ALEVÎLİK, son yıllarda
kamusal alanda görüldüğü ve gösterildiği başlıklar üzerinden
değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmenin çabuk ve güncel yanı, tarihî kurguyu
da besleyecek ağırlıkta olması hasebiyle tarihteki parçalarının da yeni baştan
kurulmasını zorunlu hâle getirmektedir.
Fakat
tarih, tarihî coğrafya, kavramsal çerçeve ve anlama dair Alevîlikle birlikte
var olan diğer parçaların tamamını yeni baştan oluşturmak için şimdilik zaman
bulunmamaktadır. Daha da ötesi, bu ağırlığı taşıyabilecek akademik bir çevrenin
de yoksunluğu, hatta akademik çevrelerin giderek popülist konularla “önemli ve
bilim” adamı rolünü üstlendikleri, hemen her konunun gösteri alanının bir
parçasına rast geldiğinden, konuyu toparlayabilecek muhatapları hâlihazırda mevcut
değildirler.
Doğal
olarak konunun taşındığı başlıkları ve bu başlıkları ele alan çevrelerin kıl u
kal üzerinden takip ettikleri ve akademik bir anlam ve çerçeve kazandırdıkları Alevîlik
ve etrafında gelişen konular, birden fazla saldırı ve yağmaya maruz
kalmaktadır. Bu durum giderek siyasal, ideolojik ve akademik çevrelerin
kendilerini gerçekleştirme ve gösterme alanı olarak, hamle yapılıp çabuk netice
alınabilecek bir alan olarak büyük bir fırsat sunmuştur, sunmaya da devam
etmektedir.
Alevîliğin,
kamusal görünürlüğü ve işaretleri bir yana bırakılarak, kendi alanına çekildiği
ya da bu alan baştan itibaren takip edildiği takdirde “İslâm’ın özü” olduğu
hususu rahatlıkla anlaşılabilir ve görülebilir. Bütün peygamberlerin duyurmakla
görevli oldukları mesaj, Alevîlik öğretisinin çıkış ve varış noktasını
oluşturur. Bunun için bütün peygamberlerin cümlesi olan Hazreti Muhammed
Aleyhisselam “Gün Muhammed” olarak tanımlanarak bu konunun merkezindeki kişi
olup, içerisinde bulunan âlem de yine güneş sistemiyle aktarılmaktadır. Bunun
için de güneş sisteminin çalışmasını sağlayan unsur aydır ve “Ay Ali”dir.
Allah’ın ruhlardan aldığı ahdin yeryüzünde gerçekleşme alanında iki önemli kişi,
“Ben ilmin şehriyim, bu şehrin kapısı Ali’dir” esası etrafında yerini
bulmaktadır.
Allah,
bütün peygamberlere “Kelâm”ı gönderdi ve elçileri vasıtasıyla kullarına
bildirdi. Kullarına hizmeti Hakk Teâlâ Kendi elçileriyle tamamlarken, yine
Kendi Sözünü gönderdi ve okuttu. Kelâmın kıraat alanında yer alan zakir, mutlak
öğüt ve hatırlatma meydanında açtığı sofrayla kulları ilim ve hikmet ile
beslemektedir. Bu, Allah Teâlâ’nın Kendi Ruhundan üfürdüğü ve eşref-i mahlûkat
kılıp meleklerin secdesine sunduğu insanın yerini ve makamını hatırlatan “nefes”
ile zikir meclisinde sürekli kılınmaktadır.
Alevîlik,
“(Allah’ın) kullarına karşılığı sadece Allah’tan beklenen hizmet” anlamına
gelmektedir. Allah’ın Sözü ve Elçisi, bu hizmetin temel dayanaklarıdır. Bunun
için Alevîlik siyaset, iktidar ve dünyaya hücum etmenin ötesinde kalmış ve bu
durum siyasiler ve “leş peşinde koşanlarca”[i]
yanlış anlaşılmış, Alevîlerin beceriksiz, çaresiz ve dilsiz oldukları zannına
vardırmıştır.
Allah’ın
kullarına hizmete yönelen Alevîlik, fütüvvetin son halkasında Ebu’l-Hasan
Harakanî ve Ahmed Yesevî’yi alarak kendi zamanlarına zuhur eden bu evliyanın
yenilediği programı takip etmektedir. “Fütüvvetname”, İmam Cafer Sadık
tarafından hazırlanmış ve topluluklar arasında “Buyruk” olarak
adlandırılmıştır. Bu esas üzerine giden Alevîler için “İnsan, Feth ve Nur Sûreleri”
etrafında gerçekleşen bir program bulunmaktadır.
