Alevîliğe dair

Temel sorun, Alevîliğin Erdebil Tekkesi mensupları üzerinden takip edilmesidir. Buna paralel olarak, Osmanlı Devleti’nin kurucu unsurlarının bu dervişlerle olan hususların bir süre sonra terk edilmiş olması da Şeyh Cüneyt ve ardıllarına daha rahat hareket edebilecek bir formül ile hareket edilebilmelerini sağlamıştır. Şeyh Cüneyt ile başlayıp Şah İsmail ile tamamlanan süreç sadece onların başarısı değildir.

ALEVÎLİK, son yıllarda kamusal alanda görüldüğü ve gösterildiği başlıklar üzerinden değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmenin çabuk ve güncel yanı, tarihî kurguyu da besleyecek ağırlıkta olması hasebiyle tarihteki parçalarının da yeni baştan kurulmasını zorunlu hâle getirmektedir.

Fakat tarih, tarihî coğrafya, kavramsal çerçeve ve anlama dair Alevîlikle birlikte var olan diğer parçaların tamamını yeni baştan oluşturmak için şimdilik zaman bulunmamaktadır. Daha da ötesi, bu ağırlığı taşıyabilecek akademik bir çevrenin de yoksunluğu, hatta akademik çevrelerin giderek popülist konularla “önemli ve bilim” adamı rolünü üstlendikleri, hemen her konunun gösteri alanının bir parçasına rast geldiğinden, konuyu toparlayabilecek muhatapları hâlihazırda mevcut değildirler.

Doğal olarak konunun taşındığı başlıkları ve bu başlıkları ele alan çevrelerin kıl u kal üzerinden takip ettikleri ve akademik bir anlam ve çerçeve kazandırdıkları Alevîlik ve etrafında gelişen konular, birden fazla saldırı ve yağmaya maruz kalmaktadır. Bu durum giderek siyasal, ideolojik ve akademik çevrelerin kendilerini gerçekleştirme ve gösterme alanı olarak, hamle yapılıp çabuk netice alınabilecek bir alan olarak büyük bir fırsat sunmuştur, sunmaya da devam etmektedir.

Alevîliğin, kamusal görünürlüğü ve işaretleri bir yana bırakılarak, kendi alanına çekildiği ya da bu alan baştan itibaren takip edildiği takdirde “İslâm’ın özü” olduğu hususu rahatlıkla anlaşılabilir ve görülebilir. Bütün peygamberlerin duyurmakla görevli oldukları mesaj, Alevîlik öğretisinin çıkış ve varış noktasını oluşturur. Bunun için bütün peygamberlerin cümlesi olan Hazreti Muhammed Aleyhisselam “Gün Muhammed” olarak tanımlanarak bu konunun merkezindeki kişi olup, içerisinde bulunan âlem de yine güneş sistemiyle aktarılmaktadır. Bunun için de güneş sisteminin çalışmasını sağlayan unsur aydır ve “Ay Ali”dir. Allah’ın ruhlardan aldığı ahdin yeryüzünde gerçekleşme alanında iki önemli kişi, “Ben ilmin şehriyim, bu şehrin kapısı Ali’dir” esası etrafında yerini bulmaktadır.

Allah, bütün peygamberlere “Kelâm”ı gönderdi ve elçileri vasıtasıyla kullarına bildirdi. Kullarına hizmeti Hakk Teâlâ Kendi elçileriyle tamamlarken, yine Kendi Sözünü gönderdi ve okuttu. Kelâmın kıraat alanında yer alan zakir, mutlak öğüt ve hatırlatma meydanında açtığı sofrayla kulları ilim ve hikmet ile beslemektedir. Bu, Allah Teâlâ’nın Kendi Ruhundan üfürdüğü ve eşref-i mahlûkat kılıp meleklerin secdesine sunduğu insanın yerini ve makamını hatırlatan “nefes” ile zikir meclisinde sürekli kılınmaktadır.

Alevîlik, “(Allah’ın) kullarına karşılığı sadece Allah’tan beklenen hizmet” anlamına gelmektedir. Allah’ın Sözü ve Elçisi, bu hizmetin temel dayanaklarıdır. Bunun için Alevîlik siyaset, iktidar ve dünyaya hücum etmenin ötesinde kalmış ve bu durum siyasiler ve “leş peşinde koşanlarca”[i] yanlış anlaşılmış, Alevîlerin beceriksiz, çaresiz ve dilsiz oldukları zannına vardırmıştır.

