RAKİPLERİMİZ, Türk SİHA’larının
sadece hibrit ve asimetrik savaşta etkili olup konvansiyonel silah kullanan bir
orduya karşı etkili olacağına ihtimâl vermediklerinden, bu yeni savaş
konseptinin boyutunun nereye varacağını henüz kestiremiyorlardı. Ancak Türk
SİHA’larının hibrit savaşlarda olduğu kadar konvansiyonel silah kullanan bir
ordu karşısında da çok etkin olacağı Karabağ Savaşı’nda görüldü.
Türkiye’nin Suriye ve Libya sahalarında her türlü zaaf ve eksikliğini
gidererek olgunlaştırdığı “Sürü SİHA Savaş Doktrini”, Karabağ’da Ermeni
ordusuna karşı kullanım konseptinin zirvesine çıkmıştır. Ermenistan’ın İkinci
Dünya Savaşı’nda denenmiş ve başarılı olunmuş kademeli hatlara dayanan Rus
Savaş Doktrinini 30 yıl boyunca Karabağ’da inşâ ederek yerleşmesi, onlarda
Azerbaycan Ordusunun bu yapılanmayı aşamayacağı kanaatini oluşturmuştu.
Rus Savaş Doktrinine göre tank, top, zırhlı araç ve mekanize birliklerin üç
veya dört hat olarak birbiri ardına kademeli biçimde konuşlanması, taarruz
edecek düşmanın bu dört hattı yararak geçmesini gerektirdiği için aşılması zor
bir savunma yöntemiydi. Ancak Karabağ’da Türk SİHA’ları, Koral gibi yine
kendisini sahada ispat etmiş yüksek teknolojiye sahip elektronik harp
sistemleriyle mükemmel şekilde entegre olarak Ermenistan ordusunun kademeli
hatlarını -tabir yerindeyse- tarumar etti.
Bu entegre sistem, Ermenilerin mevzilere yerleştirdiği Rus yapımı Pantsir,
Tor ve S-300 gibi hava savunma sistemlerini başarıyla köreltmekle kalmamış, hatlarda
yer alan top, tank, zırhlı ve mekanize araçları hedef şaşmaksızın imha ederek
bu hatları yarmış ve Azerbaycan Ordusunun ileri harekâtında muazzam bir öncü
görev üstlenmiştir.
Düşmanın direnek noktaları büyük ölçüde Türk Sürü SİHA Savaş Usulü ile
kırılmış ve yarılan düşman saflarının arkasına sızan Azerbaycan Ordusu
karşısında Ermenistan ordusunun ateşkes istemekten başka bir çaresi kalmamıştır.
Zira savaş aynı minvâl üzerine gidecek olsaydı 44 günde cephe gerilerine
sarkılan ve kuşatılan Ermenistan ordusunun külliyen imhası ve teslimi söz
konusu olacaktı.
TSS, bu vesileyle Suriye ve Libya sahasında denenmemiş bazı savaş
ürünlerini Karabağ’daki savaş ortamında deneme imkânı da bulmuştur. Özellikle
STM mühendislik tarafından üretilen kamikaze SİHA’ların savaş yeteneklerinin bu
sahada denendiğine dair bazı görüntüler vardır. Bu görüntülerden birinde, bir
kamikaze SİHA’nın atıldıktan sonra hareket ediş biçimi çok ilgi çekiciydi.
Atıldıktan sonra hedef sistemin arkasına doğru hareket eden SİHA, dairevî bir
hareket çizerek gerisin geriye dönüp hedefi tam isabet imha ediyordu. Böylelikle
kamikaze SİHA’larda ulaşılan dolanan mühimmat yeteneğinin nasıl bir gelişim
çizgisi takip ettiğini izlemiş olduk.
Türk savunma ve taarruz sistemleri yeni doktrine uymaya zorluyor!
Karabağ Savaşı’ndan sonra Bayraktar TB-2 SİHA’larının kameralarına Kanada
tarafından getirilen ambargo, karşımızdaki açık ve örtülü ambargo cephesinin
büyüklüğünü göstermesi açısından çok ilgi çekiciydi. Fakat bu tip hassas
ürünlere karşı muhtemel bir ambargo geleceğini öngören TSS, ASELSAN’a bu
kameraların alternatifini çoktan ürettirmişti. Nitekim TB-2’lere uygulanan
ambargo üzerine, Bayraktar firması, ASELSAN kamerasını kullandığını söyleyerek
bu ambargonun asla işe yaramayacağını dost düşman herkese gururla duyurmuştur.
