Altürist davranışların hâkimiyeti

İnsan bir konuma gelmek için çaba gösterir, geldiğinde ise durumundan şikâyet etmeye başlar. Kamuda çalışmak için canhıraş gayret gösteren kişinin, devlet memuru olduğunda ise şikâyet etmeye başladığına çoğumuz şâhit olmuşuzdur. Bunların nedeni, özünü unutan insanın hayata dair söyleyecek sözünü de unutmasıdır. Bu unutmada en büyük etken, aklın devreden çıkarılmış olmasıdır.

İNSANI diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerden biri, hiç şüphesiz akıl sahibi olmasıdır.

Akıl; “varlığın hakikatini idrak eden, iyiyi kötüden ayıran, kavramlar arasında ilişki kurarak kıyas yapabilen, bilgi edinmeye yarayan ve İlâhî emirler karşısında insanın sorumluluk altına girmesini sağlayan güç” olarak tanımlanabilir.

Kıyas yapabilme ve alâka kurabilme, aklın en önemli fonksiyonlarından ikisidir. Kıyas yapmak için fiziksel çevrede ölçü ve birim sistemleri kullanılırken, insanın çevre ve evren ile kıyas yapmasını ego/benlik/ene yapar.

Fizik, matematik, kimya, biyoloji, coğrafya, tıp ve biyografi gibi çeşitli ilim/bilim dalları genelde alâka kurma ile işlerini yürütürler. İnsanın herhangi iki veya üç olay hakkında alâka kurması, zihnin fonksiyonlarına göre şekillenir.

İnsan, aklını kullanılarak lâle-gül, sıcak-soğuk ve çok-az gibi kavramlar arasında alâka kurar. Bu alâka, evrenin okunması için gerekli olan doğru bir yoldur.

“Kalem” kelimesi bir yazar için kitap, mürekkep, kâğıt gibi kavramları çağrıştırırken, bir manavın hayâlinde bunları canlandırmaz. Buna karşılık “kasa”, manavın hayâlinde canlandırdığı şeyleri yazarın hayâlinde canlandırmaz.

Siyah ile beyazın zıt olduğu, aklen malûmun ilâmı olur. Koyu gri siyaha benzediğinden, siyah ile koyu gri arasına alâka kurmayı vehim yapar. Defter ile kitap arasında, aklını kullananlar için bir benzerlik kurulur. Buna karşın, alışkanlıklara bakarak defter ile kitap arasında “zıtlık” olduğunu zihinde birleştirmek yine vehmin bir becerisidir. Acı ile tatlı, çok ile az gibi aralarında tezat bulunan iki şeyin arasında bir alâka kurarak zihinde birleştirmek, insan vehminin bir sonucudur.

Kesinliği bilinmeyen ve gerçek olması oldukça düşük olan düşünceye “vehim” denir. Başka bir ifadeyle kuruntu, şüphe ve evham gibi akıl eksenli olmayan fikirler de “vehim” olmaktan öteye geçemez.

Bu tür vehmî düşüncelerin insanımıza yön verdiği ve şekillendirdiği durumlar az sayıda değildir.

İnsan; evren, çevre ve olaylar hakkında aklını kullanarak bir sonuca varır. Bir olayı anlama, yargılama, ilişkileri kavrama ve çözme yeteneğinde zekâ ve benlik, insana yardım eder.

İnsan, bir olay karşısında vehmî yanılgılarda olduğu gibi zekâ ve benlik ile de yanılgıya kapılabilir. Toplum içinde saygınlık kazanmak, şan, şöhret, mevki, para ve mâkâm elde etmek için yapılan çabalar, zekâ ve benliğin yanıltıcı yönleridir. Bu durumda aklın devrede olmadığını özellikle belirtmek gerekir.

Bu ve benzeri altürist davranışların kaynağında bencil duygular ve vehmî yanılgılar saltanat kurmuştur.

İnsan bir konuma gelmek için çaba gösterir, geldiğinde ise durumundan şikâyet etmeye başlar. Kamuda çalışmak için canhıraş gayret gösteren kişinin, devlet memuru olduğunda ise şikâyet etmeye başladığına çoğumuz şâhit olmuşuzdur.

Bunların nedeni, özünü unutan insanın hayata dair söyleyecek sözünü de unutmasıdır. Bu unutmada en büyük etken, aklın devreden çıkarılmış olmasıdır. Bu tür insanlar menfaatini, tercihini ve kendini herkesten üstün ve seçkin kılmak isteyen tiplerdir. Bu nedenle bazı kişiler diğer insanlarla ilişkilerinin temelinde kendi yetkinliğini geliştirme amacına uygun olarak hareket eden samîmi olmayan tipler olup, kendilerini diğer insanlardan “akıllı” görürler.   

Bu yüzden insan, “kendini her şeyin amacı”, her şeyi de kendi “vehmî” kemâlinin aracı, “benliğinin” hizmetkârı ve “zekâsının” başarısı olarak görür. Bu tür karakterler aslında kişilik bozukluğu sahibidirler. Bu tür birinin toplumda tutunmasının en önemli etkeni, “gözü açık” görülüp takdir edilmesidir.

Bir kişi bir yere/mâkâma geldiğinde onda akıl değil de vehim ve egoist duygular hüküm sürmeye başlarsa, çok sayıda altürist davranışın hepsi olur. “Tok, açın hâlinden anlamaz” sözü burada anlam kazanır. Aç iken tok olmak isteyen kişi, tok olduğunda aç olduğu hâlini unutuveriyor. Çünkü açlık hissini tokluğa çeviren şey, yenilen maddî yiyeceklerdir. Madde ise mânâda kördür. 

İnsanın bu körlüğe kapılmaması, özünü unutmaması ve hatâya düşmemesi için kişinin egoistçe davranışının altında yatan benliğin (ene/ego), İlâhî emirler karşısında insanın sorumluluk altına girmesini sağlayacak şekilde “kul” olma yüzü ortaya konulmalıdır.