
ÇOCUKLAR, Allah’ın bize emanetleridir. Cennet
bahçesinin birer gülü olan her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Hıristiyan
ve Yahudi inancında olduğu gibi günahkâr değil, bilâkis masumdur. Boş ve
tertemiz bir kap iken onları ne ile doldurur, nasıl eğitir, neye yönlendirirsek,
onun şekil ve şemailini alırlar.
Çocukların
yetişmesinde ana baba ve aile yanında başka faktörler de etkilidir. Örneğin sokak,
okul, çevre, basın yayın ve televizyon ile aklımıza gelen her şey, çocukların
eğitimi ve bir karakter kazanmasında etkilidir. O yüzden ne tek başına aile, ne
de tek başına okul, çocukları kâmil anlamda eğitemez.
Özellikle
günümüzde aile ve okul dışında saydığımız diğer etkenlerin çocuklar üzerinde
daha etkili olduklarını söyleyebiliriz. Bu yüzden bu teknoloji çağında babadan
kalma usûllerle çocuk yetiştirmek neredeyse imkânsızdır. Zira günümüzün
çocuklarını âdeta teshir eden telefon, tablet ve bilgisayar gibi teknolojik
araçlar, onları hem maddî, hem de mânevî yönden tüketmekte, geleceklerine
ipotek koymakta ve onların hem beden, hem de ruh sağlığına telâfisi imkânsız
hasarlar vermektedir.
Peki, bu kıskaçtan
nasıl kurtulabiliriz? Pes mi edeceğiz? Yoksa çocuklar ile teknoloji arasına
kalın surlar mı çekeceğiz? Elbette hayır! Bir zorunluluk olan teknoloji
kullanımında ölçüyü kaçırmadan ve onları iyiliğe, güzelliğe sevk edici oyunlar
ile elimizde tutmaya çalışacağız. Bu konuda duyarlı olan kendi yazılımcılarımız
eğitici oyunlar yazacak, yazarlarımız güzel senaryolar üretecek, öykücülerimiz
güzel hikâyeler üretecek, romancılarımız güzel eserler verecek, sinemacılarımız
bunları film yapacak ve diziler çekecekler. Batı’nın bu sömürge aracının
dümenini/kumandasını ellerimize alarak kendi yönümüzde, kendi rotamızda
yolumuza emin adımlarla yürüyeceğiz.
Konunun önemli
uzmanlarından biri olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ebeveynlere bazı tavsiyelerde
bulunmuş. Bunların içinde en önemlisi, şüphesiz çocuklar ile doğru ve sağlıklı
bir iletişim kurmak yönündeki tavsiyeleridir. Hoca, tavsiyelerinde özetle diyor
ki, “Anne-babalar, çocukların sözlerini ve sorunlarını yetişkin bir insanı
dinler gibi dinlemeli, çözümünü de çocukla birlikte aramalıdır”.
Bu satırları
okuyunca Allah Resulünün (sav), “Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın, on
beş yaşına kadar onlarla arkadaş olun, on beş yaşından sonra ise istişare edin”
şeklindeki hadîs-i şerîfi aklıma geldi. Demek ki çocuk yetiştirmede Nebevî
metot da bu şekilde!
Aile içi doğru iletişimin
ancak huzurlu bir aile ortamında olacağı da unutulmamalıdır. Sürekli kavga ve
gürültünün olduğu, huzursuz ve sevgi ortamından yoksun bir ailede zaten
iletişim kanalları kopmuş, ailedeki her fert kendi bağımsızlığını ilân etmiş
durumdadır. Sorumluluk bilincinden uzak, sadece kendini düşünen anne ve
babalar, çocukları ile elbette ilgilenmeyeceklerdir bile. Hatta bu huzursuz
ortamda çocuklarını kendi yanına çekmek için yaptıkları her hareket ve her
sahte sevgi sunumu, fayda yerine zarar getirir. Böyle bir ortamda yetişen çocuk,
en başta şahsiyet bunalımı yaşar. Zira ne kadar uğraşsanız da çocuğun kalbinden
ne annenin, ne de babanın sevgisini sökemezsiniz. Bu durumdaki çocuklar anne ve
babalarını idare etmeyi ve hatta bu durumdan faydalanmayı kendi kendilerine
öğreneceklerdir. Sonuçta ikiyüzlü, rüşvetçi, hilekâr bir kişilik, çocuğun
benliğine yer edecektir. Bu yüzden birçok otorite, çocuk terbiyesinin
ana-babanın terbiyesinden başladığını boşuna savunmamaktadır.
