Anadolu Alevîliğinde derin Alman zelzelesi: Çınarcılık Ezoterizmi

Din mühendisleri tarafından formülize edilen yeni Alevî ekollerin en belirgini olan Işıkçılık ile gelenekçi Alevî inancı ayrışmasının camiada derin bir fikir ayrılığına yol açtığı da aşikâr. Alevîler inanç bakımından ilk kez bu kadar derin bir ayrışmanın eşiğine gelmiş olduklarının da farkındalar. Ancak buna karşı kullanabilecekleri hiçbir çare de mevcut değil. Bu hususta Sünnîlerden ve devletten yardım almamaya yemin etmişler gibi. Kenardalar ve geleneksel inançlarının altlarından kayıp gittiğini izlemekle meşguller.

ZAMANIMIZIN inanç ekollerinden birinin ismi olarak karşımıza çıkan Çınarizm/Çınarcılık, “Işıkçılık” ya da “Işık Alevîliği” olarak da bilinmekte. Bu ekolü ortaya atan isim ise, “Erdoğan Çınar” adlı bir yazar. Günümüzde hususiyetle gurbetçi Alevîler arasında yaygınlaşan bu ekol, geleneksel Anadolu Alevîliğinin ve “Bir başka İslâm anlayışı olarak etiketlenen Türk/Türkmen Kızılbaşlığı”nın inanç ve tarihini reddeden ve ona alternatif bir yol bulan bir ekol olarak algılanmakta.

On küsur yıllık bir geçmişe dayanan Çınar ekolüne de temel teşkil eden husus, daha önce Iğdırlı bir Alevî olan Nejat Birdoğan tarafından ortaya atılmıştı. 2001 yılında ölen ve halk kültürü araştırmalarıyla tanınan Birdoğan, araştırmalarının sonucunda, “Orta Asya’daki Şamanist Türk toplulukları, Batı’ya göçleri sırasında, İran coğrafyası üzerinde Maniheizm, Mazdekizim ve Zerdüştlük gibi bazı Ezoteryan din ve inançlarla tanıştılar” fikrine ulaşmıştı. Ona göre söz konusu Şamanist topluluklar, “bu tanışıklıktan yeni bir sentez oluşturdular”. Ulaştığı bu tarihsel gelişimi uzun araştırmalarında inceleyen Birdoğan’ın, sonuçta “Alevîlik İslâm dışıdır ve İslâm’dan öncedir” teziyle ortaya çıktığı görüldü.

Söz konusu tez, bir ezberi bozmaktaydı ve tabiî ki büyük bir yankıya sebep oldu. Mevzubahis teze karşı, “Alevî” sözcüğünün etimolojisinin Hz. Ali’den kaynaklandığını ileri süren Alevî toplulukları, bu görüşe şiddetle karşı çıktılar. Ve böylece Alevî toplumu içinde geniş bir tartışma alanı doğmuş oldu.

1990'dan itibaren Birdoğan’ın fikri etrafında tartışılagelen konu, Alevîler arasında başka başka alternatif görüşler de ortaya çıkarmaya başladı. Tartışma, daha çok 1980 Darbesi’yle birlikte Almanya’ya iltica eden Marksist Alevîler arasında akis bulmuştu. Bu bağlamda iddialar o yönde ki, ülkesindeki Alevîleri ilgi alanı içine alan derin Almanya, o tarihten itibaren bu kabil tartışmalara zemin temin etmekte ve desteklemekte. Bu destekle birlikte çeşitli Alevî görüşleri doğdu zaman içinde. Meselâ “Ali’siz Alevîlik” gibi…

Bahse konu olan tartışmalar neticesinde, özellikle 2004 yılından itibaren yeni yeni görüşlerin ortaya çıktığı ve kendi bağlılarını oluşturduğu görüldü. İşte bu fikirlerden biri de Erdoğan Çınar'ın Alevîlik yorumuydu.

Çınar, düşüncesini ve önerdiği Alevîlik formatını “Alevîliğin Gizli Tarihi” isimli kitabıyla kurumsallaştırdı. Kitabın yayın tarihi 2004’tü. Ve kitabında Çınar da tıpkı Birdoğan gibi “Alevîlik İslâm dışıdır ve İslâm’dan öncedir” tezini ortaya atmıştı. Ancak bir farkla!..

