Amerika, Avrupa ve Kavala

Türkiye’den değil de terör örgütünden mi korkuyorlar? Ya da terör örgütünü gizliden gizliye veya açıktan açığa çok seviyorlar da Recep Tayyip Erdoğan ve onun şahsında Türkiye’den mi nefret ediyorlar? Yoksa Amerika, Avrupa ve topyekûn Batı’nın nezdinde ve gözünde “Diyarbakır Anneleri” hakkı, hukuku, adâleti, demokrasiyi ve insan haklarını hiç hak etmiyorlar mı?

AMERİKA, Avrupa ve Kavala… Bu üç kelime ya da bu üç isim, birbirine ne kadar da yakışıyor, değil mi? Aralarında muazzam bir uyum; ses uyumu, söz uyumu, zihniyet uyumu ve senkronize var, değil mi?

Amerika, Amerika’dır. Avrupa, Avrupa’dır. Kavala da; birçok ülkede Amerika adına yapılan darbelere ve iç savaşlara adı karışan ve bu meyanda yazılı, görsel ve sosyal medyada hakkında yüz binlerce haber yapılan, yazı yazılan; kurucusunun da ünlü para spekülatörü ve dünyanın en zengin kişisi olduğu söylenen Macaristan doğumlu, Yahudi asıllı ve Amerikan vatandaşı George Soros’un olduğu Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye’deki şubesinin yönetim kurulu üyesi olan, Amerikalılar, Avrupalılar ve Türkiye içindeki uzantıları tarafından topluma “önde gelen hayırsever bir işadamı” olarak lanse ve empoze edilen, Gezi Olayları’nın organizatörü, maddî destekçisi ve 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimine destek vererek katkı sağladığı iddiasıyla hakkında dâvâ açılarak tutuklanan, tutukluluğu dört yıldır devam eden, dâvâlarının görülmesinde bizzat ve her zaman Amerika’nın, Avrupa’nın ve içerideki uzantılarının ilgisine, desteğine ve sevgisine mazhar olmuş (ayrıca her ne hikmetse ittifak etmiş olan muhalefet parti liderlerinin de iltifatlarına ve muhabbetlerine mazhar olmuş), AİHM kararlarıyla desteklenmiş, şu son günlerde de Amerika başta olmak üzere 10 Batılı ülkenin ülkemizdeki misyon şeflerinin (büyükelçi vesaire) bir müstemleke vâlisi edasıyla bildiri yayınlayarak Türk Hükûmeti’nden “derhâl” serbest bırakılmasını istedikleri (demek ki kendileri için son derece önemli ve değerli bir “dost”muş), her hâliyle (saçı, sakalı, duruşu, bakışı, anlaşılmaz/anlaşılır sükûneti, suskunluğu ve sakinliği ile “Abdullah Gül”ün duruşu,  bakışı, sükûneti, suskunluğu ve sakinliğine çok benziyor; belli ki ikisi de çok şey biliyor ve şok şey düşünüyor) ilginç ve tipik bir kişilik profili çiziyor.

Sizce, “Kızıl” lakaplı bu Osman Kavala’nın Amerika, Avrupa ve Türkiye’deki uzantıları (dostları) tarafından bu kadar önemsenmesinin, bu kadar değerli bulunmasının, Kaşıkçı elması ya da nadide bir çiçek gibi bu kadar özenle korunmasının sebeb-i hikmeti nedir ve ne olabilir?

Sakın bana, Amerika, Avrupa ve topyekûn Batı’nın yüksek insanî değerlerinden, insan haklarına verdikleri önemden, hümanizmalarından, hak, hukuk, adâlet, demokrasi ve ahlâk anlayışlarından dem vurmayın!