Türkistan,
Horasan, Rum ve Balkan hattında fütüvvet esasıyla hareket eden Alevîler,
Allah’ın kullarına dil, din, mezhep gözetmeden hizmet etmişler ve Allah’ın Sözünü
hiçbir karşılık beklemeden aktarmışlardır.
Türklerin
Türkistan’dan başlayan yolculuğunun kara kutusu ve hafızası, Alevîlik
içerisinde muhafaza edilmektedir. Bu dil ve anlam günümüze kadar ulaşmış ve
evliya elinde sırlanmıştır. Türklerin bu coğrafyada varoluşlarının anlaşılması,
bu hafızanın bilinmesi ve öğretilmesiyle mümkün olacaktır. Aksi hâlde Türkler
ve onlarla bu coğrafyada var olan diğer topluluklar giderek anlamsız hâle gelip
belirsizlik deryasında boğulacaklardır. Nihayetinde, bu topraklarda bulunma
gerekçe ve anlamı yitip gidecektir.
Doğal olarak, mekânını yitiren topluluklar mesajlarını da yitirirler. Tabiî ki gerçekleşen tam da bunun tersidir! Yani Alevîlik, Türkistan ve Horasan marifetinin havuzudur ve bu mesajı kaybeden, anlamlandırdığı bütün alanları, başta mekânı yitirir. Alevîlerin son yıllarda aldıkları hücum ve yedikleri darbeler, tam da bu noktadan olmaktadır. Dünyanın bütün ifritleri, firavun ve sihirbazları elbirliğiyle bu alana hücum etmektedirler. Doğal olarak Türkiye ve etrafına, yani Osmanlı ve Selçuklu hattına yapılan hücumlar buradan gerçekleşmektedir.
Bu
husus Emevî iktidarı eliyle belirlenmiş ve bir şekilde “resmî” bir hüviyet
kazandırılmış iktidar dini ve bunun araçlarına uzak durmaktadır. Doğrudan
itikadî ve amelî mezhep ya da tasavvuf ekollerinin belirginleşmeye başladığı
dönemin öncesine tarihlenmekte ve kendi varlık alanını bu noktalara atmaktadır.
Bu durum, İslâm, Kur’an, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm ve onun Ehl-i Beytinin
kaybolduğu ve belirsiz kılındığı bir alanı işaret eder ve bütün bunların ayakta
kalması, yolun sürülmesi esasındadır.
İktidar
ve araçlarının vahyin gelme ve gerçekleşme gerekçesini ortadan kaldırdığı
dönemden itibaren Alevîlik, vahiy ve kulluğun gereğini yerine getirilmekle
Hazreti Muhammed Aleyhisselâm, O’nun Ehl-i Beyti, yani velâyet ve fütüvvet
etrafında tamamlanmış bir program içerisinde korunmuştur.
Bunun
için şeriat ve tarikat, “sebil”i gösteren Hakk Teâlâ’nın bildirdiği ve
öğrettiği temel üzerinde gitmeyi ve böylece marifet ve hakikate ulaşılması
mümkün kılınmaktadır. Bunu takip edene “İbnü’s-Sebil”, yani “yol oğlu” adı
verilmekte ve yol, yol oğlu olmakla gerçekleştirilmektedir. Yolun kendisi ise
İnsan, Maide, Kehf, Feth ve Nur Sûreleri etrafında şekillenmektedir.
Alevîlik
hakkında birkaç başlık etrafında konuyu aktarmaya çalışmak, konunun kaydığı
zemini takip etmeyi kolaylaştırabilir.
Tarih
Alevîlik
tarihi ve düşüncesi, kendisini “ruhlar âlemi” ile başlatır. Böylece insan, âlem
ve âlemlerle birlikte vardır ve âlemlerde dolaşır. Âlem, “bilinme ve görülme yeri”dir.
Cennet’e inen insan, kendisine verilen bilgi ve programı ilk defa burada tecrübe
eder. Donanımı itibariyle Cennet’te kalabilecek durumu olmadığı için buradan
çıkarılır. Ardından dünyaya indirilen Âdem ve Havva ile başlayan nübüvvet
halkasını sonuna kadar takip eder. Bu halka, Alevî edebiyatı içerisinde “devriye”
olarak adlandırılır. Bu halkanın son temsilcisi, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’dır.
