HİÇ şüphe etmiyorum,
her birinin gönlünde yatan aslan aynı. Hepsi Cumhurbaşkanı adayı olmayı istiyor.
“Yok canım! Bunu da nereden çıkardın, yüzde 1’liklerin adaylığı mı olur?
Akşener zaten baştan beri muhayyel bir başbakanlığa talip olduğunu söyleyip
duruyor” diyorsunuz. Öyle demeyin! Umut dünyası bu, hepsinin kendine göre,
kendine has istisnaî meziyetleri söz konusudur. Bu kadar toplantı yapıyorlar,
kendi ifadelerine göre aday belirlenmesi üzerinde konuşuyorlar, konuşuyorlar,
fakat henüz hiçbirisi bir isim telaffuz etmemiş, edememiştir. Neden? Çünkü hiçbirisi
kartını açma cesaretini gösteremiyor.
Tabiatıyla
Kılıçdaroğlu, “Bu heyetin patronu benim, ana muhalefetin lideriyim, tavrımı da
açıkça ortaya koydum. Hâlâ neden bu insanlar ayak sürüyüp duruyorlar? Hele ki
şu küsurat partilerinin liderlerine ne oluyor? Bunların hepsini yuvarlak
masanın etrafına oturttum, hepsini kendimle eşit söz sahibi yaptım” diye,
sanırım diğer ortaklarına içten içe diş biliyordur. Onay mâkâmı olan PKK’nın
güvenini hepsinden daha çok kendisi kazanmış, bu konuda kendisiyle yarış
hâlindeki Ekrem İmamoğlu’nu ve Mansur Yavaş’ı “Oturun oturduğunuz yerde!”
diyerek saf dışı bırakmış olmasının rahatlığını yaşamaktayken, hiç beklemediği
bir sırada, gökten başına Noel Baba hediyesi gibi HDP’nin daha işin başında
Meral Akşener’e gösterdiği kırmızı kart da düşüverince, artık “Bay Kemal”in
keyfine diyecek yok!
Altılı
masada kendisine karşı en dişli rakip olarak gördüğü “dişi kurdun” saf dışı
kalırken kendisine hiç bulaşmamış olması kadar, rakibi Ekrem’e ısrarla gaz
verip durmuş olmasından duyduğu öfkenin karşılığını bulmuş olması sebebiyle de
ayrıca mutludur Kılıçdaroğlu. “Sen Ekrem’in yüzünde Rabbiyessir görür müsün,
onu İstanbul fatihi ilan eder misin, oh olsun!” diyordur herhâlde.
Kılıçdaroğlu
coştu, bu enerjiyle Erzurumlara, Ağrılara, Uluderelere gidiyor, o sempatik
tebessümü eşliğinde halka müjdelerin en büyüğünü veriyor, “Gelecek olan geliyor”
diyor, coştukça coşuyor. Öte yandan da yönetimdeki arkadaşlarına, “Bizim
Cumhurbaşkanı adayımız Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’dur” şeklinde
beyanat verdiriyor.
Kemal
Bey, kendi deyimiyle “kaçak saray”a yerleşeceği günlerin hayâlini kurmaya
başlamış mıdır? Bence başlamıştır. Çünkü önemli olan, Cumhurbaşkanı adayı
olabilmektir ve ona oldukça yaklaşmıştır, ondan sonrası nasıl olsa kolaydır,
çünkü ona göre bütün anket sonuçları, seçimi Millet İttifakı’nın adayının
kazanacağını söylüyor.
Fakat burada bir şey canını sıkıyor olmalı. Geçmişteki tartışmalar esnasında, “İktidar olduğumuzda kaçak sarayı Ortadoğu Teknik Üniversitesine bağışlayacağız” demişti. Bu sözü aklına geldikçe, acaba, “Dilim kopsaydı da o lafı söylemeseydim” diye mi, yoksa “Böyle şeyler benim için fındık fıstık! Ben bir söylediğimi bir gün sonra bile inkâr eden adamım, seneler önce söylediğim bir sözü inkâr etmekten kolay ne var? Hem belki benim o sözüm unutulmuştur bile” diye mi düşünür?
