Allah’ın birer emaneti: Çocuklarımız

En çok şikâyet ettiğimiz basın, medya ve televizyonlar, arz-talep gerçekliğine uygun olarak hareket ediyorlar. Yine devletin bazı kurumları da denetim görevini icra ediyorlar. Bu kurumlar desteklendiğinde, çalışmalarına yardımcı olunduğunda, bu kurumların aldığı karar ve uyguladıkları müeyyidelerin arkasında durduğumuzda bazı yanlışların düzeleceğini hep beraber göreceğiz…

ÇOCUKLAR, Allah’ın bize emanetleridir. Cennet bahçesinin birer gülü olan her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Hıristiyan ve Yahudi inancında olduğu gibi günahkâr değil, bilâkis masumdur. Boş ve tertemiz bir kap iken onları ne ile doldurur, nasıl eğitir, neye yönlendirirsek, onun şekil ve şemailini alırlar.

Çocukların yetişmesinde ana baba ve aile yanında başka faktörler de etkilidir. Örneğin sokak, okul, çevre, basın yayın ve televizyon ile aklımıza gelen her şey, çocukların eğitimi ve bir karakter kazanmasında etkilidir. O yüzden ne tek başına aile, ne de tek başına okul, çocukları kâmil anlamda eğitemez.

Özellikle günümüzde aile ve okul dışında saydığımız diğer etkenlerin çocuklar üzerinde daha etkili olduklarını söyleyebiliriz. Bu yüzden bu teknoloji çağında babadan kalma usûllerle çocuk yetiştirmek neredeyse imkânsızdır. Zira günümüzün çocuklarını âdeta teshir eden telefon, tablet ve bilgisayar gibi teknolojik araçlar, onları hem maddî, hem de mânevî yönden tüketmekte, geleceklerine ipotek koymakta ve onların hem beden, hem de ruh sağlığına telâfisi imkânsız hasarlar vermektedir.

Peki, bu kıskaçtan nasıl kurtulabiliriz? Pes mi edeceğiz? Yoksa çocuklar ile teknoloji arasına kalın surlar mı çekeceğiz? Elbette hayır! Bir zorunluluk olan teknoloji kullanımında ölçüyü kaçırmadan ve onları iyiliğe, güzelliğe sevk edici oyunlar ile elimizde tutmaya çalışacağız. Bu konuda duyarlı olan kendi yazılımcılarımız eğitici oyunlar yazacak, yazarlarımız güzel senaryolar üretecek, öykücülerimiz güzel hikâyeler üretecek, romancılarımız güzel eserler verecek, sinemacılarımız bunları film yapacak ve diziler çekecekler. Batı’nın bu sömürge aracının dümenini/kumandasını ellerimize alarak kendi yönümüzde, kendi rotamızda yolumuza emin adımlarla yürüyeceğiz.

Konunun önemli uzmanlarından biri olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ebeveynlere bazı tavsiyelerde bulunmuş. Bunların içinde en önemlisi, şüphesiz çocuklar ile doğru ve sağlıklı bir iletişim kurmak yönündeki tavsiyeleridir. Hoca, tavsiyelerinde özetle diyor ki, “Anne-babalar, çocukların sözlerini ve sorunlarını yetişkin bir insanı dinler gibi dinlemeli, çözümünü de çocukla birlikte aramalıdır”.

Bu satırları okuyunca Allah Resulünün (sav), “Çocuklarınızla yedi yaşına kadar oynayın, on beş yaşına kadar onlarla arkadaş olun, on beş yaşından sonra ise istişare edin” şeklindeki hadîs-i şerîfi aklıma geldi. Demek ki çocuk yetiştirmede Nebevî metot da bu şekilde!

