Alt anlamlar sözlüğü

Hayat maddesini ele alırken “bulmak” değil de “aramak” fiilini seçmem de kasıtlı. Çünkü bu dünyada sırları ve cevheri bulmak yoktur. Bu dünyada aramak vardır. İnsanı fıtrata bağlayacak eylem de aramaktır. En güzeli, en doğruyu, en iyiyi, en hakikatli olanı arayıp dururken insan, başka insan olur.

HİÇBİR anlam, tek başına bir olguyu karşılamaz. Hattâ kelime ve nesnelerin ilk anlamları, daha ziyâde en basit olanlarıdır. Derinlik ve hislere cevap verebilmesi adına bir de her şeyin alt anlamına bakmak gerekiyor. Hattâ buna alt anlamdan daha çok “derin anlam” ya da “öz anlam” demek de mümkün.

Meselâ “insan”, en derin kavramdır. Sözlükte ilk anlamı “düşünen, konuşan ve bir kültür çevresine dâhil olan canlı” olarak açıklanıyor. Bu, kavramın en yüzeysel ve en basit anlamı. Düşünmek ve konuşmak elbette insana has özellikler. Ayırt edici birkaç özellik… Ve elbette canlı nitelendirmesi de “insan” kavramına en gerçekçi yaklaşımlardan biri… Fakat bana sorsalar “İnsan nedir?” diye, çok daha derinde ararım cevabı. Aslında üstüne kitap yazılır. Ama mademki bu yazıya “sözlük” dedik, kısa tutmalı…

İnsan; kulluk dairesinde kendini sınırlandırabilen ve çevresel fayda grafiğini yüksekte tutmak üzere bir bilince sahip olan “ruh” kavramının dünyadaki tezâhürüdür.

Görünüşte ve ilk algıda insan, konuşabilen ve düşünebilen bir canlı olabilirse de sadece bu melekelere sahip olmak, insan sıfatına nail olmaya imkân vermez elbette.

Sözlüğümüz bir konu özelinde ve alfabetik sıralama ile devam etmeyeceğine göre hemen insan maddesinin ardından organizmanın birtakım husûsî bölgelerini ele almalı.

***

“Göz”, insan fizyolojisinde çok mühim organlardan biri. Ben bu organ üzerinde daha önce de sık sık durmuş, hattâ işleyiş biçimiyle anlam bütünlemesine bir atıfta bulunmuştum. İlk ve en basit anlamıyla sözlükte yerini alan bu organ, görme organı olarak belirtiliyor. Doğru fakat eksik. Çünkü biz en derin anlamı arıyoruz. Fakat göz gibi çok özel bir yaratılışa bakıyorsak, içerdiği sayısız kavramı da dile getirmeli.

Göz; bir görme organı olmasının yanı sıra duyma, sevme, anlama, konuşma, susma, bağırma, seslenme, anlatma, dinleme, üzülme, sevinme, kızma, nefret etme gibi duygu eylemlerinin ilk anlatım yeridir.

Öyledir; dilden daha konuşkan, kulaktan daha keskin ve hareketten daha etkindir göz. İnsan sayfalarca konuşur, bir göz süzme ile karşıya verdiği anlamı veremez. İnsan saatlerce dinler, bir göz göze gelişte anladıklarını ve duyduklarını bulamaz. Öyle etkindir göz.

***

“Dil”… yine hemen sözlükteki ilk anlamına bakalım. Ağızda ses çıkarmaya, yutkunmaya, tat almaya yarayan ve hareket kabiliyeti olan organ. Ama bütün bunlar dilin hayatî öncelikleri arasında değil. Meselâ tat almadan yediğimizde ölmeyiz. Doyacak besini almaktır hayatî olan. Ya da ses çıkarmak yani konuşmak, bizi her zaman hayra götürmemiştir. Hattâ pek çok zaman dile gelenlerin hayatımızda var ettiği kaos son derece üzücü olmuştur.

Bu “dil” denilen şaheser organın en derin anlamına gelirsek…

Dil; bir konuşma organı olmaktan çok bir susma organıdır. Dil organına sahip bireylerin hayat boyu bir mücadele vermesi gerektiğini müjdeler. Gereksiz konuşmamak, yalan konuşmamak, bilmeden konuşmamak, kırıcı konuşmamak, haksız konuşmamak gibi eylemlerin pasif savaşçısıdır. Dil organı pek çok organla etkileşim dâhilindedir. Meselâ dil yalan söylerse kalp hastalanır. Dil kırıcı bir çekiç olduğunda ruhsal çöküntü başlar. Dil çok fazla ve gereksiz hareket ettiğinde akıl dengesi bozulur. Dil, çok fazla tat almak üzere kullanıldığında da mâneviyatın ölümüne kadar giden bir süreç başlar. Aslında dil organı, iradenin devreye girmesi gerektiğine işarettir. Konuşma ve tat alma kabiliyeti, insanı nefsiyle süreğen bir mücadeleye sokar. Aşırıya kaçılan her kullanımında, diğer organlar ve ruh üzerinde olumsuz etkilere neden olacaktır.

