Amerika, bittin oğlum sen!

Her yolu denediler. Silahlısını silahsızını… Ekonomik saldırıları da gördük, hukuk saldırılarını da… Nereye varabildiler? Asıl zorda olan onlar. Bütün yolları tükettiler ve bir sonuç alamadılar. Dere tepe düz gittiler… Gece gündüz demediler… Yaz kış yol aldılar… Soğuk sıcak aldırmadılar… Sonra? Dönüp baktılar ki, bir arpa boyu yol gidememişler.

EYVAH eyvah! Tam da Ata Demirer’in dediği gibi… Demet Akbağ’ın dediği gibi… Eyvah eyvah!

Amerika bize yaptırım uygulayacakmış.

Sarı kafa, giderayak imzayı çaktı.

Yandık, bittik, kül olduk.

Ne yapacağız bundan sonra?

Hâlimiz harap kardeşler.

Artık, istedikleri kadar sevinebilir Ermenisi ile Yunanı… Hattâ yanında Farisi ve Arap kardeşler…

Arap deyince hepsi değil tabiî, kibirlenen takımı. Bize düşmanlık edenlerle ortak harekete geçmekten çekinmeyenler...

Türk askerine silah çekenlerle kol kola girenler... Onlarla açık-kapalı anlaşmalar yapanlar… Türk mallarına boykot uygulamaya kalkanlar…

Suudisi muudisi ve Birleşik Arap Şeylikleri falan… Emirlik miydi, neydi o şey?

Gönüllerince sevinsinler şimdi.

*

ABD’nin yaptırım uygulama gerekçesi, Rusya’dan alınan S-400 savunma sistemleri.

Mahallede top oynarken, meşin topun sâhibi olan çocuk, gıcık olduğu birini kafasına göre oyundan çıkarırdı, hatırlıyorsunuzdur.

Bir romandan, filmden değil, kendi hayatımızdan bahsediyorum; hâtıralarımızdan.

Herhangi bir mantıklı sebep olması gerekmiyordu.

Cezalandırılan çocuk bir kabahat işlemese de, topu kucağında getiren zengin çocuğu (olsa gerek) onun tipinden hoşlanmadığı yahut daha iyi oynamasına tahammül edemediği için oyundan atardı.

Şimdi sözünü ettiğimiz durum bundan farklı değil.

*

Adı üstünde, “savunma sistemi”…

Kendimizi savunmayacak mıyız?

Senden istedik, satmadın. Önce “Tamam” dedin, sonra caydın. Ne yapacaktık?

Elimiz kolumuz bağlı mı oturalım? Savunmasız tavşan gibi bekleyelim mi?

Senin keyfinin gelmesini yahut düğmeye basıp harekete geçme vaktini…

Olmaz öyle!

Bize uymaz!

Dondurmadan dişi sızlayan, suyu hohlayarak içer.

Seni gördük, biliyoruz, tanıyoruz.

Sözünde durmayı bile beceremiyorsun.

Bir de kalkmış, koskoca dünyaya patronluk taslıyorsun.

Bilmiyorsun ki, yakında varını yoğunu elinden çıkaran Züğürt Ağa’ya döneceksin!

En sonunda elinde bir tek kovboyluk kalırsa, şaşırmaya hiç gerek yok.

Büyük patron edâsından bir türlü vazgeçmek istemiyorlar ama papaz her gün pilav yemiyor ve dünya hep kıpırtı hâlinde.

Dengeler, her gün biraz daha değişiyor. Hiçbir şey yerinde olduğu gibi durmuyor. Koskoca kıtalar bile hareketli. 

Amerika diyor ki, “Ne yapacaksın savunma sistemini? Niye alıyorsun? Haydi aldın, niye vazgeçmiyorsun? Çok kızdığımı görmene rağmen S-400’ü neden geri göndermiyorsun?”.

Biz de masum Anadolu’nun saf çocuğu olarak soruyoruz: Sebep?

