DAHA önce sırasıyla, gıda
üzerinden örnekle olumsuz alışkanlığın Batılı ürünler üzerinden kasıtlı bir plân
çerçevesince yapıldığını, bırakılması gereken olumsuz alışkanlıkların ekonomik,
teknolojik ve kültür/medeniyet gibi üç ana yönüyle ele alınması gerektiği
üzerinde durmuştuk.
Gıda
üzerinden Türkiye, son yirmi yıl içerisinde kendi ata tohumlarını bir bankada
toplamayı başarmıştır ki bu, çok büyük bir adımdır. Bunun üzerinden “organik
gıda” algısının oluşturulması da kazanımlardan biridir.
Bu
tür atılımlar ve gıda açısından kendi kendimize yeterliliğimiz ekonomik
bağımsızlığımıza büyük katkı sağlayacağından, yabancı kökenli ve özellikle de
Batı kaynaklı olumsuz gıda alışkanlıkların bırakılmasına öncülük etmektedir.
Geldiğimiz
zaman diliminde ekonomi her zamankinden daha çok gündemde kalacaktır. Ekonominin,
mutfağı tehdit etmesinin önüne geçilmesi ve ekonomiye can vermesi için
bırakılması gereken lüzumsuz alışkanlıklardan biri de çağın gereklerine cevap
vermeyen teknoloji alışkanlıklarının bırakılmasıdır. Zamanı geçmiş ve millete
yük olmaya başlamış teknolojik alışkanlıkların bırakılıp yerine çağın ruhuna
uygun teknoloji kullanımı zorunluluğu hâsıl olmuştur.
Sultan İkinci
Abdülhamid Han dönemi eserlerine bakıldığında takdir edilesi bir durumla
karşılaşıyoruz.
Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy gibi bazılarının da Abdülhamid Han’ı
eleştirdiklerini görebiliyoruz. Burada şunu açıkça belirtmek isterim: Sultan
İkinci Abdülhamid Han ve Mehmet Âkif Ersoy bazı konularda farklı düşünseler de,
uzman kişilerin bu alanda malûmat vermeleri daha isabetli olacaktır. Her
ikisinin de ülke için yararlı işler istediklerinden şüphem yoktur. Ancak
zamansız eleştirinin düşmana bir aparat olacağı da şüpheden varestedir.
Bizim
yazı içerisinde konuyla ilgili olduğunu düşündüğümüz kısım ise şu: O dönemin
onca atılımına rağmen teknolojik açıdan sanayi devrimlerini başarmadaki
noksanlıklar söylenebilir. Buradan günümüze çıkarılacak ders ise, sanayi
devrimlerinin toplumun ve teknolojinin her alanında yapılması gereken toplu bir
adım olduğudur. Sadece bir alandaki ileri gidiş ve dünya lideri olmak, sizin
teknoloji açısından her alanda teknoloji devrimini gerçekleştireceğinizi
ispatlamaz.
Günümüzde
dördüncü sanayi devriminin iki ana omurgası olan nanoteknoloji ve dijital
teknoloji (yapay zekâ) de Türkiye’yi sadece dijital teknoloji ayağında istendik
düzeye çıkarmıştır. Sürdürülebilirliği ve içselleştirilmesi de gerçekleşmiştir.
Yani durum, ağırlıklı olarak savunma sanayi alanıyla kısıtlı kalmıştır. Diğer
alanlarda da atılımlar olsa da ya yeterli sayıda ya da zamanında olmaması
olumsuz bir görüntüdür.
Nanoteknoloji
alanında ise maalesef büyük kaymak hâlâ FETÖ’nün kontrolündedir. Millî Savunma,
Emniyet ve Adalet ayağındaki FETÖ ile başarılı mücadelenin bazı diğer sivil
alanlardaki kısmının 2023 sonrasına bırakılması isabetli olmamıştır. Endişe
vericidir.
Dijital
teknolojinin otonom ve yapay zekâ kısmı da toplumca genel kabul görmüştür. Bu
kabul, fikir ve atılımların şirketleşmesi şeklinde devam edebilir. Ancak
dördüncü sanayi devriminin dijital teknoloji ve nanoteknoloji kısmına entegre
olan temiz ve yenilenebilir enerji alanlarının yaygınlaşmadığı ve yerel
yönetimlerce 1980’li yılların teknolojisiyle hizmet verilmeye çalışıldığı
görülmektedir.