Zaten ambargoların kademe kademe artacağı tahmininden hareketle TUSAŞ ve Bayraktar,
yeni ürettikleri oyun değiştirici iki TİHA olan Aksungur ve Akıncı gibi TİHA’larda
(Taarruzî İnsansız Hava Aracı) yerlilik oranını yüzde doksan beşlere çıkararak
ülkemizi, İHA/SİHA/TİHA sahasında bağımsız ve aktif bir oyuncu olarak sahneye sürmüştür.
Artık karşı cephenin SİHA’lara ilişkin uygulayacağı herhangi bir ambargo
kalmamış gibidir. Nitekim SİHA motorlarına karşı uygulanan örtülü ambargolar da
kısa zamanda üretilen yerli ve millî SİHA motorlarıyla aşıldı.
TSS’nin ambargo yediği hava savunma sistemlerinde, kısa zamanda nasıl yerli
ve millî bir hava savunma sistemi üretmeyi başardığına değinmiştik. Karşımızdaki
güçlerin özellikle 15 Temmuz ihanetinden sonra, bağımsız hareket ettiğimizi
gördükçe ambargo kartına gizli ve açık şekilde daha sıklıkla başvurduğuna şahit
olduk.
Beylik ve piyade silah ve tüfeklerine kadar sirayet eden bir ambargo
silsilesi, bizi, beylik silah ve piyade tüfekleri konusunda yeni bir tavır
almaya itmiştir. Böylece kısa zaman içinde bize verilmeyen piyade silahlarından
daha iyi ve etkin olanlarını yaparak ordu ve polis teşkilâtına dağıtmaya
başladık.
Ambargonun TSS’yi en çok yıprattığı alanlardan biri de tank meselesidir.
Türkiye’nin yerli ve millî olarak üretmeyi plânladığı Altay tank projesi, ithâl
edilen pek çok parçaya ve özellikle tank motoruna konulan ambargo yüzünden
gecikmeye uğramıştır. Ancak bu ambargo yerli ve millî tankımızı üretme
azmimizin önüne geçemedi ve yine kısa zamanda Altay tank projesinde “Batu” adı
verilen bin 500 beygirlik tank motorunu üreterek bu kısıtı aşmayı ve bu konudaki
mühendislik eksiğimizi tamamlamayı başardık.
Altay tank moturunun yanında zırhlı araçlar için kullanılan motorları da
üreterek teknolojik bilgi birikimimizi bu konuda dünya ile yarışacak bir
seviyeye getirdik. Bu aşamadan sonra yerli motorlarla üretilecek Altay
tanklarının sahada oluşturacağı kuvvet çarpanı etkisini kısa vadede görmemiz
mümkün olacaktır.
TSS, özellikle füze motorlarının da açık ve örtülü bir biçimde kısıtlara tâbi
olduğunu görünce, onları da mercek altına almış ve her türlü füze için yerli ve
millî motorlar üretmeyi projelendirmiştir. Kimini sonuçlandırmıştır, kimini de sonuçlandırmak
üzeredir.
Yoğun şekilde maruz kaldığımız motor ambargolarından büyük ölçüde kendi
imkânlarımızla üretmek suretiyle kurtulmamız, bağımsız hareket etme
kabiliyetimizi oldukça güçlendirdiği gibi rakiplere karşı da elimizi
güçlendirmiştir.
Ürete ürete kazanacağız!
TSS, özellikle deniz kuvvetlerinde ambargo yemesi mümkün olan hassas
aksamları kendisi üretmek üzere yola çıkmış ve hedeflediği şeylerde büyük
ölçüde göz kamaştırıcı başarılar yakalamıştır. Yeni nesil fırkateyn, korvet, denizaltı
ve hibrit uçak gemilerinde gelinen mesafe, bizi Doğu Akdeniz’in efendisi
konumuna yükseltmiştir.
ABD’nin bize uyguladığı hava savunma sistemi ambargosunu, S-400 hariç,
kendi imkânlarımızla kademeli bir üretim yöntemiyle aşmayı başardık. Hatta bu
durum, bize şu anda fark edilmeyen ancak bir çatışma veya savaş esnasında
adından önemli ölçüde söz ettirecek bir hava savunma sistemine sahip olmamıza
yol açtı.