Eğer böyleyse, o zaman neden yaklaşık dört yıldır devam eden ve çocuklarını terör örgütüne kaptıran “Diyarbakır Anneleri”nin çığlıklarına kulaklarını tıkadılar? Neden onları görmezden geldiler? Neden bu ülkelerin misyon şefleri gidip de onları hiç ziyaret etmediler ve dertlerini dinlemediler? Neden bu ülkelerin büyükelçileri ortaklaşa bir bildiri yayınlayıp da terör örgütüne, “Bu çocukları derhâl serbest bırakacaksınız! Yoksa şöyle yaparız, böyle yaparız ha!” diyerek üst perdeden konuşup parmak sallamadılar? Yoksa bu ülkeler Türkiye’den değil de terör örgütünden mi korkuyorlar? Ya da terör örgütünü gizliden gizliye veya açıktan açığa çok seviyorlar da Recep Tayyip Erdoğan ve onun şahsında Türkiye’den mi nefret ediyorlar?

Yoksa Amerika, Avrupa ve topyekûn Batı’nın nezdinde ve gözünde “Diyarbakır Anneleri” hakkı, hukuku, adâleti, demokrasiyi ve insan haklarını hiç hak etmiyorlar mı?

Söyleyin bakalım bana, neden, neden, neden?

Sizi gidi ikiyüzlü Batılılar ve onların izinden giden yardakçı dostları sizi!

Peki, içimizdeki Fransızlara ve beyinsizlere ne demeli?

Siz hâlâ uluslararası hukuka, Batı’nın insan hakları söylemlerine ve demokrasi anlayışına inanıyor, güveniyor ve şapka çıkarıyorsunuz, öyle mi?

Lütfen bu kadar saf ve beyinsiz olmayın!

İnanmıyorsanız, Irak, Suriye, Afganistan, Cezayir, Uganda, Ruanda, Vietnam ve Kamboçya’ya, sömürülen ve ezilen Afrika, Asya ve tüm dünya halklarına ve mazlum coğrafyalara bakın!

“Yetmez” diyorsanız, Amerika ve Avrupa’da kara derili insanlara yapılan insanlık dışı muamelelere bakın!

“Daha yetmez” diyorsanız, Kunte Kinte’nin özgürlük mücâdelesini ve kölecilik hikâyesini anlatan Alex Haley’in “Roots” (Kökler) adlı kitabına bakın ve Batılıların sömürgecilik tarihini okuyun!

“Daha da yetmez” diyorsanız, Sırp-Boşnak Savaşı’nda Sırpların nasıl soykırım yaptıklarına ve Müslüman kadınların iffet ve namuslarına nasıl el uzattıklarına bakın!

“Daha, daha da yetmez” diyorsanız, Yunanistan’ın mültecilere yaptıkları insanlık dışı muamelelere bakın!

Bütün bunlara rağmen “Daha, daha, daha da yetmez” diyorsanız, artık benim sizlere söyleyeceğim hiçbir söz kalmamıştır. Bu nokta, sözün bittiği yerdir ve sizi kendi hâlinize bırakmaktan başka tüm çareler tükenmiştir. Artık ne yazık ki, siz iflah olmaz bir noktadasınız. Yolunuz, peşinden gittiğiniz yolcuların yoluyla bir olsun! Kaderiniz, onların kaderiyle mecz ve hercümerç olsun!

Şurası unutulmasın ki, gerçekte uluslararası hukuk, evrensel insan hakları, demokrasi ve evrensel değerler diye bir şey yoktur. Bunlar birer aldatmacadır. Bunlar, gerektiğinde istismar edilmek üzere görünüşte sadece kâğıt üzerinde yazıya aktarılmış, ama gerçekte su üzerine yazılmış, kulağa çok hoş gelen parlak sözlerdir. Uluslararası ilişkilerde pratikte orman kanunu yani güç geçerlidir. Maalesef bu bir gerçektir!

