Allah’a bıraktım

Maldan, candan, dosttan, yardan, serden ve ne kadar çare varsa her yerden parça parça yamalar, bölük pörçük kapaklar arayacak insan. İnsan bunları ararken malı da, canı da, dostu da, yâri de, seri de ve ne kadar parça bulduysa her bir zerre anlamlanacak. Böyle böyle Rabbine sığınacak insanın derinleri. Böyle böyle yıkmamayı, yakmamayı, tüketmemeyi, kahretmemeyi öğrenecek.

BASİT bir boşluktu her şey…

Bir yama ile kapatabileceğim delikler vardı. Sonra tüm bu işleri hâlledebilecek ellerim, ellerimi kullanabilecek melekelerim… Hepsini bir araya getirdim. Basit, sıradan boşlukları kapatmaya başladım.

İnsan eliyle kapatılan her bir boşluk bir başka boşluğa gebeydi oysa. Ben bir yerleri kapattıkça başka yerlerde sızıntılar, hava boşlukları, dar ve geniş çaplı açıklıklar peyda oldu. Bunlar hayattı bir yandan da. Bir varoluşu hayat yapan her neyse, benim boşluklarımda da mevcuttu. İnsana dair, insana has ve birbirinin peşi sıra giden boşluklar…

Hepsi tanıdıktı ve hepsi güçlü yaşam haklarıyla girdiler hayatıma. Bu demekti ki, insanı keder ve gamda yoğuran bütün bu durumlar olabildiğince olağan ve kabul edilmemesi mümkün olmayacak kadar gerçekti. Bir o kadar da yayılmıştı. Ki baktığım, görebildiğim her yerde gamın ve kederin bıraktığı is kokuları, bana her defasında “Varım”, “Buradayım” diyen bir varlık ispatıydı. 

İsme ve cisme odaklı da değildi tüm o boşluklar, gedikler ve bu boşluklarla gediklerin yarattığı keder. Hepsi vücut ikliminin kesinliği kadar kesin ve her biri öbek öbek; kalplerde, zihinlerde, çeşit çeşit hayatlarda hüküm sürdüler. Uğradıkları her adreste bir yoksulluk inşâ ettiler. Hem bu yoksulluk malla mülkle, aşla düşle dindirilecek gibi de değildi.

İlmek ilmek büyüyen boşluklardı bunlar. Harç kardım, yollar geçtim, ağlar ördüm… Candan kopardım, parça parça boşlukları tıkadım. Maldan kırptım, deste deste gediklere doldurdum. Düşten kaptıklarımı gerçeklere boyadım. Olmadı, yetmedi… Ellerimle, dizlerimle dayandım. Baktım tüm bu mücadelenin sonunda kederli boşluklarım kapandı. Sonra daha da uzaklarda, ellerimin uzanamadığı ötelerde yeni, kıdemli ve gayretli boşluklarım oldu. Koştum bu defa. Yetiştim taşkına mahal vermeden. Ardımda bıraktığım gedikler açılırken, yetiştiğim bu yeni ve ürpertici boşluklarda tükettim zamanımı. 

Bir devridaim sanatı bu. Çok büyük ve derin mânâları var bu boşlukların. Var olmalarının sebep olduğu hüsran, olmamalarının insanı ham, pişmemiş ve derinleşmemiş bir düzlükte çürütmesi kadar yazık olabilir mi? Kederde ve gamda dövülmüş bir ruhun inceliğiyle kavissiz, yokuşsuz bir düzlükte savrulanın anlamı denk gelir mi? Bir göçmek var âlemden âleme. Ne zaman, ne şekilde, ne yerde, bilinmiyor. Ama bir gitmek var en sonunda. İnsan çaresiz hissetmeden, telaşa düşmeden, korkularla yanmadan, bir hüzünden bir hüzne aşkla koşmadan kalpte ezilmenin, ruhta daralmanın, yetememenin, bulamamanın o şiddetli ve güçlü kaybedişini hissetmeden yolu nasıl bulabilir? Bütün boşlukları elleriyle kapatan, boşluğun sahibini nereden bilebilir?