Hazreti
Muhammed Aleyhisselâm’ın bıraktığı emanetleri takip eden, Ehl-i Beyti oldu ve Rahman’dan
onların korunmasını talep etti. Böylece buna “velâyet halkası” denildi. Velâyet
Hazreti Ali ile başlatıldı ve çocuklarıyla “fütüvvet” olarak devam ettirildi.
Fütüvvet esası On İki İmam ile takip edilip sürdürüldü. Buna da Alevî edebiyatı
içerisinde “Düvazde İmam” adı verildi.
Bir
sonraki halkayı oluşturan mürşit ve pir ocaklarıyla başlayan ve muhatap
aldıkları alanın tamamını fütüvvet esasına dayanan erkâna dâhil ettiler.
“Erkân” ya da “buyruk”, fütüvvetin aktarımıdır. Böylece bu halkanın tamamı,
Fütüvvetname, buyruk ve deyişlerin aktarımı anlamına gelmektedir.
Tarihî
coğrafya
Alevîliğin tarihî coğrafyası, Türkistan, Horasan, Bağdat, Necef, Kerbelâ, Mekke, Medine, Rum ve Balkanlardır. Ocaklar, fütüvvet esasına uygun olarak hizmetlerini takip ettikleri toplulukların hangi tarihî hafızadan kaynaklandığını göstermek, hem de kişisel olarak kendilerinin hizmetlerini yürüttükleri bölgelerde hangi soruna hangi çözümle geleceğini gösteren bir programın da başlangıcıdırlar. Böylece mürşit veya pir, yolun ve kendisinin bağlı bulunduğu esası tarihî coğrafya üzerinden aktarmaktadır.
Tasavvuf
Alevîlik,
takip edilen bir program veya Müslümanlığın gerçekleştirilmesinde takip edilen
bir yöntem olarak öncelikle nübüvvet, velâyet ve fütüvvet esası etrafında
şekillenmektedir. Buna göre fütüvvet, “Lâ feta illâ Ali” ilkesine uygun olarak,
karşılığını Allah’tan bekleyip Allah’ın kullarına hizmet etmektir. Böyle olunca
yetim, miskin ve esir etrafında hizmet yürüten “feta” karşılığını Allah’tan
beklerken, kendisi de birden fazla aşamadan geçmiş olur. Bu kurallar İnsan Sûresi’nde
etraflıca anlatılmaktadır. Allah’ın kullarından bu erkânı benimseyenlerin,
programı takip edebilmeleri için de esaslar bulunmaktadır. Bu esasların dayanak
noktaları, yine “Buyruk” isimli kaynakta etraflıca anlatılmaktadır. Doğrusu
İnsan, Maide, Kehf, Nur ve Fetih Sûreleri de yine bu erkânın dayanak noktasını
oluşturmaktadırlar.
Alevîliğin
kavranmasına mani olan hususları, zaman içerisinde kazandığı anlam durakları ve
bu durakların şahsiyetleriyle şöyle sıralamak mümkündür: İki büyük göç ile
Türkistan ve Horasan hattından Rum’a ulaşan Alevî toplulukları, geçtikleri bu
sahanın tamamında onları biçimlendiren erkânı anlattılar. Anadolu Selçukluları
döneminde Rum’un yerleşim yeri olarak açılması ve yerleşimci olarak bu sahanın
hemen her tarafına çok düzenli ve dikkatli bir şekilde dağılmış olmaları,
sadece kendileri için değil, komşuları için de büyük bir hizmet oldu. Anadolu
Selçukluları döneminde tali yollar ve araziler de dâhil, Rum’un neredeyse tamamına
yerleştiler ve sosyal, kültürel, iktisadî ve dinî hususlarda çok etkili
oldular. Göçerlerin çok kısa sürede neredeyse bütün Anadolu’da yerleşmiş
olmaları, hâlen hemen herkesin merak konuları arasında yer almaktadır. Lâkin bu
hususun, burada ele alınan konu başlıkları dikkate alınmadan anlaşılması
zorlaşmaktadır.
Anadolu
Selçuklu Devleti’nin siyasî anlamda başka bir eksene kaymasının ardından Babai
Hareketi gerçekleşti. Bir süre sonra Moğollar ve Beylikler derken Timur geldi.
Timur, Horasan’dan gelen son evliyayı, Otman Baba’yı yanında getirmişti.