Meral Hanımefendi önceki seçimde Cumhurbaşkanlığını o kadar çok istemişti ki Zillet İttifakının çatı aday hesabını yerle bir etme pahasına Cumhurbaşkanlığına münferiden partisinin adayı oldu. Şimdi ne değişti ki o kadar istediği Cumhurbaşkanlığı, pratikte gerçekleşme ihtimâli hemen hemen sıfır olan bir hayâl uğruna gönlünden çıkıverdi?
Kılıçdaroğlu
ile Akşener’in aklından ne geçiyor?
Düşündüm
de, Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerine yapmış olduğum bu analiz,
baştan aşağı yanlış da olabilir. Çünkü Kılıçdaroğlu, aslında Cumhurbaşkanı adayı
olmayı hiç de arzu etmiyor olmasına rağmen, ana muhalefet partisinin lideri
olarak buna mecbur kalmış olabilir. Bir önceki seçimde Muharrem İnce sayesinde bu
işten sıyrılmıştı. Fakat bu defa kaçış imkânı pek görünmüyor.
Şöyle
düşünmüş olabilir:
“Aday olursam, önümde
iki şık olacak: Kazanmak ve kaybetmek. Şimdiye kadar sipariş anketlerle hep
kazanacağımız havasını basıp durduk ama işin gerçeği, bu Tayyip Erdoğan, ne
yapıp edip gene bu seçimi alır götürür arkadaş! Hele onun o balkon konuşması
var ya, şimdiden rüyalarıma girer oldu. Zaten anketler muhalefetin muhtemel
adayları arasında en zayıfı olarak beni gösteriyor. Seçimi kaybettiğim takdirde
hem milletvekilliğimden, hem de genel başkanlığımdan olur, ortada
kalakalırım.
Diyelim ki seçimi
kazandım ve Cumhurbaşkanı oldum, o takdirde iş daha bir karışık olacak. Ben bu
işin altından kalkabilir miyim? Kimse duymasın ama işin gerçeği, ben yürüyen
merdivene binmesini bile beceremeyen, Mersin’i Güneydoğu Anadolu’nun bir kenti,
Şanlıurfa’yı Türkiye’nin fındık üretim merkezi sanan bir insanım, bu koca
ülkeyi nasıl idare edeceğim? İç ve dış bir sürü devasa sorunun altından nasıl
kalkacağım?
Muhalefette bol
keseden atıp tutmak çok kolaydı, akşam bir şeyler uydurup sabahleyin sallıyordum.
‘Ekonomiyi altı ayda düzeltirim’ dedim, ‘Çiftçiye bedava elektrik vereceğim,
KHK’lıları geri alacağım, Kandil’i darmadağın edeceğim’ dedim. Dedim de dedim. Yok
yok! En iyisi ben gene bir Muharrem bulup bu kâbustan kurtulayım…”
“2”
numara Meral Akşener, evet, baştan beri Cumhurbaşkanlığına aday olmadığını,
hayâlî bir başbakanlığa talip olduğunu söyleyip durdu. Fakat ben hiçbir zaman
Meral Hanımefendi’nin bu sözüne inanmadım. Bir defa kendisi, önceki seçimde
Cumhurbaşkanlığını o kadar çok istemişti ki Zillet İttifakının çatı aday
hesabını yerle bir etme pahasına Cumhurbaşkanlığına münferiden partisinin adayı
oldu. Şimdi ne değişti ki o kadar istediği Cumhurbaşkanlığı, pratikte gerçekleşme
ihtimâli hemen hemen sıfır olan bir hayâl uğruna gönlünden çıkıverdi?
