Alışkanlıkları bırakmak (4)

Şehir ve yönetim olarak anlam kazanan medeniyet anlayışına yön veren unsur, maalesef siyasettir. Güven endeksinde en alt sırada yer almasına rağmen siyasiler, yönetimde alternatifsiz durumdalar. Para, mâkâm, otomobil, inşaat ve kürk ile konuşlanılan siyâsî yapılar, sözde lideri takip etseler de özde madde/para peşinde koşmaktadırlar. Gençlik de bunları örnek almaktadır. Yani gençlik, büyüklerin hatasının müşahhas hâlidir. Hata büyüklerdedir. Gençlik söylenene değil, yapılana bakıyor.

TARİH boyunca gelişmeyle birlikte oluşturulan maddî ve manevî bütün değerlerin yanında bunları oluşturmak ve gelecek nesillere aktarmak bakımından kullanılan, insanın doğal, sosyal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçlar bütününe “kültür” denir. Burada bir toplum ya da millet topluluğuna ait özgün düşünce, hürriyet ve sanat anlayışının, hürriyetin omurgasını oluşturup halkı çelikleştirdiği görülür.

Kültürel olarak tarih boyunca fikir ve düşünce sürecinde şehir hayatının sosyal, entelektüel, kurumsal, siyasal, bilim, teknik ve ekonomik alanlardaki birikim, seviye, hürriyet ve fırsatları, “medeniyet” kavramına girer. Buradan hareketle, “medeniyet” kelimesini şehir içerisindeki kültürel oluşumların tarih boyunca özgünlüğü olarak görmek yanlış olmayacaktır.

Osmanlı Türkçesinde “medeniyyet” olarak kullanılan kelime, Arapçada “şehir” anlamına gelen “medîne” ismine dayanmaktadır. Medenî/medînî (medeniyye) kelimesi “şehirli, şehre mensup olan” anlamında olup yönetmek ve malik olmak gibi siyâsî anlamları da kapsar bir hâl almıştır.

Kültür daha genişken, medeniyet ise şehre özel olarak durmakta ve yönetim açısından siyâsî tarzları da içermektedir. İdare edilen şehirli, zamanla yönetim ve kültürel açıdan gelişme ve evirilmeye müsait hâlin içinde olacaktır. Her açıdan halkın kendine özgü birikim, değer ve özgürlük/hürriyet anlayışının da erişkin düzeye çıkması gerekir.

Toplumun her alanını kucaklamak gibi bir durumda olduğundan, çelik gibi zihinler yetişirken plastik derecesinde steril zihinler de yetişebilir. Özellikle günümüzde her şeye açık bir toplum hâlindeyiz. Farkında olalım ya da olmayalım, her şeye açık hâle gelmek, çok makbul bir tercih değildir.

Açık toplum hâline gelirken yeni değerler kazanılabildiği gibi kaybolan değer, maya ve dokunun da olduğu asla unutulmamalıdır. Dolayısıyla bir medeniyetten başkasına geçerken kaybolan değerler yabancı kültür ile doldurulur. Bir toplumun kaybettiği en büyük savaş kültür, medeniyet ve değer yargılarının kaybı, bununla birlikte o değer yargılarının düşmanın kültür ve medeniyeti ile doldurulmasıdır.

Kaybedilen bir kültür ve medeniyet savaşında yabancılar size silah, top ve tüfekle saldırmazlar. Zira işgal edilen zihinler zaten onlar gibi düşünmeye başlamış demektir. Japonya ve Kore bu açıdan dünyaya bir örnek olarak duruyor. Teknolojik olarak ne kadar ilerlerse ilerlesinler, suni, yapmacık ve plastik ABD kültürünün oyuncağı olmuşlardır. 

Düşman, kültür ve medeniyet savaşında boş bırakılan alandan girer. Bu alanlar dil, kıyafet, sembol, ortak yaşam alanları, sosyal mekânlar, kütüphane, parklar, alışveriş mekânları ve Oryantalist tür düşünceler olabilir.

Bilim, teknik ve sanat içerikli yeni kumaşlar ile kendimize ait kültürel dokulardan oluşan kıyafetler hayat tarzı olabilir. Ancak modernizm parmaklığı, toplumdan ayrışmamak ve dışlanmamak üzere insanımızı esir almış durumdadır. Kıyafetlerin üzerindeki yazıların hepsi yabancı lisanda, bu normal mi? Yapmamız gereken, bizim düşünce, fikir ve değerlerimizi kıymetleştiren yolda ilerlemektir. Kumaş kendi gönül tezgâhımızda dokunmalı ve ruh yapımızda libas olmalıdır.

Lisan bir milleti ayakta dik tutan en önemli omurgalardan biridir. Bir insan kaç tane lisan öğrenirse o kadar iyidir, ancak öğrenilen her lisan belli ölçüler ve amaç için araç edinilmelidir. Yabancı lisan öğrenip kendi dilini konuşmaktan çekinmekse tehlikeli bir gidiştir. Cümlelerin arasında Batı kelimelerinin yer alması akıllıca bir iş değildir.

Lisanın bir toplumun kültür ve medeniyetine zarar verdiği en önemli yerlerden biri de cadde ve sokaklardaki dükkân ve mağazaların tabelalarıdır. Bulunduğunuz şehirde en işlek caddeye çıkıp bakın; tabelaların üçte ikisi yabancı lisan ile yazılıdır. Bu durum nasıl oluyor da içimize siniyor?

