Alışkanlıkları bırakmak (2)

Doğru yoldaki hiçbir insan dünyada açlıktan ölmez. Eğer açlıktan ölen insanlar varsa, bu açlıktan değil, ölen insanlıktan kaynaklanmaktadır. Yabancı devletlere “Yatırım yapmayın!” diye yazı göndermenin akıl, mantık, vatanperverlik ve siyâsî tarafgirlikle açıklanacak bir durumu olamaz. Çözümü hariçte ve başkasında arama gafletinden derhâl vazgeçilmelidir!

ÖNCEKİ yazımızda toplumu, insanımızı ve gençliği/geleceği ekonomik açıdan tehdit eden alışkanlıkları niçin bırakmamız gerektiğine beynin çalışma mekanizması açısından bakmıştık. Buna altın, para, mâkâm, arsa ve sıfatın insana din kardeşinden daha sevimli gelmesi durumunda da bazı alışkanlıkları terk etmek gerektiğini eklemek gerekir. Çünkü ekonomik ve teknolojik açıdan tehdit altındayken kültürel açıdan da tehdit altında olduğumuz unutulmamalıdır.

Ortam, bütün canlılar ve organizmalar için hayatta kalma şartlarını belirler. Alışkanlıklar, o alışkanlığı oluşturan ortam, şart ve olgulara çok güçlü bir şekilde bağlıdır. Pandemi süreci, alışkanlıkların zorunlu hâllerde değişebileceğini gösterdi. İllere yakın yerlerdeki küçük köy ve kasabalarda bir yıl içinde yüzlerce villa inşâ edilmesi bunun en güzel örneğidir.  

Yanlış alışkanlıkların daha fazla kanayan yara olmadan ivedilikle terk edilmesi ve buna formel olarak destek verilmesi gerekir. Bunun için Sağlık Bilim Kurulu’na benzer şekilde her alanda bilim kurulları oluşturulmalıdır. Ekonomi, teknoloji ve kültürel açıdan yanlış alışkanlıkların terk edilip yerine gelecek doğruların inşâsına yardım edecek kurullar olmalıdır her biri.

Aziz milleti tehdit eden olumsuz alışkanlıkların bizim maya, doku, değer, gelenek, kültür ve medeniyetimize uygun olarak yeniden şekillenmesi için sosyal, iktisadî ve medenî projeler devreye sokulmalıdır.

Şimdilerde insanımızı, toplumu ve yapımızı ekonomik açıdan tehdit eden bazı market zincirleri, siyâsî oluşumlar, finans merkezlerindeki kayma hareketliliği ve dönüştürülen gençliğe dair istenmedik alışkanlıkların toplumun her kesimince süratle terk edilmesi zorunlu bir hâl almıştır. Finans merkezlerinin kayması büyük bir kırılmayı da beraberinde getiriyor. Bu merkezlerin Batı’dan Doğu’ya kaymasında tetikleyici unsur, uzman doktoralı elemanların yetiştirilmesidir. Çin bunun en bariz örneğidir.

Doktoralı elemanlar üniversitelerde yetişir. Bu nedenle Türkiye’nin son 20 yıl içinde açtığı üniversitelerle birlikte toplam üniversite sayısının 200’den fazla olması doğru, isabetli ve takdir edilesi bir atılımdır. Her ilde üniversite atılımına itiraz edenlerin hiçbir bilimsel tutarlılığı yoktur. “Millet doktora yapmasın, üniversitelerde konuşlanmasın” zihniyetinde olan tipi bizden ama çipi bizden olmayanların paranoyak itirazlarıdır bunlar. 

Bu nedenle acilen terk edilmesi gereken yanlış alışkanlıklar “ekonomik, teknolojik ve kültürel” olarak üç grupta sınıflandırılabilir.

Demokrasilerde idareciler seçimle gelip seçimle giderler. Ekonomi kötü giderken, gizli siyâsî ve ekonomik emelleri olanlarsa devreye girerler. Ekonomik açıdan olumsuz değişimin en az olduğu ülkelerden biri Türkiye’dir. ABD ve AB ülkelerine göre gelir oranının düşük olması, bu değişim oranının düşük olmasının nedenlerinden biridir.

