SADECE dilbilimciler
değil, her düşünür “anadil” konusunun bir millet için ne kadar hayatî önem
taşıdığını bilir. Azerbaycan denen bağımsız bir devletin kurulmasının ve
gelişmesinin temel ayaklarından birinin de sözcük, anlam ve gramer
özellikleriyle dilimizin itibarı olduğunu güvenle söyleyebiliriz. Bu etkinin
tarihi 5 ilâ 7’nci yüzyıllara dayanmaktadır.
Modern
zamanlarda, komşu ulusların dilinde, örneğin Ermenice dilinde 5 binden fazla (!)
Türkçe kelime kullanılmaktadır. Komşu Gürcü halkının 5 ilâ 7’nci yüzyıllarına
ait tarihî kaynaklarında 160’tan fazla Türkçe kelime kullanılmıştır. Ayrıca
Rusça ve Farsça dilleri, gizemli Azerbaycan Türk dilinin etkisi dışında kalmadı.
Yüzlerce bilim adamımız, dilimizin tarihsel gelişim aşamaları yoluyla, bu dilde
yaratılmış eski yazılı kaynaklarımızın incelenmesi üzerine binlerce bilimsel
araştırma yaptı. Dilimizin fonetik yapısından üslûp olasılıklarının
özelliklerine kadar her şey incelenmiş ve araştırılmıştır.
Bugün
ikinci önemli konu, aynı araştırma yönünü korurken dilimizi yabancı etkilerden
korumaktır. Dilimizin kelime dağarcığı, bilimsel ve teknik ilerlemeden dolayı
yaşadığımız sosyal olaylar nedeniyle zamanla değişir. Bazı yaygın sözcükler
arkaik hâle gelir ve işlevlerini yitirir veya yeni sözcükler ile değiştirilir.
Küreselleşen dünyamızda, internetin getirdiği sosyal ağların ve ulusal olmayan
TV kanallarının doğrudan etkisi, kelime haznemizde açıkça görülmektedir. Bu
süreç kontrol edilmezse, istenmeyen sonuçlar kaçınılmaz olacaktır.
Modern
Azerbaycan dili ile ilgili birkaç konu hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle
bir grup aydın, dilimizin isimlendirilmesi ile ilgileniyor, bizim dilimize “Azerice”
diyor. Bazı aydınlar, dilimizin Türk dilleri ailesine ait olduğunu dahi kabul
etmiyor ve doğal olarak kardeş ülkelerle oluşan uyum sürecine karşı
saldırganlar. Protestolarını ifade ederken bile “Azerbaycan Türkçesi” yazıp
konuştuğunu kabul etmek istemeyen bir aydın kesimi var. Çoğunun Rus diline ve
eski Sovyet rejimine sempati duyduğunu fark ediyoruz. Bazen Celil Memmedguluzade’nin
“Annemin Kitabı” adlı çalışmasında olduğu gibi “Hâlâ farklı dillere ve
kültürlere meyilli entelektüellerimiz var mı?” diye merak ediyorum. “Kitabi-Dede
Korkut”, “Gılgamış” ve “Orhun-Yenisey” yazıtlarında dile getirilen fikirlerin
modern Azerbaycan Türkçesiyle aynı sözcük birimlerinden oluştuğunu nasıl
göremeyiz? Neden kendimize dönmek Azerbaycan Türklerini rahatsız etsin ki?
Bunun
bir cevabı var tabiî ki. Bu şerefi, bu şuuru, bu gerçeği Türk soyunu ve Türk
ruhunu hissetmeyen bir kişiye anlatmak mümkün değil. “Türk” dediğimizde sadece
Türkiye Türklerinden bahsettiğimizi anlayan tanınmış aydınların görüşlerini
okuduğum zaman çok üzülüyorum. Bu anlamda dilimizin kökenini, eski
anıtlarımızın dili ile modern Azerbaycan dilinin karşılaştırmalı analizini
canlandırmak ve aydınlatmak için bugün genç nesle tarihimizin arka plânını öğretmek
gerekmektedir.
Azerbaycan’ın
anadili hakkında
Bu
kısa makalede Türk halklarının dil tarihinden bahsetmek imkânsızdır.
