Anadolu erdeminin menşei

Geçmişte sözlü aktarımı da mümkün ve kolay olan kitaplar, içerdiği meseller sayesinde halkın kendiliğinden erdemli olanı bulmasını sağlayan bir zihin dünyası inşâ ediyordu. Böylece insanlar iyi ile kötü olanın arasındaki farkı kolayca anlıyor ve davranışlarının akıbeti konusunda bir bilince sahip oluyorlardı.

BİR zamanlar ağanın biri iki köle satın almış. Birinin eli ayağı düzgün, güçlü, kuvvetli ve gösterişliymiş. Diğeri ise cılız, çelimsiz ve ufak tefekmiş. Üstelik ağzı da kokuyormuş. Yanına yaklaşanlar ağzının kokusundan büyük rahatsızlık duyuyormuş.

Efendi, iki köleyi de aynı adamdan satın almış. Yani köleler uzun zamandır arkadaş imiş. Efendi, yolda köleleri sınamak istemiş. Önce güçlü kuvvetli olanı bir yere göndermiş, “Şu işi hâllet, arkamızdan bize yetiş” demiş. Zayıf ve çelimsiz olanla baş başa kalınca, ona, “Arkadaşın senin için kötü şeyler söylüyor. Senin birtakım kötü huyların varmış. Eğer onları terk etmezsen seni yanımda uzun süre tutmam” demiş.

Köle, “Ben, arkadaşımı yalanlayamam ve onun hakkında kötü şeyler söyleyemem. Onun benimle ilgili söylediği fena özelliklerimi söyleyin de onları terk edeyim efendim” demiş. “İnsan kendini pek bilemez, bu nedenle kötü özelliklerimi fark etmemiş olabilirim” diye ilâve etmiş.

Efendi, “Ben onları sana bilâhare bildiririm. Şimdi başka şeyler konuşalım, ağzımızın tadı kaçmasın” diyerek konuyu değiştirmiş. Bu arada güçlü kuvvetli olan köle, efendiye ve diğer köleye yetişmiş. Verilen görevi yerine getirdiğini gururla söylemiş. Bunun üzerine efendi, diğer köleyi bir bahane ile kendilerinden uzaklaştırmış ve güçlü kuvvetli olan köleye, “Senin yokluğunda arkadaşın senin birçok kötü huyundan bahsetti. Eğer onları terk etmezsen seni kısa sürede başkasına satmak zorunda kalırım” diye köleyi denemeye başlamış.

Köle hiddetle öne atılıp, “Vay namussuz dedikoducu vay! Zaten o beni hep kıskanmıştır. Efendiye yakın olmayayım diye, demek arkamdan atıp tutuyor. Siz onun dediklerine bakmayın. Asıl kendisinin birçok kötü özelliği vardır. Üstelik ağzı kokuyor. Bazı zamanlar kimse ağzının kokusundan yanına yanaşamaz” demiş.

Efendi, “Neyse, şimdi bırakalım bu mevzuyu. Ağzımızın tadı kaçmasın, yolumuza devam edelim ve bir an önce evimize varalım” demiş. Bu arada diğer köle de onlara yetişmiş. Hep birlikte uzun bir yolculuktan sonra efendinin çiftliğine varmışlar.

O akşam, güzel bir yorgunluk uykusu çektikten sonra, ertesi gün efendi, sabah erkenden iki köleyi de yanına çağırmış, “Bundan sonra burada birlikte çalışacaksınız” demiş. Zayıf ve cılız olanı göstererek, “Sen benim kâhyam olacaksın”, diğerine, “Sen de bunun emrinde çalışacaksın. Ne emrederse onu yapacaksın” demiş. Güçlü kuvvetli olanın şaşkınlığını gidermek için de, “Bunun ağzı kokuyor, senin canın kokuyor!” diyerek neden böyle bir tercihte bulunduğunu açıklamış.

Rahmetli babam, bu hikâyeyi anlattıktan sonra, “Oğlum, sakın arkadaşınızın ardından atıp tutmayın! Onun yokluğunda sevmeyeceği şekilde konuşmayın. Kimseye haset etmeyin. İftira atmayın. Haset etmek, başkasını çekiştirmek, ağız kokusundan da beterdir! Adınız toplumda kötüye çıkar, kimse sizinle dost olmak istemez” demişti. Yıllar sonra bu hikâyenin aslını Mesnevî’de okuduğumda, babamın beslenme kaynaklarını da öğrenmiş oldum. O da diğer yaşıtları gibi Mesnevî’den, Bostan’dan, Gülistan’dan, İlâhinâmeler’den, Kelile ve Dimne’den, Ahmediye ve Muhammediye’den beslenmiş meğer. Ama artık o eski kültür kalmadı. Bu nedenle toplumda kötülük aldı başını gidiyor.

Geçmişte sözlü aktarımı da mümkün ve kolay olan kitaplar, içerdiği meseller sayesinde halkın kendiliğinden erdemli olanı bulmasını sağlayan bir zihin dünyası inşâ ediyordu. Böylece insanlar iyi ile kötü olanın arasındaki farkı kolayca anlıyor ve davranışlarının akıbeti konusunda bir bilince sahip oluyorlardı. Babamın her hâdiseyi bize ders olacak şekilde yeniden meselleştirmesi, bu geleneğin bir uzantısıydı. Atölyede yanında çalışırken bize anlattığı hikâye ve meseller, gayr-i iradî bir bilincin oluşmasını sağlamıştı, hamdolsun.

Belediyecilik yaptığım günlerde projelendirdiğim ve hayata geçirdiğim “Nezaket Okulları”nda hocalık yapanlara, çocuklara masal ve hikâye anlatarak erdemli olmayı öğretmelerinin çok iyi bir yöntem olduğunu söylediğimde, fakülte bitirmiş ve öğretmenlik formasyonu almış bir hoca hanımın, “İyi de Başkanım, ben masal bilmiyorum, ne yapacağım?” dediğinde şaşkın şaşkın yüzüne bakmış ve “Okuma yazması olmayan anam kadar olamıyor musun?” demiş ve eklemiştim: “O gazete, radyo, televizyon ve bilgisayarın olmadığı dönemde uzun kış gecelerini bizi eğitecek masallar ve hikâyeler anlatarak doldurmuştu.”

Ancak o masal ve hikâyelerin her biri, bir bütünün parçası olarak bizi inşâ etmişti. Şimdi de çocuklar birilerinin çizgi filmlerini izleyerek kimlik ve kişiliklerini inşâ ediyorlar. Lâkin o kimlik ve kişilik, maalesef Anadolu erdeminden mahrum! Bu yüzden toplumda cinayetler çoğaldı, kötülükler arttı.

Çâreyi de söyleyerek yazıyı bitirelim: Çâre, Anadolu erdeminin kaynaklarını yani yukarıda bahsi geçen kitapları ve benzerlerini yeniden hayatımıza taşımaktadır.