Amiral battı!

Metnin altında imzası olan 104 kişi hakkında tek tek inceleme yapılacağını, ayrıca onlara bu cesareti verenlerin de araştırılacağını biliyoruz artık. Bundan sonra beklentimiz, devletin hâdsizlere hâddini bildirmesi, emekli de olsalar o kutsal üniformanın hakkını veremeyenlerin apoletlerinin sökülmesi, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de dediği gibi zarar vermeye çalıştıkları devletin kasasından ödenen maaşları dâhil tüm özlük haklarının ellerinden alınmasıdır.

GÜNDEMİMİZ Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden çıkmak ya da çıkmamak değil şu anda. Meclis Başkanı Şentop’un, bir röportaj esnasında, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmamızın hukukî geçerliliği konusunda konuşurken verilen örnek ve kendisinin cevabı üzerinden koparılan yaygara, muhalefetin “olumsuz gündem oluşturma” gayretinden başka bir anlam taşımıyor.

Peki, bu Montrö gerçekten bizim için hayatî önem arz eden bir sözleşme mi acaba?

Lozan Barış Antlaşması ile ilgili çok yazı yazıldı ve üzerine çok tartışma yapıldı. Bugün hâlâ bir kesimin “kurtarıcı”, diğer bir kesimin ise “kuşatıcı” (işgalci) gibi gördüğü Lozan hakkındaki tartışmalar, antlaşma geçerli olduğu sürece devam edip gidecektir. Lozan’ı kurtarıcı olarak görenlerin iddiası o ki, Montrö Boğazlar Sözleşmesi de Lozan’ın bir parçasıdır, ayrı değerlendirilemez ve Montrö’den çıkmak, Lozan’dan çıkmak gibidir.

Evet, maddeler içindeki atıflardan da anlaşılacağı üzere Montrö, Lozan’ın bir parçasıdır belki ama aynı bağlayıcı hükümlere sahip olmamakla birlikte geçerlilik süresi, bir madde dışında tarafların tercihine bağlıdır.

Montrö’de attığımız imza ile ilelebet Boğazlar üzerindeki ekonomik kazancımız üzerindeki özgürlüğümüzden vazgeçmiş olduğumuz, hiç kimsenin gözünden kaçmamalıdır! Sözleşmenin 28’inci maddesindeki 20 yıllık geçerlilik süresi, birinci maddedeki “geçiş özgürlüğü” hükmünü dışarıda bırakmıştır.

Sözleşmede, Türkiye’nin egemenlik haklarının korunduğu iddia edilebilecek sadece iki madde bulabilirsiniz. Bunlar, savaş ve yakın savaş tehdidi durumunda Boğazlar üzerindeki tasarrufumuzu düzenleyen 20 ve 21’inci maddeler. Ancak yakın savaş tehdidi durumu bile BM ve imzacı ülkelerin değerlendirmesine tâbi.

Diğer maddeler ise gerek dünya ticâretini, gerekse de Rusya’yı Avrupa’dan, Avrupa’yı Rusya’dan askerî açıdan korumaya yönelik maddelerdir.

Montrö’nün Türkiye için bir şans olduğu yalanını söyleyenler, zannediyorum ki ehven-i şer penceresinden bakmaya devam ediyorlar olaya. Hâlbuki Türkiye, savaştan yeni çıkmış ve hem maddî, hem askerî açıdan âciz bir ülke değil artık. Tam tersine, son 20 yılda dünya siyâsetinde söz sahibi olmuş, ülke menfaatini ön plânda tutma dirayetini gösteren hükûmetleriyle dik durmayı öğrenmiş bir Türkiye var artık. Her ne kadar Lozan ve Montrö henüz tartışmaya açılmamış olsalar da bizi ilelebet bağlayacak antlaşma ve sözleşmelerle yaşamaya mecbur olmadığımızın da bilinmesi şart!

Ancak, Erdoğan’ı anti-demokratik uygulamalar ve diktatörlükle itham eden bir kesim, farklı konularda farklı düşünme özgürlüğünü de hiçe sayarak, memleketin yüz yılını haczeden uluslararası imzaların ve o imzaları atan diktatörlerin tartışılmasından rahatsızlık duyuyor. Bunlar, yüz yıl önceki şartların bugün de geçerli olması hayâli ile gelişmemizin ve özgürleşmemizin önünde durmaya devam ediyorlar. Başarılarının önündeki en büyük engel olarak Erdoğan ve AK Parti’yi gören bu kesim, eline geçen her fırsatı değerlendirmenin peşinde. Daha önce özellikle “Gezi” ve “15 Temmuz” ile şansını zorlayıp boyunun ölçüsünü alanlar çok da akıllanmamış gibi görünüyorlar. Önlerine atılan her mamadan kan kokusu alanların, sonlarını düşünememek gibi bir özellikleri var.

İşte bu sonunu düşünemeyen ekipten, eski Türkiye’de kahraman gibi algılanmış olma geleneğine takılıp kalmış, kendini millî iradenin üzerinde gören 104 emekli amiral toplanarak Cumartesi gecesi küçük bir haber sitesinde bir bildiri yayınladı. Kanal İstanbul üzerinden Montrö’ye zarar verileceği iddiası üzerine kurgulanan bildiride, uluslararası anlaşmaların iptal yetkisi, sosyal medyadaki sarıklı amiral görüntüsünden duyulan rahatsızlık, TSK içindeki FETÖ mağduriyetleri vurgulandı. Bunlar, kişisel fikirler olarak nerede yayınlanırsa yayınlansın sorun edilmeyecek, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilecek ifadeler.