Allah’ın kullarına hizmete yönelen Alevîlik, fütüvvetin son halkasında Ebu’l-Hasan Harakanî ve Ahmed Yesevî’yi alarak kendi zamanlarına zuhur eden bu evliyanın yenilediği programı takip etmektedir. “Fütüvvetname”, İmam Cafer Sadık tarafından hazırlanmış ve topluluklar arasında “Buyruk” olarak adlandırılmıştır. Bu esas üzerine giden Alevîler için “İnsan, Feth ve Nur Sûreleri” etrafında gerçekleşen bir program bulunmaktadır.

Türkistan, Horasan, Rum ve Balkan hattında fütüvvet esasıyla hareket eden Alevîler, Allah’ın kullarına dil, din, mezhep gözetmeden hizmet etmişler ve Allah’ın Sözünü hiçbir karşılık beklemeden aktarmışlardır.

Türklerin Türkistan’dan başlayan yolculuğunun kara kutusu ve hafızası, Alevîlik içerisinde muhafaza edilmektedir. Bu dil ve anlam günümüze kadar ulaşmış ve evliya elinde sırlanmıştır. Türklerin bu coğrafyada varoluşlarının anlaşılması, bu hafızanın bilinmesi ve öğretilmesiyle mümkün olacaktır. Aksi hâlde Türkler ve onlarla bu coğrafyada var olan diğer topluluklar giderek anlamsız hâle gelip belirsizlik deryasında boğulacaklardır. Nihayetinde, bu topraklarda bulunma gerekçe ve anlamı yitip gidecektir.

Doğal olarak, mekânını yitiren topluluklar mesajlarını da yitirirler. Tabiî ki gerçekleşen tam da bunun tersidir! Yani Alevîlik, Türkistan ve Horasan marifetinin havuzudur ve bu mesajı kaybeden, anlamlandırdığı bütün alanları, başta mekânı yitirir. Alevîlerin son yıllarda aldıkları hücum ve yedikleri darbeler, tam da bu noktadan olmaktadır. Dünyanın bütün ifritleri, firavun ve sihirbazları elbirliğiyle bu alana hücum etmektedirler. Doğal olarak Türkiye ve etrafına, yani Osmanlı ve Selçuklu hattına yapılan hücumlar buradan gerçekleşmektedir.


Bu husus Emevî iktidarı eliyle belirlenmiş ve bir şekilde “resmî” bir hüviyet kazandırılmış iktidar dini ve bunun araçlarına uzak durmaktadır. Doğrudan itikadî ve amelî mezhep ya da tasavvuf ekollerinin belirginleşmeye başladığı dönemin öncesine tarihlenmekte ve kendi varlık alanını bu noktalara atmaktadır. Bu durum, İslâm, Kur’an, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm ve onun Ehl-i Beytinin kaybolduğu ve belirsiz kılındığı bir alanı işaret eder ve bütün bunların ayakta kalması, yolun sürülmesi esasındadır.

İktidar ve araçlarının vahyin gelme ve gerçekleşme gerekçesini ortadan kaldırdığı dönemden itibaren Alevîlik, vahiy ve kulluğun gereğini yerine getirilmekle Hazreti Muhammed Aleyhisselâm, O’nun Ehl-i Beyti, yani velâyet ve fütüvvet etrafında tamamlanmış bir program içerisinde korunmuştur.

Bunun için şeriat ve tarikat, “sebil”i gösteren Hakk Teâlâ’nın bildirdiği ve öğrettiği temel üzerinde gitmeyi ve böylece marifet ve hakikate ulaşılması mümkün kılınmaktadır. Bunu takip edene “İbnü’s-Sebil”, yani “yol oğlu” adı verilmekte ve yol, yol oğlu olmakla gerçekleştirilmektedir. Yolun kendisi ise İnsan, Maide, Kehf, Feth ve Nur Sûreleri etrafında şekillenmektedir.

Alevîlik hakkında birkaç başlık etrafında konuyu aktarmaya çalışmak, konunun kaydığı zemini takip etmeyi kolaylaştırabilir.