Luvi’den Ali’ye

Birdoğan, “Orta Asya’daki Şamanist Türk toplulukları, Batı’ya göçleri sırasında İran coğrafyası üzerinden geçerken Maniheizm, Mazdekizm ve Zerdüştlük gibi bazı Ezoteryan din ve inançlarla tanıştılar” demiyordu. Hatta ona göre, Anadolu’ya Alevîliği getiren Orta Asya’daki Şamanist Türk toplulukları da değildi. Onlar bu topraklara geldiğinde, burada zaten mevcuttu Alevîlik. Pavlusculuk olarak… Palegs inancı veya Markionculuk olarak…

Ancak ona göre bunlardan da evveli vardı. Bir bakıma bu toprakların Alevîliği “Luvilik”e dayanıyor ve günümüzden dört bin yıl öncesine uzanıyordu. Hatta o da değil, Çınar hızını alamamış, “hayâlindeki inancın” temelini “İlk İnsan”ın prototoplumuna kadar götürmüştü.

Çınar’ın, Alevîlerin kökenini dayandırdığı Luviler, Hititlerden önce Anadolu’da yaşamış olan ve bir Hint-Avrupa kök-lehçesiyle konuşan bir kavimdi. Çınar’ın inanç kökenini dayandırdığı Luvi dini, kendilerinden sonra Anadolu’yu yurt tutmuş olan çeşitli kavimler arasında yaşayagelmiş ve Bizans’a kadar uzanmıştı. Çınar’a göre Bizans döneminde yaygınlaşmış olan ve "Paulikienler" denen dinî grup da Alevî'ydi.

Paulikienlerde kendisini bulan Alevîlik, ondan sonra da devam etti. 1071 itibariyle Şamanist Orta Asyalılar Anadolu’ya ulaştılar ve onları burada “temel Luvi inancı” karşıladı. Türkmenler itirazsız şekilde yeni inanca dâhil oldular. Ancak ufak bir değişiklikle…

İran’dan geçerken öğrendikleri birkaç İslâmî kavramı yeni inançlarına dahil ettiler Çınar göre. Neo-Luviciler ya da Yeni Paulikienler, “Alevî” adını almışlardı. Lâkin kurdukları dede ocaklarının inanç sistemi kadim bir Anadolu kültüydü. Buna bağlı olarak “Alevî ozan ve ermiş” olarak bilinen Pîr Sultan, aslında bir Paulikien önderiydi ve ismi de Pir Silvanus’tu.

Nereden mi biliyordu Çınar? İki uluda da hikâye aynıydı zira. Pir Sultan Abdal’ın başına gelen olaylar, haddizatında Silvanus’un yaşadıklarından başka bir şey değildi.

Serçeşme

Bizanslılarca sapkın olarak nitelenen Paulikienler de aslında Hıristiyan değil, Alevîydiler ve sapkınlıkları da onların Luvi inancına dayanan Ezoterik ve Bâtıncı anlayışlarına dayandırılıyordu. Tıpkı Türkmen Alevîlerin Osmanlı idaresince “zındık” ilan edilmeleri gibi…

Erdoğan’ın soyadından hareketle Çınarcılık olarak bilinen anlayışın bir adı da “Işıkçı Alevî Hareketi”ydi. Hareket bağlılarına göre “Işık” adı da “Luvilerin ışığı kutsamalarıyla” ilgiliydi.

Çınar, "Alevî" teriminin sanıldığının aksine “Ali” adından türediği kanaatinde değildi. Bu kavram, ilk Anadolu uygarlığının sahibi olan Luvilerden geliyordu. Zira “Luvi” sözcüğünün Hitit dilindeki anlamı "ışık insanları" idi. Oysa denildiği gibi geleneksel Alevîlik'te Alevî terimi, Arapça "Ali'ye bağlı" anlamındaydı. Bazı Osmanlı kaynaklarında, belirli bölgelerde yaşayan bir kısım Alevîler için "Işık (Siraç) Taifesi" denmesi, Çınar ve bağlıları tarafından Luvilerin ve Alevîlerin arasındaki köken birliğinin su götürmez ispatı olarak algılanmaktaydı.

Günümüzde altı dede ocağıyla temsil edildiği iddia edilen Işıkçı öğreti, kendisini “Ezoterikçi” olarak görmekte. Ve Işıkçılar, öğretilerinin Alevîliğin de bizatihi kendisi olduğunu savunmaktalar. Böylece kendilerini tarihteki bütün Ezoterik inançlarla özdeşleştirmekteler. Yani Çınar’ın ekolü, Hıristiyan Ezoterizmi (Keşişçilik), İslâm Ezoterizmi (Bâtınîlik), Musevî Ezoterizmi (Kabala) ve Pagan Ezoterizminin de çıkış yeri Anadolu Luvi Ezoterizmi olduğuna iman etmiş durumda olup, onun orijinal temsilcisinin de Anadolu Alevîliği olduğuna kani.


