Allah bizimle beraberken biz kiminleyiz?

Her insanın hayat yolunun bir yerlerinde pusu kuran bir yalnızlık vardır. Kaçamaz insan, bununla yaşamak zorundadır. Çünkü doğduğumuzdan bu yana münferit hayatlar yaşarız. Birileri girer çıkar hayatımıza, ama bilirsiniz, hiçbir mezar iki kişilik kazılmaz.

DÜNYACA ünlü sanatçı Anthony Hopkins, hayata dair şöyle bir not düşüyor: 


“70 yaşını aşmış ve 80’ine yaklaşmakta olan bir arkadaşıma, kendisiyle ilgili ne gibi değişiklikler hissettiğini sordum. Şu bilgileri gönderdi:


Anne-babamı, kardeşlerimi, eşimi, çocuklarımı ve arkadaşlarımı sevdikten sonra kendimi sevmeye başladım. Atlas olmadığımı fark ettim; dünya benim omuzlarımda değil. Meyve ve sebze satıcılarıyla pazarlık yapmayı bıraktım; birkaç kuruş daha fazla vermek beni yıkmaz ama zavallı adamın kızının okul taksitini biriktirmesine yardımcı olabilir. Garsonuma büyük bir bahşiş bırakıyorum; bu ekstra para, onun yüzüne bir gülümseme yerleştirebilir, yaşamak için benden çok daha fazla çalışıyor. 


Bu öyküyü birçok kez anlattıkları yaşlı kişilere anlatmayı bıraktım; bu, onların geçmişini yeniden yaşamalarına neden oluyor. Hatalı olduklarını bilsem bile kişileri düzeltmemeyi öğrendim; herkesi mükemmel yapma yükü benim üzerimde değil, dünya mükemmellikten daha değerli. 


Özgürce ve cömertçe iltifat ediyorum; iltifatlar sadece karşımdakinin değil, benim de moralimi yükseltiyor. Ve iltifat alan kişiye küçük bir tavsiye: Asla ama asla ‘Hayır’ deme, sadece ‘Teşekkür ederim’ de! 


Gömleğimdeki kırışıklığı ya da lekeyi görmezden gelmeyi öğrendim; kişilik görünüşten daha yüksek sesle konuşur. Bana değer vermeyen kişilerden uzaklaşıyorum; onlar benim değerimi bilmeyebilirler ama ben biliyorum. Biri beni fare yarışında yenmek için kirli oynadığında soğukkanlılığımı koruyorum; ben bir fare değilim ve hiçbir ırka ait değilim. Duygularımdan da utanmamayı öğreniyorum; duygularım beni insan yapıyor. Egoyu terk etmenin ilişkiyi koparmaktan daha iyi olduğunu öğrendim; egom beni uzaklaştırabilir ama bir ilişkide asla yalnız kalmayacağım. 


Her günü son günümmüş gibi yaşamayı öğrendim; çünkü son günüm olabilir. Beni mutlu eden şeyi yapıyorum; kendi mutluluğumdan sorumluyum ve bunu kendime borçluyum. Mutluluk bir yeğlemedir, her zaman mutlu olabilirsiniz; sadece ne olmak istediğinizi seçin!” 


Çok çok manidar değil mi? Zira hayatın bir kesitini aktarıyor. Kaldı ki yalnızlık, tek başına kalmak değil, anlaşılmaz olmaktır. Sizi anlayacak tek bir kişi bile yok ise yalnızsınızdır. Yalnızlık diğer insanların fiziksel yokluğu değil, hiç kimseyle önemli bir şey paylaşmadığınız hissidir. Kendini yalnız veya izole hisseden kişilerin koroner arter hastalığı, felç, depresyon ve yüksek tansiyonun yanında düşünce becerilerinin azaldığının, günlük yaşam işlerini yerine getirememenin yanında erken ölüm riskinin arttığını biliyor muydunuz?


Yalnızlık, siz acıyla haykırırken dünyanın sizi duymaması, sizi onca acının içinde işitilmemiş, anlaşılmamış ve el uzatılmamış bir hâlde bırakmasıdır. Doğru, dürüst ve samimî insan sayısı o kadar azaldı ki insan artık kendinden şüphe etmeye başladı “Acaba bende mi bir sorun var?” diye: Hayır, sende sorun yok, devir bozuk! 


Yalnızlık insana, ünsiyet kurmakla övünenin fıtratına aykırı


Aslında artık hepimiz yanlış insana denk gelme korkusundan yalnızlığı seçmiş koca bir orduyuz, hepsi bu. Peki, yalnızlık kader mi?