***

Alt anlamlar sözlüğünde olmazsa olmaz maddelerden biri de “sevgi”... İlk anlamı; birine karşı ilgi ve bağlılık duygusu. Yani o kişiye ya da şeye muhabbet beslemek, hoşlanmak, görmekten ve beraber olmaktan zevk duymak gibi pozitif duygularla devam eder. Ama bunların hepsi “ben”ce duygulardır. Ama sevgi aslen “ben”ce ve “sen”ce değil, “O’na göre”dir. O zaman hemen bir cümleyle anlamı verip yola devam etmeli.

Sevgi; İnsanın Yaradan’a ve O’nun yarattıklarına gösterdiği hürmetin kalpte büyüttüğü tohumdur. O tohum her kalpte başka meyve verir.

Açarsak… Sevgi, ilk etapta birine ve bir şeye karşı beslenen öznel bir duyguyu andırıyor. Hâlbuki bu, işin son kısmıdır. Birini sevebilmek ya da bir şeyi sevebilmek, kalpte sevgi tohumunun yeşermesine bağlıdır. Eğer kalp bir tarlaysa ve sevgi de bir tohumsa, izleyeceğimiz yol da bir tarımsal faaliyetin insan mâneviyatındaki yansıması olacaktır. Yani onu ekmek, sulamak, büyütmek ve ilgi göstermekle ancak sonundaki meyve kısmına ulaşabiliriz. İnsan bir yaratılmışsa, Yaradan’ı sevmekle kalp tamam olur. Yaradan’ı seven bir kalpte, O’nun yarattıklarına bir saygı ve hürmet hâkimiyet kurar. Bu şekilde yaşayan insanın kalpten kalbe uzayan yolları vardır. O yollarda yetimler, mazlumlar, hayvanlar ve diğer insanlar için hanlar kurulur. O hanlarda ihtiyacı olan dinlenir, ihtiyacı olan karnını doyurur… Bunların hepsi “O”na duyulan hürmetin bir sonucudur.

Sonra bu insan, kimi sevse tamamdır. Annesini, kardeşini, eşini, dostunu hep bu incelik üzere sever. Bu hassasiyetle büyütülmeyen hiçbir sevgi tohumu, insanın kendine ve muhatabına huzur vermez. Yaradan’a ve yaratılana hürmetin var olmadığı bir kalpte bireye ve nesneye duyulan sevgilerde daha ziyade bencillik, yıpratıcılık, düşkünlük, saplantı gibi diğer duygular ağır basar.

Dikkat ederseniz, Allah’ı tanımayan insanın sevgisi bile yorucudur. Demek ki sevgi, sâfî birine duyulan olumlu duygulardan ibaret değil. Bir yaşam biçimi ve ruh hâlinin sonucudur.

Bu sevgi maddesini kısa tutsam da açıklamasında aşırıya kaçmamı mazur görürsünüz sanırım. Daha alan bulsam yazacak şok şey var kuşkusuz…

Ama hemen başka bir maddeye geçmeli!

***

“Hayat”… İlk anlamı sağ olma, ikinci anlamı yaşam. Derin anlamı: İlâhî cevheri aramakla yükümlü olduğumuz bir fıtrata bağlılık mücadelesi...

Evet evet, hayat, mücadeledir! Ama maddî bir zorunluluk mücadelesi ve dünya denilen mekânda yer edinme kavgası bu “hayat” kavramının ilk anlamı değildir. Elbette hepimiz bir dünya telâşesi içindeyiz. Bu olağan ve gerekli bir insan hâli. Fakat zaten olay, bütün bu dünyevî gereksinimler ve zorunluluklar, hattâ zorlayıcılar karşısında o fıtrata bağlı kalabilmek…

Bu arada hayat maddesini ele alırken “bulmak” değil de “aramak” fiilini seçmem de kasıtlı. Çünkü bu dünyada sırları ve cevheri bulmak yoktur. Bu dünyada aramak vardır. İnsanı fıtrata bağlayacak eylem de aramaktır. En güzeli, en doğruyu, en iyiyi, en hakikatli olanı arayıp dururken insan, başka insan olur.

Bulmaksa büyüktür. Ancak Allah’ın izin verdiği kadardır. Ve aslında hayattayken ne kadar ararsak, ahirette de o kadar bulacağız demektir.

***

Bu alt anlamlar sözlüğünü bir derleme kitap yapmak inşallah nasip olur. Çünkü daha ne kavramlar, ne kaybedilen ya da toz tutan anlamlar var. Ama şimdilik burada nokta koymalı.

En derin anlamlarda hayatı yaşayabilmek duâsıyla…