Aile içi doğru iletişimin ancak huzurlu bir aile ortamında olacağı da unutulmamalıdır. Sürekli kavga ve gürültünün olduğu, huzursuz ve sevgi ortamından yoksun bir ailede zaten iletişim kanalları kopmuş, ailedeki her fert kendi bağımsızlığını ilân etmiş durumdadır. Sorumluluk bilincinden uzak, sadece kendini düşünen anne ve babalar, çocukları ile elbette ilgilenmeyeceklerdir bile. Hatta bu huzursuz ortamda çocuklarını kendi yanına çekmek için yaptıkları her hareket ve her sahte sevgi sunumu, fayda yerine zarar getirir. Böyle bir ortamda yetişen çocuk, en başta şahsiyet bunalımı yaşar. Zira ne kadar uğraşsanız da çocuğun kalbinden ne annenin, ne de babanın sevgisini sökemezsiniz. Bu durumdaki çocuklar anne ve babalarını idare etmeyi ve hatta bu durumdan faydalanmayı kendi kendilerine öğreneceklerdir. Sonuçta ikiyüzlü, rüşvetçi, hilekâr bir kişilik, çocuğun benliğine yer edecektir. Bu yüzden birçok otorite, çocuk terbiyesinin ana-babanın terbiyesinden başladığını boşuna savunmamaktadır.

Toplumda yaşadığımız bir diğer yanlış uygulama da çocuklara karşı aşırı himayecilik ve baskıdır. Anne-babalar çocuklarını toplumun ve diğer etkenlerin zararlarından korumak için âdeta onlar üzerinde bir koruma kalkanı kurmakta veya bir cam fanus içinde onları yetiştirmeye çalışmaktalar. Hayatın zorluklarına karşı habersiz yetişen, hiçbir sorumluluk almayan çocuklar, büyüdüklerinde sürekli himaye ararlar kendilerine. Torpilsiz bir hayat onlar için imkânsızdır. Örneğin okula gider, ders geçmek için birileri devreye girer; işe girecektir, yine birilerinin referansı aranır… Kendi özelliklerinin farkında olmayan, kendine güveni gelişmemiş bir fert, toplum içinde zayıf, güçsüz ve sürekli dış müdahaleyle hareket eden bir davranış sergiler. Bu tip insanlar korkak ve mutsuz olmaya, bu şekilde yaşamaya mahkûmdurlar.

Bu konuda da Nevzat Tarhan, özetle şu tavsiyelerde bulunur: “Anne-baba, çocuğunu yorucu, zor işlerden korumak yerine hayata hazırlamak görevini üstlenmelidir. Ebeveyn, çocuğunu bütün güçlüklerden korumak yerine, ona sorumluluk duygusunu ve güçlükleri birlikte aşmayı öğretmelidir. Ailenin yükünü ebeveynin tek başına taşıması yerine, anne-baba ve çocuğun da içinde olduğu bir takım oluşturup, sorumluluklar ve hayat paylaşılmalıdır. Ebeveyn, çocuğunu hayat köprüsünden geçirmekten ziyade, o köprüden nasıl geçeceğini öğretmesi gerektiğini bilmelidir. Çocuğun da özeline saygı duyulmalı ve kendini özgür hissetmesine fırsat tanınmalıdır.”

Dengede ölçü, dengede eğitim

Burada bir durumu gözden kaçırmamak gerekir. Çocuğu, hayatı öğrensin diye sahipsiz bırakmak da yanlıştır. Çocuğun, astığı astık, kestiği kestik şekilde aşırı özgüven ile yetişmesi de yanlıştır. Belki aileler bu kadar uçta bir çocuk yetiştirmek istemezler ama aksiyon seviyoruz diye vurdulu kırdılı diziler ve filmler izleyen ve bunların oyunlarıyla oynayarak büyüyen çocuklar, ister istemez bu yöne kayacaklardır. Nasıl ki çocuğun beden sağlığını düşünerek çocuğun olduğu ortamda sigara içmemeye özen gösteriliyorsa, çocuğun yaşına uygun olmayan film ve diziler de çocuğun yanında izlenilmemelidir.

Yine her istediği yapılan çocuk, bencil olarak yetişecektir. Sırf kendini düşünen, cemiyete faydalı olmayan fertler, sonuçta o insanlar tarafından elbette dışlanacaklardır.

Yaptığı her şeye bir gerekçe göstermeden “Hayır” denilen çocuk da kendisine getirilen yasak karşısında ikna edilmediği için, aksine, yapmak istediğini gerçekleştirmek üzere uğraşacak ve inatçı bir kişilik olacaktır. İnatçılık ise kendi kendini büyüterek iletişim ve istişareye kapalı bir davranışın kapılarını açacaktır. Bu tip insanlar ise toplum tarafından dışlanır, sevilmez, aile kurduklarında mutsuz olur ve karşılarındakileri mutsuz ederler. Sonuçta iletişimsizlik şiddetli geçimsizliği doğurur ve bunun sonu da evliliklerin sona ermesidir.

