
“OKUL öncesi” denildiğinde aklınıza ilk gelen, gölde kıvrıla kıvrıla yüzen kırmızı balık mı, yoksa kuyruğu olmayan kurbağa mı? Küçük masa ve sandalyelerden oluşan rengârenk bir sınıf, cıvıl cıvıl çocuk sesleri, oyun, müzik, dans, eğlence, “Eveeeeeet” diye uzatılan cevaplar mı? Bu alanla bilimsel açıdan ilgilenenlerin ilk aklına gelen Maria Montessori, Friedrich Froabel, Sigmund Freud da olabilir tabiî... Kimine göre ise öğretmenin hiçbir şey yapmadığı, çocuğun tüm gün oyun oynadığı, kâğıt kestiği, boyama yaptığı basit bir süreç olarak da algılanabilir.
Anaokulları birçok kişi için çalışan ailelerin çocuklarını emanet ettikleri bir kurum gibi düşünülmektedir. Oysa eğitim ve öğretimin ilk basamağı olan okul öncesi, gömleğin ilk düğmesi gibidir. Çocuğun sonraki yıllarda hem sosyal, hem eğitim hayatını ciddî mânâda etkileyecek olan çok kıymetli bir süreçtir. Evet, o ilk düğmeyi iliklemek her ne kadar basit görünse de dışarıdan bakıldığında işin aslı hiç öyle değildir. Düğmeyi iliklemede değil, doğru düğmeyi doğru iliğe geçirmekte marifet!
Okul öncesi, çocukların sosyal-duygusal gelişimleri ve bağımsız bir birey olma yolculuklarında atacakları ilk adım, çıkacakları ilk basamaktır. Bu adımı atarken çocuğun bir elinden aile, diğer elinden de öğretmen tutmalı, sonra öğretmenle aile çocuğun yanında omuz omuza durmalı ki ilk adımda tökezlemesin, düşmesin, korkmasın, canı acımasın ve güvenle yol alsın. Fiziksel anlamda elbette düşecek, kalkacak, dizleri kanayacak ve geçip gidecek. Fakat duygusal mânâda çocuğun düşmemesi ve ciddî yaralar almaması için aile ile öğretmenin interaktif bir iletişim içerisinde olmaları ve birlikte yol almaları çok önemlidir.
Okul öncesi eğitim, aile, öğretmen ve çocuktan oluşan üç bacaklı bir sacayağına benzer. Bu parçalardan biri eksik olduğu takdirde yıkılır ve bütünden uzaklaşılır. Bahsettiğimiz bu üçlünün ana merkezi ve en masumu ise, şekillenmeye hazır evin biriciği olan yavrunuzdur. Bir güven alanından ayrılıp başka bir güven alanına geçiş yaparken, alıştığı ortamdan çok daha farklı bir düzene uyumlanmaya çalışırken, ne yapacağını ve nasıl davranacağını bilmediğinden, adaptasyon sürecinde davranışlarında değişimler gözlemleyebilirsiniz. Okul ortamında ilk kez karışılacağı kural ve sınırlamalar ile muhatap olan çocuğun, bir topluluğun içinde var olmaya çalışma gayreti, birtakım güçlükler yaşamasına sebep olacaktır.
Fakat bu durum gayet normal ve geçici bir süreçtir. Hepimizin hayatın içerisinde evde, işte, sosyal yaşantısında karşılaştığı zorlukların minyatürize edilmiş hâlini deneyimleyerek, reel bir yaşama ilk adımını atan çocukların sağlıklı ve özgüvenli bir şekilde ayakta durmayı öğrenmelerine vesile olacaktır.
Hem çocuk, hem aile için heyecan, kaygı ve endişe barındıran ve birçok güzellikle buluşturan, gurur verici anlara tanık olacağınız bu dönemde zaman zaman büyük şaşkınlıklar, belki de kaygılar yaşayacaksınız. Durum ne olursa olsun, kaygı ve endişelerimizi çocuğa hissettirmeden önce kendimizi, sonra çocuğu sakinleştirip rahatlatmalıyız. Çocuğun okula devamlılığını destekleyerek bu keyifli yolculuğun tadını çıkarmalıyız.
Çok uzağa değil, yakın geçmişe dönelim ve bakalım, hatırladınız mı? Çocuğunuzun ilk konuşması, ilk gülümsemesi, ilk yürüyüşü kim bilir sizi nasıl heyecanlandırıp hayâller kurmanıza sebep olmuştu gelecek zamanlardaki yapacağınız muhabbetlere, atacağınız kahkahalara, koşacağınız yollara dair. Okul öncesi eğitim de çocuğunuzun eğitim-öğretim sürecinin ilk basamağı olması nedeniyle, evinizin biriciği ile ilgili ileriye dönük hayâllerinizi ve heyecanınızı besleyen bir süreç olacaktır.
Okul öncesi eğitim nedir, çocuğa ne kazandırır?
