11, s. 548-49.

Yusuf Halaçoğlu, TDV İA, “Anadolu maddesi”, C 3. s. 116-117.

Mustafa Çetin Varlık, TDV İA, “Anadolu Eyaleti maddesi” C 3, s. 144.

Sıddık Çalık, “Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası Anadolu Kelimesinin Türkiye Adını Alması”, https://www.ttk.gov.tr/wp-content/uploads/2022/04/19-SiddikCalik.pdf

Abu’l-Farac Tarihi, Tercüme: Ö.R. Doğrul, TTK Yayınları: Ankara 1999.

Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları, Başbakanlı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2017.

İbn Battûta Seyahatnâmesi, Çeviren: A. Sait Aykut, YKY İstanbul 2004.

Urfalı Mateos Vekayinamesi, Çeviren Hrant D. Andreasyan, Ankara 2019.

Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Anadolu’nun İdari Taksimatı, Ankara 2000.

Dr. Selahattin Önder, Balkan Devletleri ile Türkiye Arasındaki Nüfus Mübadeleleri (1912-1930), Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara 1990.