Buradan hareketle Işık Alevîleri, Alevîliğin dünyanın en eski dini olduğunu ve bu dinin zamanla birçok kılıfa bürünmeye mecbur kaldığını savunmaktalar. Onlara göre “dünyanın bu ‘ilk ve orijinal’ inancı, diğer din ve inançlara kaynak olagelmekte”. Ve taife, Luvi Alevîliğinin on binlerce yıl önceden gelen, bütün inanışları etkilemiş ve semavî dinlere başlangıç oluşturmuş asıl kaynak olduğunu iddia ediyor. Sözünü ettikleri bu inanca da “Serçeşme” adını veriyor.

Bununla kalmıyorlar tabiî. Işık Hareketi imanına göre Alevî ritüelinin Hititler ve Sümerler gibi bazı bölge inançları tarafından da kopya yapıldığı iddiası bulunuyor. Yine onlara göre, aslında Ortaçağ Anadolu’sundaki Pavlusçuluk ve Bosna Hıristiyanlığı anlamına gelen Bogomilizmin yanında Güney Fransa’da cari olan Katharcılık gibi bazı Hıristiyan mezhepleri de Alevîydi. 

Ortaya çıktığı yıllarda Çınar ekolü, Alevî tarihinin üç bin yıllık olduğunu savunmaktaydı. Lâkin aradan geçen zaman içinde bu tarihin 12 bin yıl olarak tashih ettiği görülüyor. Günümüzden 12 bin yıl öncesi ise “Tufan yılı” olarak biliniyor.

Geleneksel Türkmen Alevîliğiyle tarih algılayışında da farklı bir teori dillendiren Işık Hareketi itikadına göre, Kürtler arasında yaygınlaşmış olarak günümüzde de hayatiyetini sürdüren İslâm Şiiliğinin İsmailîlik ekolü ve İmamiye/İsnaaşeriye mezhebi, Bektaşî tarikatı ile Gulat-ı Şia’dan Nusayrîlik gibi bazı inanç ekolleri de kendi anlayışı içinde yer etmekte. Ve hatta Ehl-i Hak Seçkinciliği ve Yezidî-Yaresanî Sûfîliği gibi İran kökenli Yezdânizmden beslenen gayr-i İslâmî grupları da aynı kategoride değerlendirmekte. Yani Çınarcılar, sözünü ettiğimiz ekollerin dışında onlarca Ezoterik/Bâtınî, hatta Gnostik ve Agnostik anlayışı da kendi “Serçeşme”lerinden sulanan iman öğretileri saymaktalar.

Bu iddialarda garip olan durum, İslâmî kökeni haiz olan “Alevîlik” kelimesi ve inancını kullanma yolunu benimsemiş olmaları. “Hâlbuki ‘Serçeşme’ olarak ‘Luvi Ezoterizmi’ni önermiş olsalardı daha tutarlı olacaklardı” diye söylemeden geçmiş olmayalım.

Çınarcılık etrafında gelişen iddiaların asıl amacının Anadolu Türkmen Alevîliği ile İslâmiyet arasındaki bağlantıyı tamamıyla kopartmak olduğu ve bu itibarla imanlarının kökenini “Anadolu’nun ilk yerlileri” diye iddia edilen Luvilere dayandırdıkları, Ezoterik bir inanç oluşturmaya çalıştıkları ve işin arkasında Alman derin yapısının olduğu iddiası bunlarla beraber yaygınlaşmakta. Anlaşılan o ki, Çınarcılık da Almanya menşeli "Ali’siz Alevîlik" ve “Hz. Ali’den başka bir Ali” şemaili etrafında şekillendirilen ve “Neo-Alevîlik” olarak tanımlanan yeni inanç yollarından biri olarak masa başında üretilmekte.

Din mühendisleri tarafından formülize edilen yeni Alevî ekollerin en belirgini olan Işıkçılık ile gelenekçi Alevî inancı ayrışmasının camiada derin bir fikir ayrılığına yol açtığı da aşikâr. Alevîler inanç bakımından ilk kez bu kadar derin bir ayrışmanın eşiğine gelmiş olduklarının da farkındalar. Ancak buna karşı kullanabilecekleri hiçbir çare de mevcut değil. Bu hususta Sünnîlerden ve devletten yardım almamaya yemin etmişler gibi. Kenardalar ve geleneksel inançlarının altlarından kayıp gittiğini izlemekle meşguller. 

