Allah rızâsı ve Cennet arzusu

Yaşadığımız çağ kapital değerler tarafından kuşatıldığından, yapıp ettiklerimizin çoğunu Allah rızâsı adına değil de çoğu zaman kul hatırına yapıyoruz. Bu nedenle bırakın kulluk bilincini, Allah rızâsını Cennet arzusu düzeyinde dahi korumakta zorlanıyoruz.

CENNET arzusu, inanmış olanlar için en meşru arzulardan biridir. Hattâ, “İnanmış olanlar için Cennet, hayatın en önemli gâyesidir” dersek yanılmış olmayız.

İnananlar, işledikleri iyi, güzel ve hayırlı fiilleri karşısında Cennet’e gideceklerine inanırlar. Yani iyi, güzel ve hayırlı işlerin kısaca, sâlih amelin karşılığıdır Cennet.  

Peki, hiç düşündünüz mü, Cennet arzusu içerisinde olmak kulluğu bulanıklaştırır mı? Cennet bile olsa karşılık bekleyerek iyi ve güzel işler yapmak saf kulluğa ters bir durum değil midir?

Bu soruya keskin bir cevap vermek çok kolay olmasa gerek.

Yıllar önce bu sorunun cevabının arandığı bir tartışmaya şâhitlik etmiştim. “Şâhitlik” etmiştim dediğim olay, öyle bir ilim meclisinde değil, bir alışveriş merkezinin önünde arkadaşımı beklerken, şans oyunları oynatan ve piyango bileti satan biri ile ona eşlik eden bir başkası arasında yapılan bir tartışma olarak gerçekleşmişti. 

Ellili yaşlara merdiven dayadığını tahmin ettiğim biletçi, diğerine, “Abi, kulluk o kadar kolay şey değil. İbâdet etmek de kulluk değildir. İbâdet ederken insanın içinde Cennet arzusu varsa, orada sadece kulluk değil, kulluktan başka şeyler var demektir” dedi. 

Beklediğim arkadaş telefonla arayarak başka bir noktada buluşmamız gerektiğini söyleyince, tartışmanın devamını dinleyememiştim. Ama biletçinin söyledikleri, ilginç fikirleri olan bir başka arkadaşımla yaşadığım sohbetimizi aklıma getirmişti.

Bu arkadaşım, “Kulluğun sonunda Cennet arzusu varsa bu ilişki türü bir çeşit siyâset olmaz mı? Kulluk karşılığında Tanrı Cennet’i vaat ediyor, Cennet’i vadeden Tanrı’nın kendisi olduğu için, bu, siyâsetin ötesinde rüşvete girmez mi? Onun için bazıları lidere oynar, lidere oynamak nasıl bir kulluktur?” meâline gelen bir soru yöneltmişti.

Ben de arkadaşa cevap olarak şöyle söylemiştim:

“İnananlar için kullukta gâye, Allah’ın rızâsıdır. İçine Cennet arzusu da olsa başka şey girdi mi, kulluk saflığını yitirir. Meselâ kişi, Allah rızâsını gözetirken yaptığı bir işten basit bir haz bile duysa, işin içine nefsî emâreler girmiş demektir ve bu bile kulluğu saflıktan alıkoyar. Yani bu kulluk, saf bir kulluk olmaz. Onun için Yûnus Emre der ki, ‘Cennet dedikleri ne ki, birkaç köşkle birkaç hûri/ İsteyene ver onları, bana Seni gerek Seni’…  

Hattâ tasavvuf ehli olanlar derler ki, ‘Kulluğun son noktası, nefsini yok etmektir’. Tasavvuf ehli olanlar bu nedenle saf kulluğa ulaşmak için nefisleri yok etme yolunu seçerler.

Rüşvet, hak edilmemiş bir şeyi elde etmek için, elde edilmek istenen şey üzerinde tasarrufta bulunacak olanlara para ve benzeri şeyler vermek ve başkasının hakkına bu şekilde tecavüz etmek demektir. Ayrıca, burada rüşveti alan ve verenin maddî bir çıkarı söz konusudur. Hâlbuki senin verdiğin örnekte karşılıklı bir çıkar söz konusu değildir.

Lidere oynama meselesine gelince… Lideri Yaradan olarak düşünüp bu sözü söylüyorsan yani kastın Allah’ın rızâsını elde etmek ve tek erek bu ise, farklı bir mânâ çıkar. Allah’ın otoritesini tanıyıp, buna göre hareket edip, Allah’ın rızâsını kendi istek ve arzularının gerçekleşmesine bir aracı kılmayı kastediyorsan, bu da farklı bir anlam taşır.

Burada niyete bakılır; insan lidere oynarken, liderin rızâsını kazanmak amacı taşıyorsa zaten kullukta saflığı yakalamış olur. Ama lidere oynarken niyet bu şekilde istek ve arzularına ulaşmaksa, burada lidere oynamak amaç değil, araç olduğundan, nefsî mülâhazalar var demektir. Yani kişinin kulluğu Cennet’i kazanmak gibi şeyler için bir araç ise, buradaki kulluk, saf bir kulluk değildir.”

Verdiğim cevabın arkadaşımı ne kadar tatmin ettiğini şimdi hatırlamıyorum ama bir itirazda bulunmamıştı.

Yaşadığımız çağ kapital değerler tarafından kuşatıldığından, yapıp ettiklerimizin çoğunu Allah rızâsı adına değil de çoğu zaman kul hatırına yapıyoruz. Bu nedenle bırakın kulluk bilincini, Allah rızâsını Cennet arzusu düzeyinde dahi korumakta zorlanıyoruz.