Almanya ve Lüksemburg’da asgarî ücretle yaşamak

TL üzerinden aldığımız maaşı avroya çevirip sıralama yapmanın hiçbir mantığı yok. Evet, bir Alman, aldığı asgarî ücreti gelip Türkiye’de harcasa krallar gibi yaşar. Ve bizden biri burada kazandığıyla Almanya’da yaşamaya çalışsa yerlerde sürünür. Ancak gerçek bu değil. Herkes kazandığını, kazandığı ülkede harcıyor!

YİNE bir yıl sonu ve yine asgarî ücret tartışmaları… Her yıl olduğu gibi bu yıl da muhalefetin bonkör yüzünü görmeye başladık. İşçi tarafı ne kadar istese anlaşılabilir. Zira daha refah içinde bir hayat arzulamanın sınırı yok. Ancak iktidarda olmayan siyâsilerin şirâzeyi bu kadar şaşırması, ancak “muhalefet içgüdüsü” ile tarif edilebilir. Hâlbuki devlet, işvereni yok etmeden işçiyi korumanın yollarını aramak zorundadır.

Asgarî ücretin bu sene nasıl açıklanacağını bilemem ama reel beklentiler, enflasyonun en çok birkaç puan üzerinde bir artışa işâret ediyor. Genel uygulama da bu yönde zaten…

2003 yıl sonunda verilen, enflasyonun 19 puan üzerindeki zam, bir iyileştirme zammıydı. 2007 sonunda artı 11 puan ve 2015 sonundaki artı 25 puanlık zamlar da beklentilerin üzerinde müjdelerle gelmişti. Bu yıl da benzer bir iyileştirme müjdesi beklemek, dönem şartlarına bakınca çok kolay görünmüyor. Devlet, pandemi dolayısıyla maddî destek sağladığı çalışanı nasıl düşündüyse, üretim kapasitesi düşen ve buna rağmen işçi çıkartması yasaklanan işvereni de zorda bırakmayacak bir formülde anlaşma zemini bulmalı. Keşke her şey yolunda olsa da 3 bin bandından çıkıp 5 bin, 10 binleri konuşuyor olsak…

Ancak ücretlere çalışan için “gelir” gözüyle bakarken, işveren içinse mâliyeti yükselten bir “masraf” kalemi olduğunu da unutmamalıyız.

Peki, nedir bu asgarî ücret ve neden kanunla belirlenir?

Birincisi, her sene önümüze koyulmaya çalışıldığı gibi, asgarî ücret, dört kişilik bir ailenin geçim standardını karşılayacak bir sistem değildir. Öyle olsaydı, bir ailede çalışan -meselâ- iki kişinin alacağı ücretin toplamı için bir sistem geliştirilirdi. Asgarî ücret, “bir kişinin” hayatını idâme ettirebilmesi için öngörülen ücrettir. Bu sistem, hem işçinin, hem işverenin hayatı için geçerlidir. Afâkî ücretlendirmeler, ya piyasadaki fiyatlandırmaları yukarı çekerek yüksek enflasyona sebep olur, ya işverenin daha az işçi çalıştırmasına. İşverenin iflâsı ise hem ekonominin üretim tarafı, hem de işsizlik için varılacak en kötü sonuç olur.

Bu arada işverenin de işçiyi köle gibi çalıştırmasının önüne geçilmesi elzemdir. O hâlde devlet, hem çalışanı birey olarak ezdirmeyecek, hem de işvereni piyasada tutacak bir ücret belirlemek zorundadır. Bu da kanunla olur.

Kesintiler toplamından imtina edebilmek amacıyla işçi-işveren arasındaki sözlü anlaşmalarla gerçeğinden düşük gösterilen maaşların varlığını hepimiz biliyoruz. İşte bu sebeple yaklaşık on milyon kişi asgarî ücretle çalışıyor gibi görünüyor Türkiye’de. Ben bu sayının gerçekte 4-5 milyon civarında olduğu kanaatindeyim.

Herkes kazandığını, kazandığı ülkede harcıyor!

Her neresinden bakarsak bakalım, asgarî ücretle yaşamanın yollarını arayan yüzbinlerce aile, milyonlarca çalışan var Türkiye’de. Ve bu insanlar her gün Avrupa’daki asgarî ücretlilerle kıyaslanıyorlar.

AB ülkeleri arasındaki sıralamalarda ne kadar aşağıda olduğumuz, gözümüzün içine sokuluyor sürekli.

Oysa durum hiç de bize anlatılan gibi değil. TL üzerinden aldığımız maaşı avroya çevirip sıralama yapmanın hiçbir mantığı yok. Evet, bir Alman, aldığı asgarî ücreti gelip Türkiye’de harcasa krallar gibi yaşar. Ve bizden biri burada kazandığıyla Almanya’da yaşamaya çalışsa yerlerde sürünür. Ancak gerçek bu değil. Herkes kazandığını, kazandığı ülkede harcıyor!