İnsan boşlukları kapatabildiği bir ferahlıkta unutmaz mı Rabbine sığınmanın iki âlemi de ferahlatan serinliğini? Dert, dert olsun diye mi, gam gamlanmak için mi? İnsan, Âlemlerin Rabbine dönebilsin diye, insan boşlukları kapatmaya çalışırken bütün bir ömrün istikametini hak ile belirlesin, kendine rahmet ve merhametle muamele eden Allah’ına sığınsın diye… İnsan bir daha yanmasın, yanarken kanmasın, kanıp da dönmesin, nedamete düşmesin diye… İnsan ağlarsa ağlatmaz, düşerse düşürmez, yanarsa yakmaz, üzülürse üzmez diye… İnsan rûz-i mahşerde ağlatırsa ağlar, düşürürse düşer, yakarsa yanar, üzerse üzülür diye…  

Her şeyi yerli yerine koyacaktım. Tüm gedikleri kapatacak, bütün sızıntıları önleyecektim. Ben çabaladıkça yandım, yandıkça çabaladım. Her defasında yeni ve kararlı boşluklarım oldu. Bunlar insana yakın, insana mahsus, insan içindi. Bunlar her kesitte vardı ve herkeste vardı. Boşlukları kapatmaya çalışanı da, boşlukları görmezden geleni de, onları kapattım zannedeni de… Kapattıranı, kapatacak gücü insana bahşeden gücü bileni de, bilmeyeni de vardı. 

Her gamda anlamlandı insanın ömrü. Her kederde bir uyanış gaflet uykusundan, her şerde bir hayrın verdiği lezzet… Her çabanın sonunda bir müjde, her kederin nihayetinde bir huzur, her yorgunluğun bitiminde bir dinlenme karşıladı.

Ve yine geniş çaplı, tutarlı, ısrarlı, hacimli, yüklü; birbirini besleyen, birbirini doğuran; sızlatan, yakan, kavuran, yoran ve yoğuran, anlamı kaybettiren; hevesleri söndüren, ümitlere set çeken; akşamları, gündüzleri birbirine benzeten; zamanı unutturan, rutinleri katleden; amaçları, hedefleri, gayeleri yok sayan; rüyaları kâbusa, uyanmaları pişmanlığa döndüren; elleri ve yürekleri üşüten; bitkin ve caymış bir fikre hapseden; gözlerde feri, kalpte kudreti, dilde neşeyi kemirdikçe kemiren; sağgörüyü, basireti, dirayeti ve tüm hâkim duyguları eksilten; hor gören, zora koşan; kılavuzsuz, rehbersiz, adressiz, lügatsiz, kimliksiz, etiketsiz, yolsuz yordamsız, tarifsiz, ihtimâlsiz, kapısız, duraksız, bitimsiz boşluklar olacak. Bu boşlukları kapatmaya çalışacak eller, ayaklar. Boşluklar kapanacak, boşluklar açılacak…

Maldan, candan, dosttan, yardan, serden ve ne kadar çare varsa her yerden parça parça yamalar, bölük pörçük kapaklar arayacak insan. İnsan bunları ararken malı da, canı da, dostu da, yâri de, seri de ve ne kadar parça bulduysa her bir zerre anlamlanacak. Böyle böyle Rabbine sığınacak insanın derinleri. Böyle böyle yıkmamayı, yakmamayı, tüketmemeyi, kahretmemeyi öğrenecek.

Her birini yaptım ben de. Ellerimle kapattım, dizlerimle dayandım, maldan verdim, candan koydum, dosttan buldum, yardan aldım. Hem doldurdum boşlukları bir bir, hem de yeni boşluklara bulandım.

Her şeyin varacağı yer buymuş. Ben de tüm işlerimi Allah’a bıraktım.