Toplumda
yaşadığımız bir diğer yanlış uygulama da çocuklara karşı aşırı himayecilik ve
baskıdır. Anne-babalar çocuklarını toplumun ve diğer etkenlerin zararlarından
korumak için âdeta onlar üzerinde bir koruma kalkanı kurmakta veya bir cam
fanus içinde onları yetiştirmeye çalışmaktalar. Hayatın zorluklarına karşı
habersiz yetişen, hiçbir sorumluluk almayan çocuklar, büyüdüklerinde sürekli
himaye ararlar kendilerine. Torpilsiz bir hayat onlar için imkânsızdır. Örneğin
okula gider, ders geçmek için birileri devreye girer; işe girecektir, yine
birilerinin referansı aranır… Kendi özelliklerinin farkında olmayan, kendine
güveni gelişmemiş bir fert, toplum içinde zayıf, güçsüz ve sürekli dış müdahaleyle
hareket eden bir davranış sergiler. Bu tip insanlar korkak ve mutsuz olmaya, bu
şekilde yaşamaya mahkûmdurlar.
Bu konuda da
Nevzat Tarhan, özetle şu tavsiyelerde bulunur: “Anne-baba, çocuğunu yorucu, zor
işlerden korumak yerine hayata hazırlamak görevini üstlenmelidir. Ebeveyn,
çocuğunu bütün güçlüklerden korumak yerine, ona sorumluluk duygusunu ve
güçlükleri birlikte aşmayı öğretmelidir. Ailenin yükünü ebeveynin tek başına
taşıması yerine, anne-baba ve çocuğun da içinde olduğu bir takım oluşturup,
sorumluluklar ve hayat paylaşılmalıdır. Ebeveyn, çocuğunu hayat köprüsünden
geçirmekten ziyade, o köprüden nasıl geçeceğini öğretmesi gerektiğini
bilmelidir. Çocuğun da özeline saygı duyulmalı ve kendini özgür hissetmesine
fırsat tanınmalıdır.”
Dengede ölçü, dengede eğitim
Burada bir durumu
gözden kaçırmamak gerekir. Çocuğu, hayatı öğrensin diye sahipsiz bırakmak da
yanlıştır. Çocuğun, astığı astık, kestiği kestik şekilde aşırı özgüven ile
yetişmesi de yanlıştır. Belki aileler bu kadar uçta bir çocuk yetiştirmek
istemezler ama aksiyon seviyoruz diye vurdulu kırdılı diziler ve filmler
izleyen ve bunların oyunlarıyla oynayarak büyüyen çocuklar, ister istemez bu
yöne kayacaklardır. Nasıl ki çocuğun beden sağlığını düşünerek çocuğun olduğu
ortamda sigara içmemeye özen gösteriliyorsa, çocuğun yaşına uygun olmayan film
ve diziler de çocuğun yanında izlenilmemelidir.
Yine her istediği
yapılan çocuk, bencil olarak yetişecektir. Sırf kendini düşünen, cemiyete faydalı
olmayan fertler, sonuçta o insanlar tarafından elbette dışlanacaklardır.
Yaptığı her şeye
bir gerekçe göstermeden “Hayır” denilen çocuk da kendisine getirilen yasak
karşısında ikna edilmediği için, aksine, yapmak istediğini gerçekleştirmek
üzere uğraşacak ve inatçı bir kişilik olacaktır. İnatçılık ise kendi kendini
büyüterek iletişim ve istişareye kapalı bir davranışın kapılarını açacaktır. Bu
tip insanlar ise toplum tarafından dışlanır, sevilmez, aile kurduklarında
mutsuz olur ve karşılarındakileri mutsuz ederler. Sonuçta iletişimsizlik
şiddetli geçimsizliği doğurur ve bunun sonu da evliliklerin sona ermesidir.