Her insanın hayat yolunun bir yerlerinde pusu kuran bir yalnızlık vardır. Kaçamaz insan, bununla yaşamak zorundadır. Çünkü doğduğumuzdan bu yana münferit hayatlar yaşarız. Birileri girer çıkar hayatımıza, ama bilirsiniz, hiçbir mezar iki kişilik kazılmaz. Yalnızlık görüştüğünüz kişi sayısıyla ilgili değildir, o bir histir. Herkesle konuşursunuz ama birinin yokluğu ya da birine olan uzaklığınız sizi derin, ıssız ve kederli bir yalnızlıkta bırakabilir. 


Kardeşlik bağları, insanlar arasında özellikle ailevî ya da duygusal yakınlıktan doğan güçlü ilişkileri ifade eder. Genellikle aynı anne-babadan olan kardeşler arasındaki kan bağına dayalı ilişkiyi tanımlasa da bu kavram, zaman zaman daha geniş bir anlamda yani dostluk, dayanışma veya ortak değerler üzerinden kurulan manevî bağları da kapsayabilir. Türk kültüründe kardeşlik, sevgi, destek ve dayanışma gibi unsurlarla özdeşleşir. Örneğin, kardeşler arasında paylaşılan anılar, zor zamanlarda birbirine arka çıkma ve karşılıklı güven, bu bağların temel taşlarını oluşturur.


Bunun ötesinde, “kardeşlik” kavramı bazen biyolojik bağlardan bağımsız olarak, aynı idealleri paylaşan insanlar için de kullanılır; meselâ “silah kardeşliği” ya da “yol arkadaşlığı” gibi. Bu milletin evlatları birbirinin kardeşidirler. Vatanımız ve milletimiz bölünmez bir bütündür. Hiçbir milletin kardeşlik bağları bizimkisi kadar kuvvetli değildir, olamaz. Çünkü biz bin yıl aynı inanç için aynı iman ile siperlerde kardeşliğini yoğurmuş bir milletiz. Acı olan gerçekse, bu kadar yüksek ideal ve duygu bağı içerisinde olan bir milletten bugün geldiğimiz noktadaki millet konumuna inmektir. 


Kimse tanıdığı bulunan bir apartmanda oturmak istemiyor meselâ; kimseler gelip gitsin istemiyor kendisine, komşuluk istemiyor. “Birkaç esnaf tanıyayım, yeter. Az insan, çok huzur” düşüncesi hâkim. Bir insanın öldüğü üç beş yıl sonra anlaşılıyorsa, bunda, o toplum içinde yer alan muhtarlık gibi bir idarî biriminden belediye başkanı, valisi, bakanlığına kadar devlet kurumlarının sorumluluğu yok mudur? 


Allah’ın yarattığı insan, O’ndan uzak olduğu nispette gurbette demektir. Yani yalnız demektir.Gurbet yalnızlığı, çaresizliği, bunun neticesi olan melâl ve hüznü icap ettirir, insanda bir avunma ve teselli ihtiyacı doğurur. Bu sebepten “Yalnızlık Allah’a mahsus!” denilmiştir. O nedenle Allah’a yakın olmak, yalnız olmadığının kanıtıdır. 


Komşuluk da ölmüş, kimsenin kimseden haberi yok. Küresel işgal, tarihin en azılı şekliyle bizi bireyselleştirmeye ve tek tipleştirmeye çalışıyor. Unutmayalım ki sığınağımız, önce ailemiz ve sonra komşuluk anlayışımız, aidiyet ve değerlerimizdir.


Bakınız, mübârek Ramazan ayı bitti. Hepimizin bir namazlık saltanatı var. Yalnızları kucaklayacak, kimsesizleri sahiplenecek, gariplerin yüzünü güldürecek, fakir fukaranın kapısını açacak bir aydı Ramazan, ne yaptık? Bu güzel duyguları yaşamak ve yaşatmak, mutluluğumuzu artırdı mı? 


Dertlinin derdine derman olmaktır yalnızlığı bertaraf etmek. Ramazanlarda komşuluk ve misafirliği ön plânda tutup eşi dostu evimizde iftara çağırdıktan sonra ne kadar güzel oldu evlerimiz. Misafir bereketini eskiden olduğu gibi canlandırmak, iç mutluluğumuzu artırmadı mı?


Resulullah (sav) buyuruyor ki, “Cebrail bana komşuluk hakkında o kadar nasihat etti ki komşuyu komşuya vâris kılacak zannettim”. Ancak için için çürüdük, sıla-i rahimi unuttuk ve beli bükük ihtiyardan dua almanın kıymetini bilemedik. Ayetü’l-Kürsî okuyarak namaz kılan bu güzel dinin mensuplarının komşusundan bir selâmı esirger olması, “Vay hâlimize!” dedirtir. Sonu hüsran!


Şükürsüzlük aldı başını gidiyor. Nimeti inkâr seviyesine geldi şükürsüzlük. Allah’ın kullarından istediği en mühim iş, şükür. Kur’ân da gayet ehemmiyetle şükre davet eder. 