Tarih

Alevîlik tarihi ve düşüncesi, kendisini “ruhlar âlemi” ile başlatır. Böylece insan, âlem ve âlemlerle birlikte vardır ve âlemlerde dolaşır. Âlem, “bilinme ve görülme yeri”dir. Cennet’e inen insan, kendisine verilen bilgi ve programı ilk defa burada tecrübe eder. Donanımı itibariyle Cennet’te kalabilecek durumu olmadığı için buradan çıkarılır. Ardından dünyaya indirilen Âdem ve Havva ile başlayan nübüvvet halkasını sonuna kadar takip eder. Bu halka, Alevî edebiyatı içerisinde “devriye” olarak adlandırılır. Bu halkanın son temsilcisi, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’dır.

Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın bıraktığı emanetleri takip eden, Ehl-i Beyti oldu ve Rahman’dan onların korunmasını talep etti. Böylece buna “velâyet halkası” denildi. Velâyet Hazreti Ali ile başlatıldı ve çocuklarıyla “fütüvvet” olarak devam ettirildi. Fütüvvet esası On İki İmam ile takip edilip sürdürüldü. Buna da Alevî edebiyatı içerisinde “Düvazde İmam” adı verildi.

Bir sonraki halkayı oluşturan mürşit ve pir ocaklarıyla başlayan ve muhatap aldıkları alanın tamamını fütüvvet esasına dayanan erkâna dâhil ettiler. “Erkân” ya da “buyruk”, fütüvvetin aktarımıdır. Böylece bu halkanın tamamı, Fütüvvetname, buyruk ve deyişlerin aktarımı anlamına gelmektedir.

Tarihî coğrafya

Alevîliğin tarihî coğrafyası, Türkistan, Horasan, Bağdat, Necef, Kerbelâ, Mekke, Medine, Rum ve Balkanlardır. Ocaklar, fütüvvet esasına uygun olarak hizmetlerini takip ettikleri toplulukların hangi tarihî hafızadan kaynaklandığını göstermek, hem de kişisel olarak kendilerinin hizmetlerini yürüttükleri bölgelerde hangi soruna hangi çözümle geleceğini gösteren bir programın da başlangıcıdırlar. Böylece mürşit veya pir, yolun ve kendisinin bağlı bulunduğu esası tarihî coğrafya üzerinden aktarmaktadır.


Tasavvuf

Alevîlik, takip edilen bir program veya Müslümanlığın gerçekleştirilmesinde takip edilen bir yöntem olarak öncelikle nübüvvet, velâyet ve fütüvvet esası etrafında şekillenmektedir. Buna göre fütüvvet, “Lâ feta illâ Ali” ilkesine uygun olarak, karşılığını Allah’tan bekleyip Allah’ın kullarına hizmet etmektir. Böyle olunca yetim, miskin ve esir etrafında hizmet yürüten “feta” karşılığını Allah’tan beklerken, kendisi de birden fazla aşamadan geçmiş olur. Bu kurallar İnsan Sûresi’nde etraflıca anlatılmaktadır. Allah’ın kullarından bu erkânı benimseyenlerin, programı takip edebilmeleri için de esaslar bulunmaktadır. Bu esasların dayanak noktaları, yine “Buyruk” isimli kaynakta etraflıca anlatılmaktadır. Doğrusu İnsan, Maide, Kehf, Nur ve Fetih Sûreleri de yine bu erkânın dayanak noktasını oluşturmaktadırlar.

Alevîliğin kavranmasına mani olan hususları, zaman içerisinde kazandığı anlam durakları ve bu durakların şahsiyetleriyle şöyle sıralamak mümkündür: İki büyük göç ile Türkistan ve Horasan hattından Rum’a ulaşan Alevî toplulukları, geçtikleri bu sahanın tamamında onları biçimlendiren erkânı anlattılar. Anadolu Selçukluları döneminde Rum’un yerleşim yeri olarak açılması ve yerleşimci olarak bu sahanın hemen her tarafına çok düzenli ve dikkatli bir şekilde dağılmış olmaları, sadece kendileri için değil, komşuları için de büyük bir hizmet oldu. Anadolu Selçukluları döneminde tali yollar ve araziler de dâhil, Rum’un neredeyse tamamına yerleştiler ve sosyal, kültürel, iktisadî ve dinî hususlarda çok etkili oldular. Göçerlerin çok kısa sürede neredeyse bütün Anadolu’da yerleşmiş olmaları, hâlen hemen herkesin merak konuları arasında yer almaktadır. Lâkin bu hususun, burada ele alınan konu başlıkları dikkate alınmadan anlaşılması zorlaşmaktadır.