Çocukların rol
modelleri ilk etapta anne ve babaları, daha sonra da öğretmenleridir. Çocuklar
rol modellerinin davranışlarını içselleştirirken algıda seçicilik yaparak
iyi-kötü ayrımı yapmaz, ne görüyorlarsa onu alırlar. Örneğin ailede sigara içen
bir ebeveyn, çocuğuna kendi davranışının doğru olmadığını, sigaranın çok
zararlı olduğunu ne kadar anlatırsa anlatsın, çocuk, “Bu kadar zararlı olsa annem/babam
içmezdi” diyerek gizlice buna özenir.
Peki, namaz
kılınmayan, ibadet edilmeyen, oruç tutulmayan bir ortamda yetişen çocuk,
bunların gerekli olduğunun kendisine öğretildiği okul ve cami gibi eğitim
kurumlarından ne kadar etkilenecektir? Haram helâl, iyi kötü, yanlış doğru gibi
değerler eğitimi aile ve diğer tüm çevrelerde sadece sözle değil, yaşayarak ve
yaşatarak verilir.
Dinî eğitim için
aile çok önemlidir. Bu yüzden aile, çocuğun ilkokuludur. Dinî eğitimin nasıl
olması gerektiği ile ilgili birçok âyet ve hadîs mevcuttur. Özellikle Lokmân Sûresi’nin
13 ilâ 19’uncu âyetlerinde şunlar anlatılmaktadır:
“(13) Hani Lokmân,
oğluna öğüt vererek şöyle demişti: ‘Yavrum, Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak
koşmak elbette büyük bir zulümdür.
(14) Biz insana, annesine-babasına
(mümkün olan en iyi şekilde ve Allah’ın kendisini sürekli olarak gördüğünün
şuuru içinde -iyi- davranmasını) emrettik. Annesi onu, zahmet zahmet üstüne
karnında taşımış ve onun sütten ayrılması da iki yıl almıştır. (Ey insan, bütün
bunlar karşılığında) Hem Bana, hem annene-babana şükret. Sonunda Bana dönecek(ve
yaptıklarının hesabını verecek)sin.
(15) Eğer
annen-baban Benden başkasının ilâh olamayacağı konusundaki kesin bilgine zıt
olarak bâtılı taklitle herhangi bir şeyi Bana ortak tanıman için seni
zorlayacak olursa, bu hususta onlara itaat etme, fakat dünyada gerektiği ölçüde
onlara sahip çık, onlarla iyi geçin. (Her işinde,) Bütün gönlüyle Bana
yönelmiş, sürekli Benim rızamı arayan insanların yolunu izle. Sonunda hepinizin
dönüşü Bana olacak ve Ben de dünyada yaptığınız her şeyi bir bir önünüze
serecek ve sizi onlardan sorguya çekeceğim.
(16) Oğulcuğum!
Gerçek şu ki, iyi kötü yapılan herhangi bir iş, bir hardal tanesi ağırlığında
bile olsa ve bir kayanın içinde veya göklerde ya da yerin herhangi bir
noktasında saklı da bulunsa, yine de Allah onu ortaya çıkaracak (ve hakkında
insanı sorguya çekecek, mükâfat veya cezasını verecektir). Allah Lâtîf’tir
(hiçbir şey O’dan gizli kalmaz); Habîr’dir (her şeyden hakkıyla haberdar).
(17) Oğulcuğum!
Namazı bütün şartlarına riayet ederek, aksatmadan ve vaktinde kıl, iyiliği
tavsiye et ve yay, kötülükleri önlemeye çalış ve başına her ne gelirse sabret!
Bunların her biri azim ve sebat isteyen, ama kıymeti pek büyük işlerdendir.
(18) Kibir ve
başkalarını küçümseme içinde yüzünü insanlardan çevirme ve yeryüzünde çalım
satarak yürüme! Allah, kibirle kasılan, kendini beğenmiş ve kendini övüp duran
hiç kimseyi sevmez.
(19) Yürüyüşünde,
davranışlarında ölçülü ve mutedil ol, konuşurken de sesini ayarla! Unutma ki,
seslerin en beğenilmeyeni, (avazı çıktığınca bağıran) merkep sesidir.’”
(Ayet mealleri Ali
Ünal mealinden alınmıştır.)
İşte bu âyetlerde
çocuklara bir yol haritası çıkarılmıştır! En temel eğitim, Allah’ın bir olduğu
ve ona şirk koşulmaması gerektiğinin öğretilmesidir. Yine yapılan her hareketin
Allah tarafından görüldüğü ve insanın bir gün hesaba çekileceği şuuruyla
hareket edilmesi gerekliliğidir. Peşinden, insanın Rabbine kulluk etmesi amacıyla
yaratıldığı gerçeği ile O’na ibadet edilmesi gereği de diğer bir derstir.