Almanya
ve Fransa gibi ülkeler, nükleer enerji santrallerinin yarısını kapatıp güneş
enerjisine dönmüşlerdir. Dünyada güneş enerjisinin en iyi yararlanılabileceği
coğrafyalardan biri de Türkiye’dir. Ancak özellikle yerel yönetimler -bazıları
hariç, genel olarak belediyeler- bu alanda sınıfta kaldılar.
Özellikle
küçük şehirlerde üniversite ve şehir taşımacılığının 1970 ve 1980’li yılların
minibüs anlayışı ile yapılıyor olması asla kabul edilebilecek bir durum
değildir. Üniversite yerleşkelerine toplu taşıma yapmak çok maliyetli ve zor
bir iş değildir. Lâkin yerel yönetimler ve belediyeler bu alana girmiyorlar. Bu
alanda acilen toplu taşımacılığa geçilmelidir.
Toplu
taşımacılıkta elektrik ve güneş enerjisinden yüksek oranda yararlanmak gerekiyor.
Türkiye bundan Almanya’ya göre çok az bir şekilde yararlanmaktadır. Tek nedeni
de yerel yönetimlerin teknolojik anlayışa sahip kişilerden oluşmamasıdır. Büyük
anlayış inşaat sektörüyle yürümektedir.
Şehirlerde
yol ve kaldırımların eskimesi doğaldır. Yalnız eskimemiş yolların ve iki yıl
önce inşâ edilmiş kaldırımların ufak değişiklikler bahanesiyle sökülüp yerine
yüzde doksan beş oranında aynı olacak şekilde yapılmasının israf ve
savurganlıktan başka bir anlamı olamaz. Üstelik bu inşaatlar yaz ayları dururken
nedense hep okul dönemine denk getiriliyor!
Beton, çimento ve
inşaat odaklı bir belediyecilik alışkanlığı hızla terk edilmeli ve yerine
yenilenebilir, çevre dostu teknolojiye geçilmelidir. Peki,
belediyeler bu alanda iş yapmak istediklerinde böyle bir donanıma sahipler mi?
Yerel
yönetimler alışkanlıklarını terk edebilecekler mi?
En
azından şehirlerde yerel yönetimler topluma örnek ve önder olmalıdırlar. Ancak
işin çok daha tuhaf tarafı, ruhsatsız, izinsiz ve çevre kirliliğine sahip iş
yerlerinin büyük kısmının bazı belediyeler tarafından işletilmekte ya da kiraya
verilmekte olduğudur. Böyle yerlere bakıldığında siyâsî tarafgirlik, yandaşlık,
ehliyetsizlik ve liyakatsizlik göze çarpmaktadır. Hukuk sizi haklı çıkarsa ve
belediyenin yaptıklarının yanlış olduğunu belgelese bile bazı belediyeler buna
uymamaktadır.
Belediyelerde
bu tür olumsuzlukların fazla oluşu insanı bezdirmekte ve toplumun kanayan
yarası hâline gelmektedir. Hareket alanı açısından eli en güçlü olan kurumların
başında yerel yönetimler gelmektedir. Teknolojik evirilmeyi ve devletin
dördüncü sanayi devrimi çarkının dönmesine katkı sağlaması gereken kurumların
başında da yine belediyeler gelir. Ancak sahada ve uygulamada işin iç yüzü
böyle değil. Bu sonuç ise topluma ekonomik pranga olarak yansımaktadır.
Yeşil
alanlar yapay zekâ kontrollü otonom sistem ile sulanmalıdır. Yağmur suları
şehrin yeşil alanlarını sulama ihtiyacını giderecek şekilde değerlendirilmelidir.
Belediyeler ve toplu taşıma sistemleri mobil uygulamalara uygun hâle getirilmelidir.
Güneş enerjisiyle şarj olan ve parlayan yaya ve bisiklet yolu düzenlenmelidir.