Çocukların rol modelleri ilk etapta anne ve babaları, daha sonra da öğretmenleridir. Çocuklar rol modellerinin davranışlarını içselleştirirken algıda seçicilik yaparak iyi-kötü ayrımı yapmaz, ne görüyorlarsa onu alırlar. Örneğin ailede sigara içen bir ebeveyn, çocuğuna kendi davranışının doğru olmadığını, sigaranın çok zararlı olduğunu ne kadar anlatırsa anlatsın, çocuk, “Bu kadar zararlı olsa annem/babam içmezdi” diyerek gizlice buna özenir.

Peki, namaz kılınmayan, ibadet edilmeyen, oruç tutulmayan bir ortamda yetişen çocuk, bunların gerekli olduğunun kendisine öğretildiği okul ve cami gibi eğitim kurumlarından ne kadar etkilenecektir? Haram helâl, iyi kötü, yanlış doğru gibi değerler eğitimi aile ve diğer tüm çevrelerde sadece sözle değil, yaşayarak ve yaşatarak verilir.

Dinî eğitim için aile çok önemlidir. Bu yüzden aile, çocuğun ilkokuludur. Dinî eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili birçok âyet ve hadîs mevcuttur. Özellikle Lokmân Sûresi’nin 13 ilâ 19’uncu âyetlerinde şunlar anlatılmaktadır:

“(13) Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: ‘Yavrum, Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.

(14) Biz insana, annesine-babasına (mümkün olan en iyi şekilde ve Allah’ın kendisini sürekli olarak gördüğünün şuuru içinde -iyi- davranmasını) emrettik. Annesi onu, zahmet zahmet üstüne karnında taşımış ve onun sütten ayrılması da iki yıl almıştır. (Ey insan, bütün bunlar karşılığında) Hem Bana, hem annene-babana şükret. Sonunda Bana dönecek(ve yaptıklarının hesabını verecek)sin.

(15) Eğer annen-baban Benden başkasının ilâh olamayacağı konusundaki kesin bilgine zıt olarak bâtılı taklitle herhangi bir şeyi Bana ortak tanıman için seni zorlayacak olursa, bu hususta onlara itaat etme, fakat dünyada gerektiği ölçüde onlara sahip çık, onlarla iyi geçin. (Her işinde,) Bütün gönlüyle Bana yönelmiş, sürekli Benim rızamı arayan insanların yolunu izle. Sonunda hepinizin dönüşü Bana olacak ve Ben de dünyada yaptığınız her şeyi bir bir önünüze serecek ve sizi onlardan sorguya çekeceğim.

(16) Oğulcuğum! Gerçek şu ki, iyi kötü yapılan herhangi bir iş, bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bir kayanın içinde veya göklerde ya da yerin herhangi bir noktasında saklı da bulunsa, yine de Allah onu ortaya çıkaracak (ve hakkında insanı sorguya çekecek, mükâfat veya cezasını verecektir). Allah Lâtîf’tir (hiçbir şey O’dan gizli kalmaz); Habîr’dir (her şeyden hakkıyla haberdar).

(17) Oğulcuğum! Namazı bütün şartlarına riayet ederek, aksatmadan ve vaktinde kıl, iyiliği tavsiye et ve yay, kötülükleri önlemeye çalış ve başına her ne gelirse sabret! Bunların her biri azim ve sebat isteyen, ama kıymeti pek büyük işlerdendir.

(18) Kibir ve başkalarını küçümseme içinde yüzünü insanlardan çevirme ve yeryüzünde çalım satarak yürüme! Allah, kibirle kasılan, kendini beğenmiş ve kendini övüp duran hiç kimseyi sevmez.

(19) Yürüyüşünde, davranışlarında ölçülü ve mutedil ol, konuşurken de sesini ayarla! Unutma ki, seslerin en beğenilmeyeni, (avazı çıktığınca bağıran) merkep sesidir.’”

(Ayet mealleri Ali Ünal mealinden alınmıştır.)