Pandemiyle birlikte ekonomik sıkıntı her ülkeyi etkilediği gibi Türkiye’yi de ciddi şekilde etkilemeye başladı. Fırsatçılar işin başına geçip canhıraş şekilde kin ve nefretle saldırıyorlar.

Fiyat artışları diğer ülkelerle kıyaslandığında bazılarının anlaşılabilir ölçekte olduğu görülürken, bazılarının fırsatçılıkla durumdan vazife çıkardıklarına, ayrıca gizli emelleri olanların da burada etkin olduklarına şahit oluyoruz. Bu durum açıkça “Türkiye’yi durdurmak üzere halkı isyan etmeye zorlama ve terör örgütleri üzerinden saldırı şiddetinin arttırılmasına bağlı bir plân olarak işliyor. Dâhilde ABD ve AB’den gelen talimatlara göre pozisyon alanlara bakıldığında, etki gücünü elinde tutanların Batılı “alışkanlıklara” sahip oldukları ve bunların “davranışa” dönüşerek eylem oluşturdukları görülmektedir. Türkiye bunu tersine çevirmek için bir adım atıyor mu?

Ekonomik Kurtuluş Savaşı’nda başarı için ne yapmalı?

Market zincirlerinin sürekli fiyat artışıyla ortaya koydukları tehdit, omuzlarında yükseldiği bu aziz millete karşı büyük bir hatadır. Hukuk açısından bir savaşa dönüşen bu durumun toplum nezdinde gemlenmesi ise milletimizin market alışkanlıklarını değiştirmesiyle mümkündür. Gereksiz market ihtiyacı derhâl alışveriş listesinden çıkarılmalıdır. İhtiyacımız olmayan hiçbir ürün, ne kadar ucuz olursa olsun alınmamalıdır.

Sağlıksız ve bağımlılık oluşturan Batı merkezli gazlı içecekler, kendi kültürümüzde olan ve mümkünse el yapımı ayran ve şalgam ile yer değişmelidir. Dondurulmuş ve vakumlanmış gıdalar hızla terk edilmelidir. Bunların muadilleri olan yöresel gıdalar tercih edilebilir.

Diyetisyen ve gıda mühendislerinden oluşan bilim kurulu, sağlıklı yöresel ürünler noktasında öncülük ederken marketlerdeki gıda ürünlerinin son kullanım tarihi ve raf ömrü üzerinden bir politika geliştirmelidir. Kısa ömürlü ürünlerin evlerde yapılabilirliği ortaya konulurken, marketlerde bu ürünlerin tarihinin geçmesi, zincir marketlerin kendilerine çekidüzen vermelerine ve ayılmalarına yardım edecektir. Sağlıklı beslenmenin reçetesi yayınlanıp zorunlu alışverişler dışındaki yanlış alışkanlıklar derhâl terk edilmelidir.  

Özellikle plastik ve petrol ürünü mutfak malzemeleri derhâl bırakılmalı, yerine ağaç ve yöreye uygun kaplar kullanılmalıdır. Bu ürünler hem sağlıklı, hem de bize ait değerlerin yeniden canlanmasına yardımcı olup dışa bağımlılığı azaltacaklardır. Bu ürünlerin daha pahalı ve ulaşımı zor türde oldukları düşünülebilir, ancak bunların çoğu el yapımıdır. Sanayide endüstriyel ağaçların işlenebileceği tezgâhlar bunları çok rahat bir şekilde işleyebilirler.  

Semt pazarları haftanın tek gününden ikiye, gerekirse üçe çıkarılıp, bu pazarlarda, en azından ülkede üretilen ürünlerin halkla daha fazla buluşması sağlanmalıdır. Türkiye’nin gıda açısından kendisine yeten dünyadaki 7 ülkeden biri olduğunu bir kez daha düşündüğümüzde, bu kadar ekonomik kıskaca girmemizin yanlış alışkanlıklardan olduğunu görmek gerekir.

Köylerde yumurta ve ekmek gibi temel gıdaların mahalle bakkallarından alınması doğru değildir. 4-5 tavuk bir ailenin bütün yumurta ihtiyacını karşılarken, her evde un, ekmek ihtiyacını aylarca karşılayabilir.