Şehir
dışındaki yerlere ulaşım için bisiklet yolları inşâ edilmeli, bunların üzerleri
güneş enerji ile desteklenmelidir. İçme suları mobil olarak doldurulmalı ve
suyun kalitesi mobil olarak takip edilmelidir. Tabelalar, her türlü kirlilik ve
israfın önüne geçecek şekilde yeniden estetiğe uygun olarak yapılmalıdır.
Türkiye
bu tür atılımları çok rahat şekilde yapabilecek ve uyumu gerçekleştirebilecek
genç nüfusa sahiptir. İnsansız hava araçlarının göğüs kabartıcı seviyeye ulaşması
ve Teknofest’in bu alanlarda başarılı olması doğru, haklı ve gurur verici canlı
örnekleridir. Yerel yönetimler şehirlerde bu tür örnekleri yaparak dijital
teknoloji devrimine katkı sunmalıdırlar. Yapabilirlerse tabiî... Ama bu alanda
atılım yapacak belediyelerin az sayıda olduğu da bir gerçektir.
Çünkü
kamu kurumlarında evrak getir-götür işini yapacak, sorumluluğu olmayan bir
memur için KPSS ve mülâkat sınavı yapılırken, siyâsî alanda konuşlanmak için
sadece ilköğretim diplomasının yeterli olması, aklın alacağı bir durumdan öte,
bir toplumun kendisine sapladığı zehirli bir hançerdir.
Bu
zehirli hançer çıkarılmadan hastanın tedavi edilmesi mümkün değildir. Modernizmi
özellikle İslâm toplumlarının geri kalmışlığına neden olması için aparat olarak
kullanan İngiltere’yi haksız çıkartmak zorundayız. Ancak ufukta böyle bir
olasılık dahi görünmüyor.
Yakın
gelecekte kişiye özel reçete ile eczacılığın biteceği, yapay zekâ ile aile
hekimliğinin sona ereceği çağa hazır olmalıyız. İnsanın bir odasında bulunan ve
her gün sağlık taraması yapan otonom sağlık kontrol ünitesi, en yakın sağlık
merkezine veya hastaneye bu bilgileri gönderecektir.
Cep
telefonlarının ve akıllı kol saatlerinin devre dışı kalacağı elektronik devre
elemanlarının çalışacağı pürüzsüz yüzeylerden oluşan otonom sistemlerin
geleceği uzak değildir. Şifre, parmak izi veya yüz tanıma sistemi ile her yüzey
birer cep telefonu, TV veya bilgisayar ekranı olacaktır. Bu tür çalışmalar
yapılmış, başarılı olmuştur; ancak genele yaygınlaştırılması için uyum süreci
aşamaları yaşanmaktadır. Türkiye acilen bu teknolojilere geçmelidir.
Çevre
sorunun hâd safhada olduğu, iklim anlaşmalarına imza atıldığı günümüzde Türkiye
olarak gerekli teknolojik adımları atamazsak, üreteceğimiz teknolojilere Batı
tarafından ambargo yemenin önüne geçemeyiz. Ürettiğimiz TOGG gibi teknolojiler de
depoda çürürler. Atılacak her teknolojik adım, yaşanan çağa ve zamana değil,
yaşanılacak zamana ve yaşanılacak çağa uygun olacak şekilde olmalıdır. Bu iş
için bütün veri, bilgi, teknoloji ve ekonomi vardır. Bunun ne kadarını şehirlerde yerel yönetimlerin başaracağını göreceğiz.
Yıkıp yeniden yapmanın ötesine geçmezsek,
geçmişte yaşanan acı tecrübeleri ekonomik açıdan gelecekteki gençliğin de
yaşaması kaçınılmaz bir hâl alacaktır.
Bizim
gibi toplumlarda olaylar olmadan önce tedbir alma ve yanlış alışkanlıktan dönme
gibisi pek bulunmuyor. Olaylar olduğunda ve başımıza işler geldiğinde anlıyoruz
her şeyi. Bu konuyu bir örnekle noktalayalım: 17 Ağustos 1999’da olan 7,4 büyüklüğündeki Gölcük Depremi’nin üzerinden
22 yıl geçti. Bu depremi, Türkiye’nin en büyük depremlerinden biriydi. Peki,
yeni bir 7,4 şiddetindeki deprem için yeterince hazırlandık mı?