Azerbaycan-Türk dilinin Altay-Türk dil ailesinin Oğuzlar grubuna ait olduğu
bilinmektedir. 140 milyon Türk; Türkiye Türkleri, Azerbaycan Türkleri,
Gagavuzlar, Türkmenler, Horasan Türkleri, Afşarlar, Salarlar, Aynallular dâhil
olmak üzere bu grubun dillerini konuşmaktadır. Ancak şunu da belirtmek gerekir
ki, Orta Çağ’ın başlarında oluşan Azerbaycan halkı Sümer-Türk kökenlidir;
Sümer-Türk etno-kültür sistemi üyesidir. Azerbaycan, Azerbaycan’ın Türkleştirme
süreci Milât öncesi 2 ilâ 1’inci binyıllarda çok daha erken başlamış ve sonraki
yüzyıllarda yoğunlaşmıştır. Bu gerçekler komşu Gürcülerin “Kartlis Shovreba” (Gürcü
Yaşamı) kaynaklarında da doğrulanmaktadır. (Azerbaycan Çalışmalarının
Temelleri, N. Jafarov, M. Çobanov, G. Pashayeva. "AzAtaM", Bakü-2013)
Bugün
Arapça kökenli kelimelerin karşılığı olarak Türkçe kökenli kelimeleri
kullandığımızda bizi Türkiye’ye eğilmekle, kendimizi bizden uzaklaştırmakla
suçlayanlar sadece “Kitabi-Dede Korkut” okusalar (bilmezler ki niye) mübarek
değil “kutlu”, meşhur değil “ünlü”, muhtelif değil “türlü”, şahit değil “tanık”,
muharebe değil “savaş”, muvaffakiyet değil “başarı” kelimelerini tercih etmenin
uygun olduğunu bilirler. Bu yaklaşım, millî kökenimize bağlılıktır!
7
ilâ 8’inci yüzyıllarda Azerbaycan edebî dilinin sözlü dalı neredeyse tam
anlamıyla oluşmuş ve ulusal bir karakter kazanmıştır. Bu durumda bugün 21’inci
yüzyılda neden kendi edebî dilimizin olanaklarını kullanmayalım? Bu
anlaşmazlık, devlet dilimizin isimlendirilmesine de yansıdı. Dolayısıyla devlet
dilimize “Azerbaycan Türkçesi” adını vermenin tüm yanlış anlamaları ortadan
kaldıracağını düşünüyorum.
Azerbaycan’da
Türk dilinin defalarca resmî olarak devlet dili ilân edildiği, tarihî
geçmişimizde bilinmektedir. İlginç bir gerçektir ki, Altay-Türk dilleri
arasında, 15-16’ncı yüzyıllarda, Şah İsmail döneminde devlet dili statüsünü
alan dil, Azerbaycan-Türk dili olmuştur. İslâm’ın kabulünün ilk yüzyıllarında,
“Türkler, İslâm dünyasına öylesine büyük bir manevî tutku ile girdiler ve kendilerini
o kadar rahat hissediyorlar ki bir dereceye kadar Türk olduklarını ve genel
olarak Müslüman olarak düşündüklerini unutuyorlar” (Nizami Jafarov, General
History of Turkology; bir inceleme, Bakü, 2000, s.8). Bu nedenle yirminci
yüzyılın başına kadar Azerbaycan Türklerinin millet olarak adı “Müslüman”
adıyla anılmıştır. “Müslüman ordusu”, “Ermeni-Müslüman çatışması” ifadeleri bu
gerçekle açıklanabilir.
Dilimizin
gelişme tarihindeki ikinci büyük yükseliş, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin
kurulmasıyla bağlantılıydı. 27 Haziran 1918 Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti
kararında, “Hükûmet, teşebbüsler ve yargı, idare ve diğer mevkilerdeki diğer
pozisyonlar tanınana kadar devlet dili Türkçe olarak kabul edilmelidir” ifadesi
yer alır.
28 Nisan 1920’de yani Rusya’nın Azerbaycan’a yönelik 19’uncu saldırısından önce, Azerbaycan halkı kendi dillerinin ve kendi tarihini, geçmişini ve geleceğini zaten belirlemişti. Bu nedenle 70 yıllık Rus İşgali, 20 Ocak 1990’da kendi devletimizi yeniden kurmamıza ve 1991’de millî marşı korkmadan kendi dilimizde -Cumhuriyet Andı- söylememize engel olmadı. Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmemek üzere yükseldi ve devletimiz egemenliğini kazandı.
Her
şeyin düzene sokulması, dilimizin, sınırlarımızın, devlet temel prensiplerinin
onaylanması gerekiyordu. 12 Kasım 1995 tarihinde referandumla kabul edilen
Anayasamızın 21’inci maddesinde, “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet dili
Azerbaycan dilidir. Azerbaycan Cumhuriyeti Azerbaycan dilinin gelişmesini
sağlar” denilmektedir.
Ülke
veya bölge adıyla dilin ifade edilmesi, geçmiş yaşantıların etkisinden kaynaklanmaktadır.