Toplumun temel yapısını oluşturan, okul öncesi eğitim kurumları, 36-72 ay grubundaki çocukların eğitimini kapsar. Çocuğun soyut düşünme yetisinin tam gelişmediği bu dönemlerde tüm etkinlikleri somut bir şekilde yaparak ve görerek deneyimleyeceği, meraklarını bilgiye dönüştüreceği ortam ve imkânları sunar. Okuma, yazma ve matematik çalışmalarıyla çocuğu ilk öğretime hazırlarken, sosyal yaşamda ihtiyaç duyacağı becerileri de edinmesine katkı sağlar. Anadil çalışmaları çocukların dil gelişimini olumlu yönde etkiler, kelime dağarcıklarını zenginleştirir. Öykü, hikâye, tekerleme, şarkı ve şiirlerle dili yaşayarak, konuşarak, dinleyerek, etkileşimde bulunarak kullanma imkânına sahip olur.
Drama, pandomim ve dans gibi etikliklerde ise çocuk, doğaçlama yaparak kreatif düşünme becerisini ve yeteneklerini geliştirme imkânı bulur. Odaklanmayı, sabırlı olmayı, hayâl gücünü serbest bırakmayı öğrenir. Bu çalışmalar sayesinde çocuk kendini tanımaya başlar ve muhakeme becerisi gelişir.
Okul öncesi eğitim, çocuğun bireysel anlamda ev ortamından dış dünyaya attığı ilk adımdır. Yanında ebeveyni olmadan, onlardan destek almadan bir gruba ve topluluğa dâhil olduğu sosyal alandır.
Bu alanda çocuğun var olma mücadelesi, kendi ihtiyaç ve problemlerini dile getirmesine, karşılaştığı sorunları yorumlayabilmesine ve çözüm yolları üretmesine olanak sağlar. Hem yetişkinler, hem de akranları ile daha sağlıklı ilişkiler kurmasına kapı aralar. Bu kapılar zamanla ardına kadar açılır ve bundan sonraki eğitim hayatlarına bir sıfır önde başlar. Hayat boyu kuracağı sosyal ilişkilerin temeli burada atılır.
Çocuklarımızı teslim ettiğimiz okul öncesi eğitim kurumlarda en kıymetli varlıklarımıza temas eden okul öncesi öğretmenleri ise çocukla duygusal bir bağ kuran, bu bağ olmadan milim yol alamayacağını bilen, çocuğa duyduğu sonsuz sevginin yanı sıra sabrı ve şefkati ile minicik kalplerde kocaman iz bırakan kimselerdir. Dünyanın en temiz varlıkları ile iletişim hâlindeki öğretmenler saflığın ve masumiyetin kol gezdiği sınıfta sadece öğreten değil, aynı zamanda öğrencidir. Sevmeyi, affetmeyi, unutmayı, duygularını en yalın hâliyle ifade etmeyi, yeri geldiğinde masumiyetin timsali olan öğrencilerinden öğrenir.
Okul öncesi öğretmeninin işi oyundur. O, oyun temelli eğitim mantığı ile çocukların dünyayı keşfetmelerine rehberlik eden, çocukluktan kalma saflıklarını iliklerinize kadar hissettirendir. İçindeki çocuğu büyütmeyen ve o çocuğu çok iyi tanıyandır. Kendi çocuk yanıyla irtibat hâlinde olduğu için çocukların da ihtiyaç ve beklentilerini en iyi bilendir. Aile çocuğu okula teslim ettikten sonra, çıkış saatine kadar kendi canından ve kanından bir parçaymışçasına benimseyendir. Birini diğerinden ayırt etmeden seven, tek bir kelimeye ihtiyaç duymadan çocuğun gözlerinden kaygısını sezen, davranışlarının alt metnini okuyabilen ustadır.
Okul öncesi öğretmenler, sınıf içerisinde yaşanan anlaşmazlıkları, çocukların gelişimlerindeki farlılıkları terazinin kefesine koyarak değerlendirmek yerine bireysel yetilerini göz önünde bulundururlar. Çocukların ileride kim olacaklarıyla ilgilenen değil de bugün kim olduklarını ve tüm özelliklerini bilen, yeteneklerinin üzerine giden, yetersiz kaldığı alanlarda destekleyen bir tavra sahiptirler. Kendi bilgi ve deneyimlerini onlara yüklemekten ziyade, dünyanın çocuklar tarafından nasıl göründüğünü merak eden ve yine hayatı onların gözleriyle seyreden, şahitliği dahi kabul görmeyen kimselerdir. Eğer yolunuz böyle bir öğretmenle kesiştiyse hiç korkmayın, doğru adrestesiniz!
Unutmamalıyız ki, her çocuk tertemiz mizacı ile kendi fıtratı üzere doğar. Bize düşen, bu fıtratı bozmadan, yeteneklerini ve ilgi alanlarını açığa çıkaracak zemini oluşturmaktır.