
BASİT bir boşluktu her şey…
Bir yama ile kapatabileceğim delikler vardı. Sonra tüm bu işleri hâlledebilecek
ellerim, ellerimi kullanabilecek melekelerim… Hepsini bir araya getirdim.
Basit, sıradan boşlukları kapatmaya başladım.
İnsan eliyle kapatılan her bir boşluk bir başka boşluğa gebeydi oysa. Ben
bir yerleri kapattıkça başka yerlerde sızıntılar, hava boşlukları, dar ve geniş
çaplı açıklıklar peyda oldu. Bunlar hayattı bir yandan da. Bir varoluşu hayat
yapan her neyse, benim boşluklarımda da mevcuttu. İnsana dair, insana has ve
birbirinin peşi sıra giden boşluklar…
Hepsi tanıdıktı ve hepsi güçlü yaşam haklarıyla girdiler hayatıma. Bu
demekti ki, insanı keder ve gamda yoğuran bütün bu durumlar olabildiğince
olağan ve kabul edilmemesi mümkün olmayacak kadar gerçekti. Bir o kadar da
yayılmıştı. Ki baktığım, görebildiğim her yerde gamın ve kederin bıraktığı is
kokuları, bana her defasında “Varım”, “Buradayım” diyen bir varlık
ispatıydı.
İsme ve cisme odaklı da değildi tüm o boşluklar, gedikler ve bu boşluklarla
gediklerin yarattığı keder. Hepsi vücut ikliminin kesinliği kadar kesin ve her
biri öbek öbek; kalplerde, zihinlerde, çeşit çeşit hayatlarda hüküm sürdüler.
Uğradıkları her adreste bir yoksulluk inşâ ettiler. Hem bu yoksulluk malla
mülkle, aşla düşle dindirilecek gibi de değildi.
İlmek ilmek büyüyen boşluklardı bunlar. Harç kardım, yollar geçtim, ağlar
ördüm… Candan kopardım, parça parça boşlukları tıkadım. Maldan kırptım, deste
deste gediklere doldurdum. Düşten kaptıklarımı gerçeklere boyadım. Olmadı,
yetmedi… Ellerimle, dizlerimle dayandım. Baktım tüm bu mücadelenin sonunda
kederli boşluklarım kapandı. Sonra daha da uzaklarda, ellerimin uzanamadığı
ötelerde yeni, kıdemli ve gayretli boşluklarım oldu. Koştum bu defa. Yetiştim
taşkına mahal vermeden. Ardımda bıraktığım gedikler açılırken, yetiştiğim bu
yeni ve ürpertici boşluklarda tükettim zamanımı.
Bir devridaim sanatı bu. Çok büyük ve derin mânâları var bu boşlukların.
Var olmalarının sebep olduğu hüsran, olmamalarının insanı ham, pişmemiş ve
derinleşmemiş bir düzlükte çürütmesi kadar yazık olabilir mi? Kederde ve gamda
dövülmüş bir ruhun inceliğiyle kavissiz, yokuşsuz bir düzlükte savrulanın
anlamı denk gelir mi? Bir göçmek var âlemden âleme. Ne zaman, ne şekilde, ne
yerde, bilinmiyor. Ama bir gitmek var en sonunda. İnsan çaresiz hissetmeden,
telaşa düşmeden, korkularla yanmadan, bir hüzünden bir hüzne aşkla koşmadan
kalpte ezilmenin, ruhta daralmanın, yetememenin, bulamamanın o şiddetli ve
güçlü kaybedişini hissetmeden yolu nasıl bulabilir? Bütün boşlukları elleriyle
kapatan, boşluğun sahibini nereden bilebilir?
İnsan boşlukları kapatabildiği bir ferahlıkta unutmaz mı Rabbine sığınmanın
iki âlemi de ferahlatan serinliğini? Dert, dert olsun diye mi, gam gamlanmak
için mi? İnsan, Âlemlerin Rabbine dönebilsin diye, insan boşlukları kapatmaya çalışırken
bütün bir ömrün istikametini hak ile belirlesin, kendine rahmet ve merhametle
muamele eden Allah’ına sığınsın diye… İnsan bir daha yanmasın, yanarken
kanmasın, kanıp da dönmesin, nedamete düşmesin diye… İnsan ağlarsa ağlatmaz,
düşerse düşürmez, yanarsa yakmaz, üzülürse üzmez diye… İnsan rûz-i mahşerde
ağlatırsa ağlar, düşürürse düşer, yakarsa yanar, üzerse üzülür
diye…
Her şeyi yerli yerine koyacaktım. Tüm gedikleri kapatacak, bütün
sızıntıları önleyecektim. Ben çabaladıkça yandım, yandıkça çabaladım. Her
defasında yeni ve kararlı boşluklarım oldu. Bunlar insana yakın, insana mahsus,
insan içindi. Bunlar her kesitte vardı ve herkeste vardı. Boşlukları kapatmaya
çalışanı da, boşlukları görmezden geleni de, onları kapattım zannedeni de…
Kapattıranı, kapatacak gücü insana bahşeden gücü bileni de, bilmeyeni de
vardı.
Her gamda anlamlandı insanın ömrü. Her kederde bir uyanış gaflet
uykusundan, her şerde bir hayrın verdiği lezzet… Her çabanın sonunda bir müjde,
her kederin nihayetinde bir huzur, her yorgunluğun bitiminde bir dinlenme
karşıladı.
Ve yine geniş çaplı, tutarlı, ısrarlı, hacimli, yüklü; birbirini
besleyen, birbirini doğuran; sızlatan, yakan, kavuran, yoran ve yoğuran,
anlamı kaybettiren; hevesleri söndüren, ümitlere set çeken; akşamları, gündüzleri
birbirine benzeten; zamanı unutturan, rutinleri katleden; amaçları,
hedefleri, gayeleri yok sayan; rüyaları kâbusa, uyanmaları pişmanlığa
döndüren; elleri ve yürekleri üşüten; bitkin ve caymış bir fikre
hapseden; gözlerde feri, kalpte kudreti, dilde neşeyi kemirdikçe kemiren; sağgörüyü,
basireti, dirayeti ve tüm hâkim duyguları eksilten; hor gören, zora koşan; kılavuzsuz,
rehbersiz, adressiz, lügatsiz, kimliksiz, etiketsiz, yolsuz yordamsız,
tarifsiz, ihtimâlsiz, kapısız, duraksız, bitimsiz boşluklar olacak. Bu
boşlukları kapatmaya çalışacak eller, ayaklar. Boşluklar kapanacak, boşluklar
açılacak…
Maldan, candan, dosttan, yardan, serden ve ne kadar çare varsa her yerden
parça parça yamalar, bölük pörçük kapaklar arayacak insan. İnsan bunları
ararken malı da, canı da, dostu da, yâri de, seri de ve ne kadar parça bulduysa
her bir zerre anlamlanacak. Böyle böyle Rabbine sığınacak insanın derinleri. Böyle
böyle yıkmamayı, yakmamayı, tüketmemeyi, kahretmemeyi öğrenecek.
Her birini yaptım ben de. Ellerimle kapattım, dizlerimle dayandım, maldan
verdim, candan koydum, dosttan buldum, yardan aldım. Hem doldurdum boşlukları
bir bir, hem de yeni boşluklara bulandım.
Her şeyin varacağı yer buymuş. Ben de tüm işlerimi Allah’a bıraktım.