İşin
başında suyu bulandırmamak, ittifak ortaklarıyla daha sağlıklı bir ilişki
kurabilmek için, ayrıca kafasındaki plâna göre iyi bir taktik olarak düşündüğü
bu yolu seçtiğini düşünüyorum. Altılı Masa isim konusunda tıkanacak, tıkanıklığı
aşmak için uygun bir zaman ve tarzda ortaya çıkıverecekti. Nitekim Akşener, Altılı
Masa’da kendisine en büyük rakip olarak gördüğü Kılıçdaroğlu’nu ekarte
edebilmek için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu kullandı
ve ona alabildiğine gaz verdi ki Kılıçdaroğlu’nun nasıl olsa ona geçit
vermeyeceğini, bu suretle bu defa kendisi Ekrem İmamoğlu ve onun vasıtasıyla da
HDP’nin desteğini almayı hesap etti.
Kılıçdaroğlu’nun
bir beyanında müşterek adayda olması gereken özellikleri sayarken “devlet
tecrübesi” şartını ileri sürmesi, Meral Hanım’ı daha da ümitlendirmişti. Meral
Hanım için geriye bir tek şey kalmıştı: HDP’nin vetosuna takılmamak!
Meral Hanım bu uğurda neler yuttu neler! Cezaevindeki Selahattin Demirtaş’a ne güzellemeler yaptı, cezaevinden tahliyesi için mücadele etti, cezaevinden çıkışında onu ve eşini evinde kahvaltıya davet etti, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’la beraber etkinliklere katıldı, HDP’li vekillerin hakaretlerini sineye çekti, askerlerimizi şehit eden PKK’yı bir defa olsun lânetleyemedi, Diyarbakır Annelerini ziyaret etme cesaretini gösteremedi. Ordumuzun PKK’ya karşı mücadelesi için TBMM’deki yurt dışı görevi oylamasında -şayet PKK’nın talimatına uyacak olursa bu defa da milletin vetosunun korkusundan, belki de vatan sevgisinden diyelim- partisine olumlu oy kullandırdı.
Ama olmadı, hem PKK’yı, hem Türk halkını idare etme siyaseti fiyaskoyla sonuçlandı ve HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, Akşener’e kırmızı kartını gösteriverdi. Bu kadar onursuzluk, bunca zillete katlanmışlıklar boşa gitti. Meral Hanım, HDP’den siyâsî hayatının en büyük darbesini yedi. Bu olay Altılı Masa’da ilk kırılmanın başlangıcı olacaktır.
Davutoğlu’nun ve Babacan’ın durumu, kağnı gölgesinde yürüyen kedinin, kağnının gölgesini kendi gölgesi sanmasına benziyor.
Ya
diğerleri ne düşünüyor?
Ahmet
Davutoğlu ve Ali Babacan, anketlere göre -o da çok şüphe götürür ya- yüzde 1’lerde
olmalarına rağmen geçmişteki görevleri sebebiyle milletin nezdinde önemli bir
ağırlıkları olduğuna inanıyor ve devlet tecrübeleri sebebiyle de
Cumhurbaşkanlığına en uygun adayın kendileri olduğunu düşünüyorlar.
Ahmet
Davutoğlu eski Başbakanlığını pek önemsemekte, 1 Kasım 2015 Seçimlerini AK
Parti’nin yüzde 49,5 oyla kazanmış olmasını Başbakan olarak kendisine mâl
etmekte ve tafrasından geçilmemekte. Davutoğlu’nun ve Babacan’ın durumu, kağnı
gölgesinde yürüyen kedinin, kağnının gölgesini kendi gölgesi sanmasına
benziyor. Bunlar geçmişteki mâkâmlarını ve başarılarını Tayyip Bey’in
gölgesinde edinebilmiş olduklarını, onun gölgesi üzerlerinden kalkınca sıfıra
müncer olduklarını takdir edemeyecek kadar idraksizler ve o mâkâmlar sebebiyle
kendilerinde bir büyüklük vehmediyorlar, gülünç oluyorlar.