Şayet ABD’den Patriot alarak bu yerli ve millî hava savunma sistemlerine sahip
olmasaydık, ileriye dönük zaaflar yaşayacağımız bir gerçekti. Ancak yerli ve
millî hava savunma sistemlerimizin gelişen teknolojik süreçlerin de gözetilerek
en yeni savunma konseptine göre üretilmeleri, bizi bu sahada, ileride adından çok
söz ettirecek bir güç ve kudrete doğru taşımaktadır.
ABD’nin en son yaptığı F-35 ambargosu sadece ambargo değil, göstere göstere
düşmanlıktır. Türkiye’nin bu projeden çıkarılması ilk başta hava hâkimiyetimizde
bir zaaf olarak görülebilir. Çünkü Türkiye F-35’lerin dikey iniş kalkış yapan C
serisini de talep etmiş ve bu talebine bağlı olarak da ürettiği Anadolu savaş
gemisini dikey iniş kalkış yapacak F-35’lere göre yapılandırmıştı. Türkiye F-35
Projesi’nden çıkarılınca, hem bu dikey iniş kalkış yapan uçaklardan, hem de
F-16’ların yerini alacak en modern uçak filolarından mahrum kalmış ve görece
olarak modern savaş uçaklarının savaş imkân ve kabiliyetinden uzak düşmüştür.
Ancak Türkiye’nin ortak olduğu bu projeden çıkarılması kısa vadede bir
handikap gibi görünse de, bendeniz, uzun vadede bu durumun da lehimize
seyredeceğini düşünüyorum. Bir kerre, bu uçakların Türkiye’ye verilmesi ve
kullanımı hâlinde bile birtakım kısıtlara tâbiydik. Meselâ bu uçakların yedek
parçaları ABD’li personelin görev yapacağı depolarda muhafaza edilecek ve bizim
bu parçaların mühendislik sırlarına erişmemiz engellenecekti. Âdeta aldığınız
uçağa mahkûm olarak 50 yıl boyunca hem kendi millî savaş uçağımızı üretmeyecek,
hem de milyarlarca doları ABD’ye aktaracaktık.
Bu amborgonun bize iki faydası oldu: Birincisi, “TFX” adı verilen millî
muharip uçağımızın üretimine hız verdik ve 2030 yılında dünyanın en seçkin
uçaklarından birine malik olmak üzere hayırlı bir yola çıktık. Bu arada
ürettiğimiz Hürkuş eğitim ve savaş uçağından edindiğimiz bilgi ve birikim,
TFX’in mükemmel şekilde ortaya çıkışına da büyük katkı sağlayacaktır.
Ayrıca TSS, Bayraktar aracılığıyla “MİUS” adı verilen insansız jet savaş uçaklarının
üretim sürecine başladığını duyurmuştur. Şimdilik ses hızı düzeyinde, daha
sonra ses hızını aşan ve her türlü it dalaşını pilotlu uçaklardan daha iyi
yapan yapay zekâlı insansız savaş jetleri devreye girerek havada oyun
değiştirici olacaktır.
İkinci olarak TSS, İHA’larda geldiği teknolojik birikime paralel olarak
Anadolu uçak gemisine konuşlanacak F-35’ler yerine bu gemiyi kendi üreteceği TB-3
SİHA’larıyla donatacağını söylemiştir. Bu amaca yönelik olarak üretilecek
SİHA’lar, kısa zamanda üretim bandına girdiler bile. Böyle bir kısıtın
sonucunda dünyanın ilk SİHA uçak gemisini üretim şerefi de bu aziz millete ait
olmuştur. Kısa zamanda verilen bu refleksin ileride nasıl kazanımlar getireceği
ve lehimize ne kadar etki oluşturacağı hususunun ucu açıktır.
“N’oldu?”
Velhasıl F-35 ambargosu, bizi hem deniz, hem de havada özgün ve büyük bir
güç olmaya doğru itmektedir. Bu sayede ülke içinde kalan milyarlarca dolar,
Türkiye’yi bölgesinde lider yapmakla kalmayacak, kısa zamanda Türk ve İslâm
devletlerinin hâmisi de yapacaktır.
Yazıyı, Aliyev’in Paşinyan için kullandığı meşhur “N’oldu Paşinyan?” repliğini
dönüştürerek bitirelim:
“N’oldu ABD, hani bize ambargo uyguluyor ve yolumuzu kesmeye çalışıyordun?”