Sarı kafa ve ekibi (ondan önce kara kafa vardı, yakında başka bir kafa gelecek, yaşlı kafa; hepsi aynı kayığın yolcusu) hâl diliyle izah ediyor… Diyor ki, “Çünkü ben sana saldıracağım”.

Bunun tercümesi budur.

“Eyvah eyvah” diye boşuna mı dedik?

*

Gâvurcasının kısaltılmış hâli CAATSA olan bir yasaları var bu heriflerin. Türkçesi şu: “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası”…

İşte o yasa kapsamında yaptırım uygulayacaklarmış.

Burada altı çizilmesi gereken kelime, “hasımlar”...

E hani biz dosttuk, müttefiktik?

Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi...

Hayır, o sadece kâğıt üstünde öyle!

Gerçek, tam tersi.

Ne dostuz, ne müttefik.

Açıkça hasımız. Daha doğrusu, düşman!

Ambargo, zaten yarım asırdır içinden geçtiğimiz bir tünel bizim için.

Savunma sistemlerini satmaktan vazgeçmek, ne demek?

Savaş uçağı projesinin ortağı olduğumuz ve bazı parçalarını burada ürettiğimiz hâlde bizi dışlamak, başka türlü nasıl izah edilir?

Görünen köy kılavuz istemezken, apaçık görünen düşmanlık kılavuza ihtiyaç duyar mı?

Ambargonun ekonomik boyutu olsa da, olmasa da bizim için fark etmez.

Uzun da sürse bir, kısa da sürse bir.

*

Bizim dostluğumuz değerlidir, kıymetini bilene. Düşmanlığımızın da hatırı sayılır. Tecrübe edenlere danışmak yeter.

Üstelik bilmedikleri bir husus; Türkiye, artık eskisi gibi değil!

Köprülerin altından çok sular aktı.

Geç de olsa, az buçuk akıllandık. Geç de olsa, gücümüzü fark ettik.

Ayrıca ambargoya karşı şerbetliyiz. O sıkıntıları biliriz ve tahammülümüz büyüktür. Nesinden korkacağız?

Ateş olsa cirmi kadar yer yakar.

Ne yapacak ABD?

Bize karşı terör örgütleri mi kuracak?

Ülkemizi bölmeye mi çalışacak?

Evvelce kurulmuş terör örgütlerine yirmi bin tır dolusu silah ve cephane mi gönderecek?

Hem de gözümüze baka baka…

Ne yapacak?

Ülkemizi yönetmeye mi yeltenecek?

Yöneticileri peşin yahut taksitli kampanyalarla satın mı alacak?

Ekonomik saldırıya mı geçecek?

Spekülasyonla, manipülasyonla ve atmasyonla borsayı mı batıracak?

İçimizden satılık ve kiralık olmaya müsâit kim varsa arayıp bulacak, seçip yetiştirecek mi?

Darbe mi yaptıracak?

Terör örgütünün tepe yönetimine kucak açıp topraklarında mı pışpışlayacak?

Darbe yapanlara “Bizim oğlanlar” mı diyecek?

Ne yapacak?

*

Her yolu denediler. Silahlısını silahsızını… Ekonomik saldırıları da gördük, hukuk saldırılarını da…

Nereye varabildiler?

Asıl zorda olan onlar.

Bütün yolları tükettiler ve bir sonuç alamadılar.

Dere tepe düz gittiler… Gece gündüz demediler… Yaz kış yol aldılar… Soğuk sıcak aldırmadılar…

Sonra?

Dönüp baktılar ki, bir arpa boyu yol gidememişler.

O hâlde kendileri düşünsün!

“Biz bu adamlarla düşman olmaktan ne kazandık, daha ne kazanacağız?” diye hesap yapsınlar.

Ne de olsa, iyi bilirler hesap yapmayı.

Dostluk daha avantajlı çıkarsa, makas değiştirmeyi becerebilirse, ne âlâ!

Yoksa, yazık olacak şu güzelim ABD’ye!

Sözün kısası, asıl “Eyvah eyvah!” demesi gerekenler, kesinlikle biz değiliz.