Daha birkaç gün önce çoğu büyükelçi olan 126 emekli Dışişleri personelinin Kanal İstanbul ve Montrö üzerine kaleme aldıkları bildiriye aynı tepkinin verilmemiş olması, onların darbe yapma geleneğinden gelmemiş ve seçilmiş siyâsî iradeye parmak sallayan bir dil kullanmamış olmalarındandı. Ancak 104 eski asker bir araya gelip bu fikirleri yazıya dökünce, buna başka bir isim yakıştırmak hiç de zor olmuyor hâliyle. Hele ki metnin içine “TSK’nın, Anayasa’nın değişmez, değiştirilmesi teklif edilemez temel değerlerini titizlikle sürdürmesi zaruridir. Bu gerekçelerle, TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi bu değerlerin dışına çıkmış, Atatürk'ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz. Aksi hâlde, Türkiye Cumhuriyeti, tarihte örnekleri olan, bunalımlı ve bekâsı için en tehlikeli olayları yaşama risk ve tehdidi ile karşılaşabilecektir” paragrafını da koyuyorsanız, sizleri “darbeci” olarak adlandırmamızı önceden hesap etmek zorundasınız.

İçeriği, dili ve servis saati açısından çok net söyleyebiliriz ki bu bildiri, bir muhtıra niteliğindedir. Muhtıranın, “Dediklerimi yapmazsan darbe yapar, seni indiririm!” anlamına geldiğini defalarca tecrübe etmiş bir millet için, bu bildirinin darbeyi çağrıştırması ve muhtıra niteliğinde görülmesinden daha tabiî bir durum olamazdı.

Tepkiler de bu yönde gelişti. Gerek Hükûmet ve ittifak kanadından, gerekse hassasiyeti yüksek vatandaşlar tarafından gece boyunca sosyal medya hesaplarından hak ettikleri ölçüde sert cevaplar verildi bu 104 hâdsize. 

Muhalefetin bu bildiri hakkındaki fikirleri ise ertesi gün çıktı ortaya. Kılıçdaroğlu, her zaman olduğu gibi darbeci zihniyete “Size ne oluyor, oturun oturduğunuz yerde!” demek yerine, konunun etrafından dolaşıp gündemi ekonomiye bağlayarak çekildi kenara. CHP Sözcüsü Öztrak ise, AK Parti’nin bildiri üzerinden mağduriyet oyunu oynadığını ve gerçek gündemi örtmek için bildiriyi manipüle ettiğini iddia etti. Neyse ki 104 emekli amirali organize etmekle suçlamadı AK Parti’yi!

İyi Parti bu konuda da farklı açıklamalarla kendi içindeki fikir ayrılıklarını gözler önüne serdi. Genel Başkan Başdanışmanı Aytun Çıray, “En aptal zihinler bile bu metinden darbe çıkaramaz” derken metnin altına imzasını atacağını bile söylemekten çekinmedi meselâ. Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu ise bildiride darbe imaları olduğunu, bunu rahatsız edici bulduğunu ifade edip, “Darbelerle ilgili en ufak bir imayı teyakkuzla karşılıyoruz” dedi.

İyi Parti adına son noktayı koyan Akşener ise “Bu bir zevzekliktir!” dedikten sonra Hükûmet’i bu konudan nemalanmakla suçladı.

Saadet Partisi’nin “Bilge” Başkanı Karamollaoğlu ise bildiriyi “düşünce özgürlüğü” olarak yorumlayıp darbe ve muhtıralardan en çok zarar gören kesimin temsilcisi olmaktan çok uzaklaştığını bir kere daha teyit etmiş oldu.

DEVA Partisi’nden Babacan, eski darbelere atıf yapan ve “Bu acıların depreştirilmemesi gerekir” diye devam eden mesajında, Hükûmet’in darbeye karşı devlet organlarını kullanmasının yanlışlığı yönünde eleştiride bulundu. Yani bildirici tayfasına “Darbe yapmayın!” derken, Hükûmet’e de “Darbe yapılırsa size yapılacak, devleti karıştırma!” diyerek gülünç duruma düştü.

“Bildiri, ülkenin tarihsel hafızasını ve içinden geçtiği hassas süreci göz önüne almayan, kötü niyetli bir sorumsuzluk örneğidir'” diyerek “ama”sız bir şekilde darbeci zihniyete karşı tavır alan tek muhalefet lideri ise Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu oldu. Kendisine, bu konudaki duruşundan dolayı şahsım adına teşekkürü bir borç biliyorum.

Beklerdik ki, TBMM çatısı altında siyâset yapan tüm partiler, darbe çağrışımı yapan böyle bir bildiriye ortak tavır koyabilsin. Ancak henüz neyin darbe, neyin özgürlük olduğu konusunda bile hemfikir olamıyoruz ki…

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, hiç gecikmeden olaya el koydu ve soruşturma başlattı. Metnin altında imzası olan 104 kişi hakkında tek tek inceleme yapılacağını, ayrıca onlara bu cesareti verenlerin de araştırılacağını biliyoruz artık. Bundan sonra beklentimiz, devletin hâdsizlere hâddini bildirmesi, emekli de olsalar o kutsal üniformanın hakkını veremeyenlerin apoletlerinin sökülmesi, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de dediği gibi zarar vermeye çalıştıkları devletin kasasından ödenen maaşları dâhil tüm özlük haklarının ellerinden alınmasıdır.