Yani bu tür sıralama ve kıyaslamalar hiç de iyi niyetli kullanılmıyor.

Bunu daha net anlatabilmek için, Avrupa’da en yüksek asgarî ücretin uygulandığı ülke olan Lüksemburg ve en çok Türk vatandaşının yaşadığı Almanya ile ilgili sınırlı bir harcama listesi yapmaya çalıştım. Bu listede birkaç temel besin, kira ve sigara var. Kişisel bakım ürünleri, temizlik harcamaları, akaryakıt tüketimi gibi kalemler yok.

İki ülke için de ulaşabildiğim makul fiyatlar üzerinden derlediğim listeyi, kendi minimum aylık tüketimimi baz alarak (bir bilimsel araştırma olmamakla birlikte) gerçeğe yakın bir sonuca ulaştığımı zannediyorum.

Listemde 2’şer kilogram kıyma ve dana kuşbaşı, 5 kilogram yoğurt, 2 kilogram peynir, 10 litre süt, 2 buçuk litre zeytinyağı, 1 kilogram salça, 120 ekmek, 45 paket sigara, ev kirası ve ısınma, elektrik, su ve internet gibi harcamalar var.

Bu listedeki harcamaların Lüksemburg’daki karşılığı, yaklaşık 3 bin 450 avro. Almanya’da ise aynı kalemlere yaklaşık 2 bin 250 avro ödemem gerekiyor.

Lüksemburg’da asgarî ücretle çalışsam, net “bin 750 avro” civarında bir maaş geçecek elime. “Bu maaşla bu kısıtlı listenin bile yarısına harcama yapabileceğim” dersem, inanmayın lütfen! Zira Lüksemburg’da şehir merkezinde oturacağım üç odalı bir evin ortalama kirası 2 bin 500 avro olduğu için, kiramı bile ödeyemeyecek ve aslında yaşayamayacağım!

Almanya ise güllük gülistanlık(!)… Net asgarî ücret, ortalama “bin 250 avro” ve listeye yaptığım ödemeden sonra elimde “eksi bin avro” kalıyor. Lüksemburg’dan daha iyi, değil mi? Bu arada Almanya’da da büyük şehirlerdeki kira bedeli, üç odalı standart bir daire için ortalama bin 500 avro.

Öyleyse bu iki ülkede de yaşamak için önce ev almamız gerekiyor demektir. Bu maaşlarla, Türkiye’de yaşamaya alıştığımız standartlarda bir ev alma şansımız olmadığına göre, beş kişilik bir ailem olmasına rağmen bir oda-bir salon stüdyo daire kiralamam gerekecek demektir. Ancak o zaman aldığım asgarî ücretin yarıya yakınını kira dışı harcamalarıma ayırabilirim belki...

Gelelim kendi ülkemize…

Asgarî ücret, şimdilik 2 bin 324 TL. Her ürünün tâzesi, güzeli, kalitelisi olsun diye diye seçtiğimiz, bazen bolluktan şımarıp Avrupa’dakinin tek tek aldığını kilo kilo çöpe attığımız ürünleri, salonu küçük, ikinci tuvaleti olmayan ve bir odası güneş görmüyor diye burun kıvırdığımız evleri düşünün şimdi ve yukarıdaki listenin aynısını 3 bin 500 TL ile hâlledebileceğiniz için şükredin!

Bu liste hayatımızı idâme ettirmeye yetmez tabiî ki. Listeyi daha da büyüterek moral bozarız sadece diye sınırlı tutmuştum. Çıkan sonuç beni yanıltmadı. Öyle ki, sadece bu listenin mâliyetini 30 güne böldüğümüzde, Lüksemburg’da 15 gün, Almanya’da 17 gün yaşayabiliyorum. Türkiye’de ise bu süre 20 gün!

Bütün bu sayıların içinde boğulduk, sonuçta da asgarî ücretin Türkiye’deki alım gücünün bu iki ülkeden de daha yüksek olduğunu gördük. Ama ne yaparsak yapalım, Türkiye’deki asgarî ücret tartışmalarına nokta koymayı beceremeyiz. Aslında bizdeki asıl sorun, asgarî ücretin düşüklüğü değil, asgarî ücretle çalışan sayısının çokluğudur. Asıl aşmamız gereken de bu bence!

Bunu aşmanın yolu, vasıfsız işçi çalıştırılacak sektörlerden daha fazla teknik elemanın gerektiği sektörlere kaymamızdadır. İşveren ne kadar vasıf ararsa, o kadar fazla ödemeye râzı olur zira.