Ancak aynı ilgili dil ailesinden olan Gagauzca Türkçesi, Türkiye Türkçesi,
Özbek Türkçesi ve diğer “aile üyeleri”, resmî olarak yabancı diller sınırına
itildi. Bugün tek Türk dilini protesto eden güçler, konumlarına zemin
kazandılar. Ancak küreselleşen dünyada yabancı diller ve kültürler birbiriyle
bütünleştiğinde bile biz Türklerin tek bir Türk diline sahip olduğu gerçeği
gündemini koruyor. Bu sorun çözülene kadar, Türk dili konuşan halkların
aydınları bir an önce birleşmeli ve sistematik olarak olumlu yönde ilerleme
kaydetmelidir. Muhtemelen kanında Türk genleri olan her yurttaş Rusça konuşmanın
Başkurt, Kazak veya Özbek bir kardeşiyle olmasının endişesini ve
hoşgörüsüzlüğünü hissediyor. Umarım bu yöndeki çalışmalar meyve verir ve
başarıyla sonuçlanır.
Dil
zenginliğini aktarmak sorunu
Bahsetmek
istediğim bir başka konu, dil zenginliğimizi çocuklarımıza aktaramamaktır.
Nasıl oluyor da başka milletlerin çocukları, düşüncelerini ifade ettiklerinde
yetişkinlerin konuşmalarının gerisinde kalmıyorlar? Ama Azerbaycanlı
çocuklarımız bu konuda sık sık sıkıntı yaşıyorlar. Konuştukları beş kelimelik
cümlenin üç kelimesi bile edebî dilimizin kelime dağarcığının parçası olmayan
kelimelerden, diğer dillerin kelimelerinden oluşuyor.
Okul
öncesi öğrencileriyle uzun yıllar çalıştığım için söylediklerim, gözlemlerime
dayanıyor. Bazen karşımdaki çocuğun Türkiye’den veya Rusya’dan yeni geldiğini
bile düşündüğüm oluyor. Araştırdığımda, çocuğun Bakülü, Celilabadlı, Kurdamirli
ve benzeri yerlerden olduğunu anlıyorum. Bunu öğrendiğimde oldukça şaşırıyorum.
Benim gibi aileler bile durumu fark ediyor ve “Ne yapılabiliriz? Televizyondan
öğreniyorlar” diyorlar. 4-5 yaş çocuklarımızın bazı sözleri elbette Azerbaycan-Türk
yapımı olmayan çizgi filmleri izleyerek öğrendikleri biliniyor. Dolayısıyla
küçük çocuklarımızın ilgiyle izleyebilecekleri ve bu teknoloji aracılığıyla
dilimizi öğrenebilecekleri çizgi film ve kurgu eserler alanında boşluklar ve
eksiklikleri gidermek gerek. Bu alana dikkat edilirse çok iyi olur.
Dil
hususuna özen göstermeli, öz dilimizi korumalıyız. Rusça, Türkçe, Farsça veya
İngilizce konuşan iki Azeri’yi gören birinin ne kadar şaşırdığını görürseniz,
ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Türkçenin
dilimizle pek çok ortak yanı var. Ancak o dilin Avrupa dillerinden de kabul
ettiği sözler, dilimizde neolojizm etkisi yaratmaktadır. Bu süreci engelleme girişimleri
belki de anlamsızdır. Çünkü bilgi akışını kontrol etmek çok zordur. Bu nedenle,
ilgili olan veya olmayan diller arasında kelime alışverişi süreci
kaçınılmazdır. Dilimizi daha sorumlu bir şekilde korumamız gerektiği bir
gerçektir.
Oysa
Rusça, Farsça ve İngilizce bizim dil ailemize tamamen yabancı dillerdir. Genç
neslin yabancı dil olarak öğrenip konuşmasının güzelliği karşısında kendi öz
dili yerine gündelik işlerinde onları kullanması şuursuzluktur. Belki de
dünyada ailesi ve sevdikleriyle başka bir dil konuşmayı tercih eden başka bir
millet yoktur. Bazılarımızın böyle bir fikri olması talihsiz bir durumdur. Rus
bölgesinde çocuklarını eğitmek için büyük çaba sarf eden birçok insan var ve
yurtdışına çıktıklarında bile aile içinde yabancı dil konuşuyorlar. Hatta
dilimizi bilmeyen Azerbaycanlı çocuklarımız var! Neden?
Dilimizi
korumak, millî benliğimizi korumaktır. Sadece dilbilimciler, yazarlar, medya ve
basın değil, her Azerbaycan Türk’ü dilimize karşı dikkatli olmalıdır. Kendi
dilimizi konuşmayıp yabancıların dilini takip etmeyi bırakmalıyız. Kendi dilini
konuşurken utanan, çalım satan perişan insanlar her zaman olmuştur ve hâlâ vardır.
Sadece etraflarındaki yurttaşlarımızın alenen kınanması ile
yönlendirilebilirler. Vatanseverlik, dil sevgisiyle başlar.
Ülkesinin geliştiğini, devletinin güçlü ve müreffeh olduğunu görmek isteyenler önce dilini, millî ideolojisini ve kültürünü korumalıdırlar.