Bir
de bu ikisi, birbirlerine karşı geçmişteki mâkâmlar üzerinden faikıyet
mücadelesi veriyor. Davutoğlu Başbakan olmak ile Başbakan Yardımcısı
seviyesinde kalmış olan Babacan’ı, Babacan da uzun bakanlık ve Başbakan
Yardımcılığı dönemlerinde Davutoğlu’nun hükûmetin emrinde bir diplomat olduğu
gerçeğinden hareketle Davutoğlu’nu küçümsüyor, küçümsemeye çalışıyor. Bunları
ben hayâlimden uydurmuyorum; bu muhteremleri iyi takip etmiş olan herkes
onların bu hâllerini tespit etmiş olabilir.
Gelelim
son küsurata…
Karamollaoğlu
önceki seçimde adaylığını koymuştu, “bir dip dalga bekliyordu ama olmadı”. Bu
defa pekâlâ olabilir! Altılı Masa’nın bütün üyeleriyle geliştirmiş olduğu
samimî diyaloglar sayesinde ismi üzerinde bir fikir birliği sağlanması zor
olmayacaktır. Muhalefetin müşterek adayı olarak belirlenmesi hâlinde, sempatik
tavırları, hem bir molla evladı olması ve de sakalı sayesinde Cumhur İttifakı’nın
inançlı tabanından esaslı bir parçayı koparıp zaten çantada keklik olan Zillet
İttifakının blok oyuna yamamak suretiyle ipi göğüsleme şansına en çok sahip
olacak aday olduğundan şüphe etmiyor. Temel Bey, Altılı Masa’nın isim konusunda
iyice kilitlenip sonunda kendi adı üzerinde karar kılmak zorunda kalacakları
zamanı sabırla bekliyor.
Altıda
Bir’in son ismini inanın tam hatırlayamıyorum, galiba Gültekin’di. Altılı Masa
düzeninden en fazla menfaati bu arkadaş sağladı. Çünkü böyle bir partinin ve
liderinin varlığından ülkenin haberi oldu. Yuvarlak masa etrafında koskoca ana
muhalefet partisiyle eşit şartlarda yer buldu, söz sahibi oldu. Pekâlâ! Varlığı
ile yokluğu belli olmayan böyle bir parti başkanı, hangi sebepten Cumhurbaşkanı
adaylığı hayâli kurabilir, söyleyelim.
Gültekin
Bey’in diğer aday adaylarda olmayan üç önemli özelliği bulunuyor: Birincisi,
isminin hiç yıpranmamış olmasıdır. İkicisi, adaylığının sürpriz bir isim olarak
ortaya çıkabilecek olmasıdır. Üçüncüsü
de, genç ve yakışıklı olmasıdır. Bu özelliklere sahip olan bir insanın kendisini
Cumhurbaşkanı adaylığına lâyık görmesi yadırganabilir mi?
Bütün
bunlar tabiatıyla benim şahsî tahminlerim, doğrusunu kendileri bilir.
Son
söz
Altılı
Masa ortaklarının paylaştıkları tek fikir Tayyip Erdoğan düşmanlığı idi ama
onları bir masa etrafında toplayan şey, siyâsî çıkar hesaplarıydı. Güçlerini
birleştirerek milletvekili seçimlerinde cürümlerinin üzerinde bir şeyler elde
etmeyi düşünüyorlardı fakat iktidarın Seçim Kanunu’nda yaptığı son değişiklik,
onların bu hesaplarının suya düşmesine sebep oldu. Buna rağmen masayı
dağıtmadılar, Cumhurbaşkanlığı ve Cumhurbaşkanlığının paylaşılması üzerine
yoğunlaştılar. Ancak herhangi bir konuda anlaşabildiklerine dair bir işaret
veremediler.
Birbirlerine
karşı mevcut sakin ve muhabbetli görüntülerine rağmen her birinin bünyesinde
muazzam bir elektrik yükünün biriktiğini sanıyorum. Aralarındaki bağ pamuk
ipliğinden daha zayıf; biriken yük yakın bir gelecekte patlamalara sebep olur,
her biri eteğindeki taşı döker ve birbirlerine girerlerse şaşmam. Tiyatro o
zaman daha neşeli bir hâl alır!