Altılı Masa ve ürün mamul hikâyesi

Hay Allah! Kabın içinde tüm ürünler birbirine girmiş. Yumurtalar kırılmış, kuru fasulye süte bulanmış, çekirdekler şekerden yapış yapış olmuş, etin ahı gitmiş vahı kalmış, un da tüm ürünlerin harcı olmuş. Çıkan sonucun çamurdan (!) bir farkı kalmamış. Buna da mamul demeye bin şahit gerek. Her bir ürün kendine münhasır değere sahip iken, bir araya gelip birbirine bulaşınca sahip olduğu değeri kaybetmesinden hasıl olan çamura bakıp hangi birine yanar insan; harcanan paraya mı, yitip giden zamana mı, yanımıza kâr kalan yorgunluğa mı, yaptığımız aptallığa mı?

2023 Seçimlerine 8 ay gibi bir süre kalmasına rağmen Altılı Masa henüz bir aday belirlemiş değil. Derme çatma ittifaklarıyla hâlâ kendilerince bir yöntem belirleme çabası içindeymişler. 

Masadakiler adaylarını pişti oynar gibi isim kartlarını masaya açacak, en az üç partinin onayını alan isimse aday olacakmış. Bu rivayeti Sol medyada yazan gazeteciye göre en şanslı isim, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu imiş. Nedeni ise, şu ana kadar Demokrat Parti CHP’ye tam destek veriyormuş. Kılıçdaroğlu’nun kendi onayı da hesaba katılınca, masada iki oya sahip tek isim oymuş. 

Dahası, Kılıçdaroğlu’nun “türban çıkışı”nın ardından Gelecek Partisi ve Saadet Partisi Genel Başkanları da memnuniyetlerini taraftarlık olarak onaylarına yansıtabilirmiş. 

Bu “-mış”lı ve “-miş”li haber alıntısına göre Kılıçdaroğlu yakın zamanda, üç as bir vale ile masaya “Pişti!” diyeceğe benziyor. Bence bir mahsuru yok! Benim için mahsurlu husus, bu masadakileri bir araya getiren saiklerin ne olduğu.

Ne vakit Altılı Masa’ya ait bir haber okusam, masadakilerin görüntüleri gözümün önüne geliveriyor ve farklı ürünlerin aynı kaba konulmasından hasıl olacak karmaşa ihtimâlini düşünüyorum. Düşünsenize, mutfak alışverişi yapıyoruz; eti, sütü, şekeri, unu, yumurtayı, fasulyeyi, çekirdeği aynı kaba dolduruyoruz. Sonra bekliyoruz ki, etten yahnimiz, fasulyeden pilakimiz olsun. Ola ki, yemekten sonra konu komşu gelir, çayın yanında iyi gider deyu un, şeker, yumurta, sütten bir de kek çırpmayı düşünüyoruz. Akşamın ilerleyen saatlerinde TV’de sinema izlerken de çekirdek çitleyerek keyfimize keyif katmak da istiyoruz… 

Hay Allah! Kabın içinde tüm ürünler birbirine girmiş. Yumurtalar kırılmış, kuru fasulye süte bulanmış, çekirdekler şekerden yapış yapış olmuş, etin ahı gitmiş vahı kalmış, un da tüm ürünlerin harcı olmuş. 

Çıkan sonucun çamurdan (!) bir farkı kalmamış. Buna da mamul demeye bin şahit gerek. Her bir ürün kendine münhasır değere sahip iken, bir araya gelip birbirine bulaşınca sahip olduğu değeri kaybetmesinden hasıl olan çamura bakıp hangi birine yanar insan; harcanan paraya mı, yitip giden zamana mı, yanımıza kâr kalan yorgunluğa mı, yaptığımız aptallığa mı? 

Hiçbirine yanmayalım! Çünkü böylesi bir saçmalığı aklı olan kimse yapmaz, yapanın da aklına güven olmaz!

Peki… Bu isimlerin geldikleri yere, siyâsî kabullerine baktığımızda ayrı ayrı iken, demokratik şartlar gereği varlıklarına kimlik yüklemek mümkünken, bir araya geldiklerinde yukarıdaki çamurdan mamule benzer ahvallerine kimler teveccüh eder? Onları bir araya getirmiş görünen sebep “Erdoğan karşıtlığı” kifayet eder mi? Böyle bir saçmalığa aklı olan kimse teveccüh etmez, edenin de aklına güven olmaz!

Yine de şöyle bir bakalım: Haydi CHP’yi Lozan tecrübesi üzerinden okuyup vatan sınırlarının daralmasını, topraklarımızın binlerce şehit kanıyla sulanmasını “kurtuluş”tan (!) saymalarından anlayalım. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in gelip geçtiği siyâsî yolculuğu gözden geçirip mazisinde kimlere yakın, kimlerin tedrisatından geçmiş bir bakalım… SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nu Allah’a havale edip, DP Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın rüştünü yeniden ispatlaması için zaman tanıyalım… Nihayetinde bu dört partinin genel başkanı kendine münhasır siyaset anlayışlarıyla bizi öyle aman aman şaşırtmayacaktır. 

Ancak bu masada oturan diğer iki partinin genel başkanları Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ı içinde bulundukları manzaradan hareketle anlamaya ve kabul etmeye çalışmak beyhude bir çırpınış, pardon çalkalanış olacaktır ki çıkan sonuç, yukarıdaki örnekte olduğu gibi mamul değil, Türkiye’nin geleceğini her hareket ettiğinde dibe çeken bir bataklık tahayyülüne katma değer sağlamak olacaktır. 

Davutoğlu ve Babacan’a ancak cevabı ve gerekçeleri kendilerinde saklı şu soruları sormakla iktifa edelim: 

“Hangi prensipleri gereği AK Parti’den ayrılarak ve Başbakanlık ve Bakanlık mâkâmlarını geride bırakarak bu farklı ürünlerle aynı kaba girdiler ve Reis’e karşı birleşmeye bu denli teşneler? Ve dâvâ arkadaşlığı yaptıkları, omuz omuza yol aldıkları Recep Tayyip Erdoğan’ın eyledikleri AK Parti’nin icraatları, hedefledikleri şu anda oturdukları masadaki konumları ile mukayese bile edilemezken, kendilerini bu duruma indirgeme gayeleri nedir? Ay yıldızlı al bayraklarla meydanları dolduran aziz Türk milletinin kendilerine duyduğu teveccühe sırt dönüp yuvarlak bir masa etrafında farklı isimlerle oturmalarını anlamlı kılan hangi sebebe tutunuyor ruhları? 

Bu kadar dengesiz, bu kadar irtifa farkı olan konumlarıyla aynaya baktıklarında ne hissediyorlar? (Ah, pardon! Aynaya baktıklarında kendi yüzlerini mi görüyorlar, yoksa komut aldıkları bilinmez yüzler mi aksediyor o sırlı cama?)” 

Bu sorularımıza cevap alabilsek bile muhalif siyasetin inkâr, iftira ve yalan enstrümanları ile resital vereceklerini bildiğimizden, alacağımız cevabı merak etmek yerine, şimdilik onlara seçim mitinglerinde milyonlarca AK Partiliyi ağırlayacak meydanların çapı ile altı sandalyeli yuvarlak masanın çapı arasındaki kıyasa mugayir farktan söz etmekle yetinelim. 

Ve canı gönülden, “Hay Allah!” diyelim!