Böylece Timur ve sonrası beyliklerin ardından bütün tarih Osmanlı Devleti
etrafında konuşulduğunda, I. Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemi uygulamaları,
Yavuz Selim’i doğal olarak ortaya çıkarmış oldu.
Timur,
geçtiği her yere dokunup yeni alanların ortaya çıkmasını sağladı. Fakat
Timur’un yaptığı en önemli işle birlikte, Türkistan ve Horasan kaynağı da belirsizleşip
muhatabını kaybetti. Bir süre sonra Erdebil Tekkesi mensupları, tekkenin
belirgin hususlarını bir yana terk ederek kendilerine yeni bir alan açıp,
Beylikler döneminde irfanlarının bağlantısı kopararak Alevî toplulukları
arasında faaliyete başladılar. Ardından Şeyh Haydar ve son olarak Şah İsmail
ile bu halka kapanmış oldu. Safevîlerden sonra da hiçbir şekilde bu halkaya
dair bir iz dahi kalmadı.
Temel
sorun, Alevîliğin Erdebil Tekkesi mensupları üzerinden takip edilmesidir. Buna
paralel olarak, Osmanlı Devleti’nin kurucu unsurlarının bu dervişlerle olan
hususların bir süre sonra terk edilmiş olması da Şeyh Cüneyt ve ardıllarına
daha rahat hareket edebilecek bir formül ile hareket edilebilmelerini
sağlamıştır. Şeyh Cüneyt ile başlayıp Şah İsmail ile tamamlanan süreç sadece
onların başarısı değildir. Bu, aynı zamanda Osmanlı’nın terk edip bıraktığı alanla
da ilgilidir. Kaldı ki Osmanlı’nın terk ettiği bu alan, yine Erdebil Tekkesi
halifesi Somuncu Baba ve Hacı Bayram Veli tarafından doldurulmaya veya ikmâl
edilmeye çalışılmışsa da yeterli olmamıştır.
Son beş yüz yılda Alevîlik, herhangi bir zuhur veya Üçler, Beşler Yediler ve Kırklar olarak bu âlemde var değiller veya bu âlemden tamamen çıktılar, başka bir ifade ile çıkarıldılar. Kendilerine verilense ellerinden alındı.
Bu, aynı zamanda Osmanlı’nın terk edip bıraktığı alanla da ilgilidir. Kaldı ki Osmanlı’nın terk ettiği bu alan, yine Erdebil Tekkesi halifesi Somuncu Baba ve Hacı Bayram Veli tarafından doldurulmaya veya ikmâl edilmeye çalışılmışsa da yeterli olmamıştır.
Günümüzde
Alevîlik, sol, sosyalist ve laik çevrelerin can simidi olarak kullanılmaktadır.
Son yıllarda bu alanın yılmaz savunucuları vefat ettiklerinde, cenazelerinin, yine
bu dönemde farklı bir formatla biçim kazandırılan Alevîlerin kutsal alanlarına
defnedilmeleri talep etmektedirler. Alevîlerin giderek daha fazla inançsız ve
inanç düşmanı çevrelere itilip teslim edilmeleri, Alevîlere yapılmış en büyük
zulümler arasında yer almaktadır.
Kaldı
ki, Cumhuriyet döneminde tek parti iktidarlarının ardından TBMM’deki Alevî
milletvekilleri DP kadroları içerisinde seçilmiş ve ancak böyle temsil
edilmişlerdir. 1960 yılından sonra TİP faaliyetleri arkasından Alevîler, CHP ve
TİP arasında bölüşülmüşlerdir. Günümüzde CHP ve HDP arasında bölüşüldükleri
gibi…
Bu
da göstermektedir ki Alevîler, temel varlık alanı ve dokularına aykırı bir
alanda tutularak ciddî bir kıskaç altına alınıp travmaya tâbi tutulmuş ve aynı
yerden bu programın tekrarı ama Alevîler karşısında muhafazakâr ve dindar
kesimler de tersinden, bu alana Alevîler nezdinde menfî olarak işlenerek
iliştirilmişlerdir. Tabiî ki tersinden bir iliştirme ve işlenme gerçekleştiği
için Alevîler dışında kalan diğer çevreler de bu alana yardım etmek bir yana,
sorunun daha da derinleşmesine neden olmuşlardır.
[i]
Hazreti Muhammed (Aleyhisselâm): “Dünya hayatı bir leştir, ona yönelenler ise
kelbtir (hırs, köpek).”
*www.onedio.com