İşte bu âyetlerde çocuklara bir yol haritası çıkarılmıştır! En temel eğitim, Allah’ın bir olduğu ve ona şirk koşulmaması gerektiğinin öğretilmesidir. Yine yapılan her hareketin Allah tarafından görüldüğü ve insanın bir gün hesaba çekileceği şuuruyla hareket edilmesi gerekliliğidir. Peşinden, insanın Rabbine kulluk etmesi amacıyla yaratıldığı gerçeği ile O’na ibadet edilmesi gereği de diğer bir derstir. Burada namazı, tüm rükûnları ile kılmak öğütlenmiştir.

Arkasından gelen tavsiye ve emirler ise güzel ahlâk ile ilgilidir. İyiliğin sadece tavsiye edildiği değil, bizzat icra edilmesi gerektiği, başa gelen musibetler karşısında sabrın tavsiye edildiği, kibrin, yeryüzünde böbürlenerek yürümenin, davranışlarda ve konuşmalarımızda ölçülü olmamızın gerekliliği Lokmân’ın (as) çocuğuna, dolayısıyla bizim de çocuklarımıza tavsiye edeceğimiz, öğreteceğimiz davranışlardır.

Çocuklara kanaatin ve herkesin kendi emeğinin karşılığını alması gerektiğini de öğretmemiz bir zarurettir. İsraf ve zararları da öğretilmemelidir. Hak edilmeyen bir lüksün kimseye fayda getirmeyeceği öğretilmelidir. Bugün bir furya hâlinde çocuklar arasında yaygınlaşan marka takıntısı, maalesef ailelerin huzurunu bozduğu gibi ekonomik olarak da sarsmaktadır. Son yaşadığımız dolar krizi, bize bu lüks ve israfın aslında farklı bir yansımasını da göstermiştir. Siyâsî sebepler bir yana, maalesef her şeyi dışarıdan almak, üretmemek, kendi üretimimizi desteklememek, bizi dışa bağımlı hâle getirmiştir maalesef. Ocak ayından bu yana sadece cep telefonlarına 2 milyar 288 milyon dolar harcanmış olmasının nasıl bir izahı olabilir? Çocuklarımıza öğreteceğimiz bir diğer hayat gerçeği de bu olsa gerek.

Çocuklarımıza ayırdığımız zaman, geleceğimizin daha sağlam inşâ edilmesine yarayacaktır. Başta kendimiz olarak, çocuklarımıza, şikâyet ettiğimiz dünyanın ve insanlığın gidişatını değiştirmenin yolunun önce kendimizi değiştirmekten geçtiğini öğretmeliyiz.

Daha önce eğitim ile ilgili yazdığım yazılarımda da belirttiğim gibi, anne-babalar çocuklarının iyi bir meslek edinmesi için iyi okullar kazanmalarına odaklanıyorlar. Aslında öncelikli amacımız, iyi insan yetiştirmek olmalıdır. Başarı, kendisini kontrol eden, plânlı bir hayatı öğrenen çocuklar için zaten kaçınılmaz bir son olacaktır. Çocukların talim ve terbiyelerini sadece okul ve öğretmenin üzerine atarsak, kendimizi kandırmış oluruz. Kendimizi, ailemizi, çevremizi iyi yönde değiştirip güzelleştirmek için çaba sarf etmeliyiz. Toplumsal geleceğe dair duyarlı bireyler olmak ve bu minvalde çocuklar yetiştirmekle çevremizi düzeltebiliriz.

En çok şikâyet ettiğimiz basın, medya ve televizyonlar, arz-talep gerçekliğine uygun olarak hareket ediyorlar. Yine devletin bazı kurumları da denetim görevini icra ediyorlar. Bu kurumlar desteklendiğinde, çalışmalarına yardımcı olunduğunda, bu kurumların aldığı karar ve uyguladıkları müeyyidelerin arkasında durduğumuzda bazı yanlışların düzeleceğini hep beraber göreceğiz. Unutmayalım, ticarî kuruluşlar, talep edilmeyen hiçbir şeyi piyasaya arz edemezler. Ne kadar reklâm kampanyası yaparlarsa yapsınlar, sağlam bir irade karşısında bir balon gibi sönmeye mahkûmdurlar.

Sonuçta toplumun geleceği, çocuklarımızın erdemli, ahlâklı, bilgili, dürüst ve çalışkan olarak yetişmelerine bağlıdır. Unutulmamalıdır ki Allah, düşmanları istemese de Nûrunu tamamlayacaktır.