Bununla birlikte birçok gelenekçi Alevî retorik düzleminde de Işıkçılık ve benzeri hareketlere şiddetle karşı çıkılmakta. Onlara göre Erdoğan Çınar ve propagandistleri yeni bir din icat etmek ve buna bağlı olarak Alevî birliğini bozmak için çalışan birer ajan. Bu kanı oldukça yaygın. Hatta bazı gelenekçiler, Işıkçı düşünceyi benimsemiş olanların yol düşkünü ilan edilmesi ve cemaat dışına atılmasının gerektiğine inanmaktalar.

İş gerçekten ciddî bir mahiyet arz etmekte. Zira son zamanlarda Işıkçı dedelerden dahi söz edilmekte. Her ne kadar çoğu dede hâlâ geleneksel Alevîlik anlayışını benimsemeye devam ediyorsa da, aralarında Işıkçı öğretisini kabul etmiş olanlarını da rastlanmakta. 

Luvilere dair…

Sözün burasında Çınarcılık hareketine temel sayılan Luvilere ve Luvi Ezoterizmine de kısaca değinmeden geçmek olmaz.

Anadolu’nun Hitit öncesi tarihi henüz tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte, geçen yüzyılın başında yapılan kazılar neticesinde Yunan/Helen göçünden çok önce, bu topraklarda Anadolu’nun asıl yerlileri sayılabilecek bir kavim ortaya çıkmıştı. Bunlar Luviler idi.

Söz konusu kavim, yaklaşık olarak M.Ö. 2300'e doğru Anadolu’daydı. Hitit çivi yazılarında bu halktan Luvian/Luvili olarak söz edilmekte. Bu arada günümüzde kadim Pelasg kavminin konuştuğu “Pelasgus” (Pelasgos) adı verilen dilden kalma tarihsel adların, aslında Luvi dili lügatine dayandığı da bilinmekte. Pelasglar ise Arnavutların proto-ataları olarak adlandırılmakta. Ve hatta Helenler de kendilerini bu kavme dayandırmaktalar. Bunun gibi, ünlü Truvalıların da Luvi dilini konuştuğu ileri sürülmekte.

Zamanın Anadolu’sunda bir krallık kurdukları anlaşılan Luvilerin, tahminî olarak tarih sahnesinde kalışları, tarihçiler tarafından M.Ö. 2000-1400 aralığı olarak belirlenmiş durumda. Batı Anadolu'da kurulduğu ve başkentinin bugünkü Selçuk olduğu düşünülen Luvi uygarlığını kuranlar, Babilliler ve Hurriler ile yapılan mücadelelerde yeteri kadar başarı göstermelerine rağmen M.Ö. 1900'lü yıllarda, Ege’de yaşanan bu güç savaşı sonunda Luvi Krallığı'nın merkezini güneye taşıdılar. Ondan sonra Adana ve çevresi Luvi yurdu hâline geldi.

Luviya’nın (veya Luvi Krallığı) tam olarak ne zaman yıkıldığı bilinmemekte. Ancak bölgede Luvi hâkimiyetinin bitmesiyle birlikte, M.Ö. 1400'lerde Kizzuvatna Devleti kurulmuştu. Lâkin bu ülke nüfusunun da büyük bölümünü Luviler oluşturuyordu.

Luvilerin Anadolu kültüründeki yerleri, tarihçiler tarafından önemsenmekte. Anadolu'nun en eski halkı olduğu iddialarının yanı sıra, Yunanların bu ırka “Pelasgoslar” dediği de biliniyor. Bugün bilinen “Luvi” adı ise Hititlere ait. Hatta Luvi, Hititçede “ışık insanı” anlamındaydı. Yani Luvi Krallığı, “Işık İnsanı Krallığı” anlamına geliyordu.

Luvi Devleti'nin Anadolu kültürüne en büyük katkılarından biri, “hiyeroglif yazısı”. Güney Anadolu'daki Helen asıllı yer adlarının kökeninin Luvice olduğu ve bu adların Yunan telaffuzuyla okunuşunun bugünkü isimlere köken teşkil ettiğine dair bilgiler bulunmakta. Luvilerin İlk Çağ Anadolu’sunu inanç bakımından tesirleri altına aldıkları sanılmakta. Çünkü Kibele, Afrodit, Apollon ve Artemis gibi tanrı/tanrıça adlarının birçoğu da Luviceydi. Meselâ Luvi Tanrısı Men’i, Frigler ve Lidyalılar da tanrı olarak kabul etmişlerdi.