Bunlar bir nebzecik gerçek bile olsa, bu ancak kendi öz vatandaşları ve kendi ülkelerindeki beyazlar için geçerlidir. Bir de tabiî ki başka ülkelerde kendilerine hizmetkârlık ve ajanlık yapan satılmış uşaklar ve kuklaları için…

Bütün bunlara rağmen, yine de bu ülkeleri tebrik etmek gerekiyor. İnançları, kültürleri, siyâsî amaçları ve ülkelerinin çıkarları istikâmetinde bir araya gelebiliyor ve birlik olabiliyorlar.

Ya bizimkilere ne demeli? Onlar kraldan daha çok kralcı. Birkaç gün önce ülkemizde MOSSAD’a çalıştığı iddia edilen Arap kökenli 15 ajan yakalandı. Adları Ahmet, Muhammed vesaire idi. Siz hiç Yahudileri, Hıristiyanları, Amerikalıları, İngilizleri, Fransızları, Almanları, Yunanları ve diğer Batılı ülkelerin insanlarını yani Hansları, Georgeleri, Michaelleri kendi ülkenizin menfaatleri için ajan olarak kullanabiliyor musunuz?

Neden hep tersi oluyor?

İşte bu durum, Müslüman toplumlar olarak sizin kendi değerlerinize ne kadar yabancılaştığınızın, yozlaştığınızın, çözüldüğünüzün, çürüdüğünüzün, bozulduğunuzun göstergesi ve resmidir!

Muhalefet partilerinin tutumu

Bu on ülke büyükelçilerinin bir sömürge vâlisi gibi Türkiye’ye buyurgan bir eda ile ayar vermeye kalkışmaları karşısında bütün parti liderlerinin birlik olup aralarındaki siyâsî çekişmeleri bir kenara bırakarak bu elçilere aynı ağız ve üslûpla hâdlerini bildirmeleri gerekmez miydi?

Hattâ millîlik ve vatanseverlik yarışını hiç kimseye bırakmak istemeyen muhalefetteki bir partinin lideri ve mensupları ile güya İslâmî hassasiyetleri çok üst düzeyde olan ve yine muhalefetteki diğer bir partinin lideri ve mensupları, iç çekişmeleri ve siyâsî muarızlarını ne pahasına olursa olsun iktidardan indirmek anlayışına bir müddet ara vererek, “Söz konusu olan vatanın birliği ve dirliği ise gerisi teferruattır” diyerek bu millî meselede yeri göğü inletmeleri gerekmez miydi? Çünkü mesele insanın kanına dokunuyor, millî vicdanı ve millî şahsiyetimizi rencide ediyordu.

Ama nerede? Bunlar kraldan çok daha kralcı kesildiler. “Mevcut gitsin de gerisi ne olursa olsun” havasındaydılar. Yazık! Çok yazık! Diğer ikisi zâten tıynetlerinin gereğini yapıyorlar. Yavruları zâten saymaya lüzum yok.

Osman Kavala dâvâsı

Osman Kavala dâvâsına gelince… Süren bir dâvâ ile ilgili olarak lehte veya aleyhte bir şey söylemek hukuken de vicdanen de doğru olmaz. Henüz kesinleşmemiş bir karar için masumiyet karinesi gereği hiç kimse peşinen mahkûm edilemez.

Dâvânın da bir an önce görülüp sonuçlandırılması gerekir. Çünkü uzun tutukluluk süresi vicdanları rahatsız eder.

Bizim buradaki eleştirilerimiz, özellikle yabancı ülkelerin tutum ve davranışlarıyla ilgili olup, egemenliğimiz ve millî bir meselede kendi içimizdeki dağınıkla alâkalıdır.

Çünkü yabancı ülkeler iç işlerimize karışmakta ve yargıya müdahale etmektedirler. Bu da bizim kanımıza dokunmaktadır. Hele de “kan (Türk kanı, Türkçülük yapanların)” ve “din (İslâm dini, İslâmcılık yapanların)” diyenlerin kulakları çınlasın!