Lisanın işgal edilmesiyle şantiye hâlini alan dil, Batılıların sokak tezgâhına dönüşmemelidir. Marmara bölgesinde esen kuvvetli fırtınalar inşaat malzemelerini nasıl tersyüz etti ise, inşaat, para, mâkâm ve tarafgirlikle beslenen lisan ve libas geleceği de kültür ve medeniyeti tersyüz ediyor. Buna müsaade edilmemelidir.

Bugün şehirlerde AVM’ler sıradanlaşmış durumdadır. Buralar soluk, ruhsuz, tüketim odaklı ve yabancı müzik dinletilen yerlerdir. Oysa Osmanlı’dan günümüze Türkiye’nin ilk alışveriş mekânlarının başında “Kapalı Çarşı”, örnek bir eser olarak durmaktadır. Benzer şekilde İzmir Tarihî Kemeraltı Çarşısı, Gaziantep Bakırcılar Çarşısı, Bursa Ulu Çarşı ve Kayseri Kapalı Çarşı da diğer örneklerden sadece bazılarıdır. Taş binalarla inşâ edilen bu mekânlarda ruh, estetik, sanat ve özgürlük vardır. Ancak sayıları hızla artan soğuk beton yapılı AVM’ler bu kadim geleneği unutturmak üzeredir. Şehirlere kadim geleneğimize uygun çarşılar, parklar ve bahçeler özenle yapılmalıdır.

Şehir ve entelektüel çevrelerde en can alıcı saldırı Oryantalistler üzerinden geliyor. Oryantalistlerin çok büyük kısmı Türkiye’deki doku, maya ve değer yargılarını omuzlayan samimî vatandaş, STK ve gruplar ile iletişime geçip vurucu darbeyi indirecek noktayı aramaktadırlar. Bunu yaparken ilk önce dini, kıblesi, peygamber ve kitabı bir olan insanların birbirleri ile görüşmelerini engelliyorlar.

Birbirleri ile iletişimi kalmamış olanlar Batılı Oryantalistlerin bakış açılarıyla doldurulup yetiştiriliyorlar. Farkında olunsun ya da olunmasın, bu gidiş, kültür ve medeniyet açısından bir ayrışmayı beraberinde getiriyor. Acilen bu tür alışkanlıklardan vazgeçip din kardeşlerimizle iletişim ağımızı güçlendirmeliyiz.

Eskiden televizyon seyredenlerde bir hayranlık olur, aktör ve aktris taklit edilmeye çalışılırdı. Şimdilerde tarihî diziler reyting rekorları kırıyor ama cadde ve sokaklarda bunları taklit etmeye çalışanlara rastlanmıyor. Çünkü yeni yetişen gençlik, yukarıda açıklama çalıştığımız Kore benzeri yolda ilerliyorlar. Bu gençlerin lise çağında olanlarının yarısı Türkiye’den ayrılmak istiyor. Normal mi bu?

Bunun en büyük nedeni şudur: Şehir ve yönetim olarak anlam kazanan medeniyet anlayışına yön veren unsur, maalesef siyasettir. Güven endeksinde en alt sırada yer almasına rağmen siyasiler, yönetimde alternatifsiz durumdalar. Para, mâkâm, otomobil, inşaat ve kürk ile konuşlanılan siyâsî yapılar, sözde lideri takip etseler de özde madde/para peşinde koşmaktadırlar. Gençlik de bunları örnek almaktadır. Yani gençlik, büyüklerin hatasının müşahhas hâlidir. Hata büyüklerdedir. Gençlik söylenene değil, yapılana bakıyor.

Bu durum aslında kendi içinde açıklığa kavuşturulmuş hâldedir. Zira Devlet Başkanı “yalnız” olduğunu ifade ediyor ve siyâsî iktidar olup “fikrî iktidar” olamamaktan bahsediyorsa, acı gerçek işte budur! Toplumun önünde olanlar kültür, lisan, libas ve medeniyet oluşumlarında özü ve özgürlüğü besleyen faaliyetler ile örnek olmalıdır. Para ve daire biriktirmekten, arsa ve ihale toplamaktan, mâkâm peşinde koşmak alışkanlığından şiddetle kaçınmak gerekiyor.

Cep telefonları, tabletler ve zapingin hipnoz etkisi insanımızın zihinlerini kodlarken, günlük hayatta ve tarihî televizyon dizilerinde böyle bir kodlama tesirli olamıyor; bu oluşun nedeni, toplumun önünde olanların söz ve eylem tutarsızlığı olarak duruyor. Topluma örnek olarak sunulan sosyal medya ve televizyon yapımlarındaki oyuncu ve programların büyük çoğunluğu bu toprakların kültür ve medeniyetinden uzak olduğu gibi, bilinçli, kasıtlı ve bir amaca hizmet ederek kültürel yıkım yapıyor.

Homini gırtlak yutulan bunca medya zehri ve medya maymunları çoktan bizim fıtrî kodlarımızı ele geçirdi. Kendi özgün düşünce, hürriyet ve sanat anlayışımızı devam ettirmemiz için derhâl bu tür alışkanlıkları bırakmalıyız!