Allah’ım, nimetlerine şükürsüzlük etmekten ve kanaatsizlikten muhafaza buyur bizleri!Yüce Allah’ım, nimetlerine şükürsüzlük etmekten ve kanaatsizlikten muhafaza buyur bizleri! (Âmin.)  


Sadece insanların değil, duyguların da kadir kıymetini bilmek gerekir. Küçük lütuflara burun kıvırır ve bahşedilen küçük müjdeleri sevinçle karşılamazsa, insan küstürür mutluluğu kendisine. Şikâyet ve şükürsüzlük, eldeki nimeti hızla tüketir. Zira duygular da hakkının verildiği yerde barınır. 


Şunun altını önemle çizelim: Türkiye’nin gücünü ekonomi belirlemez. Ay ile yıldızın buluştuğu şanlı bayrağımız bunu anlatır aslında. Dünyada bayrağının böyle yüklü anlamlar taşıdığı bir başka devlet var mı? Hilâl İslâmiyet’i, yıldız Türklüğü, kırmızı renk ise şehitlerin kanını temsil ediyor. Türkiye’nin gücünü maneviyat belirler. Ki tarihin derinliklerinden bugüne kadar her zaman böyle olmuştur. Bu millet için “Yok oldular” denildiği anlarda bu millet küllerinden yeniden doğmuşsa, bunun altında yatan bir nimet vardır. Para, giyecek, yiyecek yokken ve ekonomi batıkken düşmanı yenip devlet kurmuşuz. Gücü sabır, kanaatkârlık, iman ve şükürden aldık. Düşman ise konfor, lüks, rehavettir.


Yoklukta kazandık, rehavette kaybediyoruz. Şikâyet ve şükürsüzlük ediyoruz. İnsan önüne koyduğu hedeflerle hayat bulur. Amaçsızlık kısa süre sonra şükürsüzlüğe ve tembelliğe götürür. Tembellik bataklığında uzun zaman kalan kişi şehvete, sefahate, depresif ruh hâline ve anlamsızlığa sürüklenir. Bu yolculuğun nihayeti ise bedensel, duygusal, zihinsel ve ruhsal sefalettir.


Mücadele etmemiz gereken iki düşmanımız var: Tembellik ve nefse düşkünlük… Kulun “Allah neyi dilerse o oldu” sözü, “O işte tembellik edebilirsin” anlamına gelmiyor. Aksine, doğruluğa ve ciddiyete teşviktir bu. “O hizmet için daha uygun hâle gel” demektir.


“Yalnızlık Allah’a mahsus” deriz de, biz Allah ile olabildik mi, bilemeyiz. Doymayacak nefsi doyurmak isteyen. Bitmeyecek arzuları tatmin etmeye koşanın. Ölüme karşı direnen kişi yalnız değil de nedir? Ümitleri ve korkuları kendi cinsinden olan, yalnız değil midir?Bedenler kalabalıklarda gezse de, ruhlarımız yalnızsa ne çıkar alkış ve kınamalardan? Varlık ne para, ne makam, ne de dünyadır. Yalnızlık arttıkça kalabalıklara ve maddeye esarette artmıştır. Gardıroplar elbise dolu, fakat ruhlarımız yalnız ve çıplaktır. Eşyalar, arabalar, aletler ve bitmez tükenmez bir yarış, yalnızlığı getirmiştir. Neden ve niçini olmayan bir koşu, hayatımızı tüketmektedir.


Yalnızlık geceye mahsus değil. Gün ışığında da yalnızdır günümüz insanı. Reçetesini bulamayan hasta gibi çaresiz bekleyiştedir. Büyük ümitler, anlamsız hedefler, faydasız rekabet, çürümeye mahkûm güzelliklerle avunarak yalnızlığını gidermek istemektedir.Hasedi gıptayla, ümidi aldanışla, cehaleti tefekkürle, şehveti iffetle karıştıranlar, yalnızlığın girdabına yuvarlanmaktadırlar. Kimileri aklı gideren içkiyle, kimileri gösteri olan ibadetle, kimileri de şeytanî zanlarla yalnızlığı satın almışlardır.


Allah’ın yarattığı insan, O’ndan uzak olduğu nispette gurbette demektir. Yani yalnız demektir. Gurbet yalnızlığı, çaresizliği, bunun neticesi olan melâl ve hüznü icap ettirir, insanda bir avunma ve teselli ihtiyacı doğurur. Bu sebepten “Yalnızlık Allah’a mahsus!” denilmiştir. O nedenle Allah’a yakın olmak, yalnız olmadığının kanıtıdır. 


Evet, Allah bizimle beraberken, biz kiminleyiz acaba? Allah bize ikramlar sunarken biz kime teşekkür etmekteyiz? Allah bizi sevgisine davet ederken biz kimi sevmekteyiz? Allah, yalnız olduğumuz zamanda kendini, ananı ve ağlayabileni, büyük arşında gölgelendirecektir. 


Ne mutlu Onunla yalnızlığını giderenlere!