Burada namazı, tüm rükûnları ile kılmak öğütlenmiştir.
Arkasından gelen tavsiye
ve emirler ise güzel ahlâk ile ilgilidir. İyiliğin sadece tavsiye edildiği
değil, bizzat icra edilmesi gerektiği, başa gelen musibetler karşısında sabrın
tavsiye edildiği, kibrin, yeryüzünde böbürlenerek yürümenin, davranışlarda ve
konuşmalarımızda ölçülü olmamızın gerekliliği Lokmân’ın (as) çocuğuna, dolayısıyla
bizim de çocuklarımıza tavsiye edeceğimiz, öğreteceğimiz davranışlardır.
Çocuklara kanaatin
ve herkesin kendi emeğinin karşılığını alması gerektiğini de öğretmemiz bir
zarurettir. İsraf ve zararları da öğretilmemelidir. Hak edilmeyen bir lüksün
kimseye fayda getirmeyeceği öğretilmelidir. Bugün bir furya hâlinde çocuklar
arasında yaygınlaşan marka takıntısı, maalesef ailelerin huzurunu bozduğu gibi
ekonomik olarak da sarsmaktadır. Son yaşadığımız dolar krizi, bize bu lüks ve
israfın aslında farklı bir yansımasını da göstermiştir. Siyâsî sebepler bir
yana, maalesef her şeyi dışarıdan almak, üretmemek, kendi üretimimizi
desteklememek, bizi dışa bağımlı hâle getirmiştir maalesef. Ocak ayından bu
yana sadece cep telefonlarına 2 milyar 288 milyon dolar harcanmış olmasının
nasıl bir izahı olabilir? Çocuklarımıza öğreteceğimiz bir diğer hayat gerçeği
de bu olsa gerek.
Çocuklarımıza
ayırdığımız zaman, geleceğimizin daha sağlam inşâ edilmesine yarayacaktır.
Başta kendimiz olarak, çocuklarımıza, şikâyet ettiğimiz dünyanın ve insanlığın
gidişatını değiştirmenin yolunun önce kendimizi değiştirmekten geçtiğini
öğretmeliyiz.
Daha önce eğitim
ile ilgili yazdığım yazılarımda da belirttiğim gibi, anne-babalar çocuklarının
iyi bir meslek edinmesi için iyi okullar kazanmalarına odaklanıyorlar. Aslında
öncelikli amacımız, iyi insan yetiştirmek olmalıdır. Başarı, kendisini kontrol
eden, plânlı bir hayatı öğrenen çocuklar için zaten kaçınılmaz bir son
olacaktır. Çocukların talim ve terbiyelerini sadece okul ve öğretmenin üzerine
atarsak, kendimizi kandırmış oluruz. Kendimizi, ailemizi, çevremizi iyi yönde
değiştirip güzelleştirmek için çaba sarf etmeliyiz. Toplumsal geleceğe dair duyarlı
bireyler olmak ve bu minvalde çocuklar yetiştirmekle çevremizi düzeltebiliriz.
En çok şikâyet
ettiğimiz basın, medya ve televizyonlar, arz-talep gerçekliğine uygun olarak
hareket ediyorlar. Yine devletin bazı kurumları da denetim görevini icra ediyorlar.
Bu kurumlar desteklendiğinde, çalışmalarına yardımcı olunduğunda, bu kurumların
aldığı karar ve uyguladıkları müeyyidelerin arkasında durduğumuzda bazı
yanlışların düzeleceğini hep beraber göreceğiz. Unutmayalım, ticarî kuruluşlar,
talep edilmeyen hiçbir şeyi piyasaya arz edemezler. Ne kadar reklâm kampanyası
yaparlarsa yapsınlar, sağlam bir irade karşısında bir balon gibi sönmeye
mahkûmdurlar.
Sonuçta toplumun
geleceği, çocuklarımızın erdemli, ahlâklı, bilgili, dürüst ve çalışkan olarak
yetişmelerine bağlıdır. Unutulmamalıdır ki Allah, düşmanları istemese de Nûrunu
tamamlayacaktır.