Devletin açtığı kooperatif marketlerdeki fiyatlar ile zincir marketler arasındaki fark da hatırı sayılır olmalıdır. Ayrıca bu marketler çoğaltılarak yeni iş alanı olmalı ve işsizlik azaltılmalıdır. Kooperatif marketlerde fiyatlar elbette zincir marketlerden ucuz; fiyat farkı ise sembolik. Bilimsel olarak bu, anlamlı durmuyor.

“Ekonomik Kurtuluş Savaşı” verilirken, bazı çiftçilerin ürettiği ürünler satılmayınca, bu ürünleri devlet alıyor ve sosyal devlet olma gereği ihtiyaç sahibi vatandaşlara dağıtıyor. Ancak bu durumun bir de tersi var. Vatandaşlarımız ürettikleri ürünleri depolarlarsa, aylarca saklayıp parasıyla millete satmadığında bir yaptırımla karşılaşmadılar. Zira depoda tutulan ürünler, millete karşı silah olarak kullanılmış olmadı mı?

Türkiye gibi kendi kendine yetebilen bir ülkenin en azından gıda sıkıntısı çekmesi, ortada bir yanlışlık olduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Ekip biçilen bağ ve bahçeler beton yığını hâline dönüştürüldü. “İhale Yasası” en fazla değiştirilen yasalardan biriyken, buna hiçbir itirazın olmaması akla durgunluk veriyor. Yerel yönetimlerde, hangi arsaların ne olacağı önceden biliniyor.

Dememiz o ki, şehir, ilçe, kasaba ve köylerde işleyen yönetimlerdeki yanlış alışkanlıklar da derhâl terk edilmelidir. Bir belediye başkanı 5 evi varken oturduğu mâkâm koltuğundan 40 ev edinerek kalkıyorsa, bunu toplama, çıkarma, çarpma ve bölme ile açıklayamazsınız! Matematiği bile tersyüz eden kötü alışkanlıklardan vazgeçilmedikçe daha çok kafamız ağrır!

Daha çok yatırım!

Yiyecek, gıda ve yöresel ürünlerde bu ülkenin iki ana sorunu bulunuyor: Birincisi, her bölge/semt sadece kendisine yetecek kadar yöresel ürün üretiyor. Diğeri ise, bu ürünlere akademik bilgi katacak AR-GE yapılmıyor. Her ilde üniversite olduğu düşünüldüğünde, gıda ve ürünler üzerinde AR-GE yapılmamış olması, üniversite-sanayi işbirliğinin gelişmediğini gösteriyor. Bu nedenle üniversite yönetimine ciddi işler düştüğü açıktır.

Yöresel ürünlerin orijinal özelliğini bozmadan endüstriyel olarak seri üretimi çok kolaydır. Devlet bunu doğrudan desteklemelidir. Siyâsî yapılar, “seçim” mihenginden geçildiği için, sandıktaki tercihi etkileyecek yönde atılım ve yatırım yapıyorlar. Bu ise niceliğin egemenliğinden başka bir şey değildir. Oysa nitelik, ehliyet ve liyakat odaklı seri üretim çok daha uzun süreli bir çözüm olup ekonomiye can verir, enflasyona ciddi darbe indirir.

Bina, yol ve köprü yaparak ekonomiye ciddi can verilirken ihmâl edilen gençlik, bu eserleri ne derece umursuyor? Biz bina, yol ve köprü yaparken, Batı ise gençliğin beynine girerek alışkanlık oluşturup bu alışkanlıkları eylem ve davranış hâline dönüştürüyor ve karşımıza dikiyor. Sanırım bu durum görülmüyor.

Tüm bu olumsuz gidişatın panzehri, toplumun önünde olanlar başta olmak üzere, toplumun her kesiminin yanlış alışkanlıklarını acilen terk etmesindedir.

Doğru yoldaki hiçbir insan dünyada açlıktan ölmez. Eğer açlıktan ölen insanlar varsa, bu açlıktan değil, ölen insanlıktan kaynaklanmaktadır. Yabancı devletlere “Yatırım yapmayın!” diye yazı göndermenin akıl, mantık, vatanperverlik ve siyâsî tarafgirlikle açıklanacak bir durumu olamaz. Çözümü hariçte ve başkasında arama gafletinden derhâl vazgeçilmelidir!