Anadolu Selçuklu Devleti’nin siyasî anlamda başka bir eksene kaymasının ardından Babai Hareketi gerçekleşti. Bir süre sonra Moğollar ve Beylikler derken Timur geldi. Timur, Horasan’dan gelen son evliyayı, Otman Baba’yı yanında getirmişti. Böylece Timur ve sonrası beyliklerin ardından bütün tarih Osmanlı Devleti etrafında konuşulduğunda, I. Murat ve Fatih Sultan Mehmet dönemi uygulamaları, Yavuz Selim’i doğal olarak ortaya çıkarmış oldu.

Timur, geçtiği her yere dokunup yeni alanların ortaya çıkmasını sağladı. Fakat Timur’un yaptığı en önemli işle birlikte, Türkistan ve Horasan kaynağı da belirsizleşip muhatabını kaybetti. Bir süre sonra Erdebil Tekkesi mensupları, tekkenin belirgin hususlarını bir yana terk ederek kendilerine yeni bir alan açıp, Beylikler döneminde irfanlarının bağlantısı kopararak Alevî toplulukları arasında faaliyete başladılar. Ardından Şeyh Haydar ve son olarak Şah İsmail ile bu halka kapanmış oldu. Safevîlerden sonra da hiçbir şekilde bu halkaya dair bir iz dahi kalmadı.

Temel sorun, Alevîliğin Erdebil Tekkesi mensupları üzerinden takip edilmesidir. Buna paralel olarak, Osmanlı Devleti’nin kurucu unsurlarının bu dervişlerle olan hususların bir süre sonra terk edilmiş olması da Şeyh Cüneyt ve ardıllarına daha rahat hareket edebilecek bir formül ile hareket edilebilmelerini sağlamıştır. Şeyh Cüneyt ile başlayıp Şah İsmail ile tamamlanan süreç sadece onların başarısı değildir. Bu, aynı zamanda Osmanlı’nın terk edip bıraktığı alanla da ilgilidir. Kaldı ki Osmanlı’nın terk ettiği bu alan, yine Erdebil Tekkesi halifesi Somuncu Baba ve Hacı Bayram Veli tarafından doldurulmaya veya ikmâl edilmeye çalışılmışsa da yeterli olmamıştır.

Son beş yüz yılda Alevîlik, herhangi bir zuhur veya Üçler, Beşler Yediler ve Kırklar olarak bu âlemde var değiller veya bu âlemden tamamen çıktılar, başka bir ifade ile çıkarıldılar. Kendilerine verilense ellerinden alındı.

Bu, aynı zamanda Osmanlı’nın terk edip bıraktığı alanla da ilgilidir. Kaldı ki Osmanlı’nın terk ettiği bu alan, yine Erdebil Tekkesi halifesi Somuncu Baba ve Hacı Bayram Veli tarafından doldurulmaya veya ikmâl edilmeye çalışılmışsa da yeterli olmamıştır.

Günümüzde Alevîlik, sol, sosyalist ve laik çevrelerin can simidi olarak kullanılmaktadır. Son yıllarda bu alanın yılmaz savunucuları vefat ettiklerinde, cenazelerinin, yine bu dönemde farklı bir formatla biçim kazandırılan Alevîlerin kutsal alanlarına defnedilmeleri talep etmektedirler. Alevîlerin giderek daha fazla inançsız ve inanç düşmanı çevrelere itilip teslim edilmeleri, Alevîlere yapılmış en büyük zulümler arasında yer almaktadır.

Kaldı ki, Cumhuriyet döneminde tek parti iktidarlarının ardından TBMM’deki Alevî milletvekilleri DP kadroları içerisinde seçilmiş ve ancak böyle temsil edilmişlerdir. 1960 yılından sonra TİP faaliyetleri arkasından Alevîler, CHP ve TİP arasında bölüşülmüşlerdir. Günümüzde CHP ve HDP arasında bölüşüldükleri gibi…

Bu da göstermektedir ki Alevîler, temel varlık alanı ve dokularına aykırı bir alanda tutularak ciddî bir kıskaç altına alınıp travmaya tâbi tutulmuş ve aynı yerden bu programın tekrarı ama Alevîler karşısında muhafazakâr ve dindar kesimler de tersinden, bu alana Alevîler nezdinde menfî olarak işlenerek iliştirilmişlerdir. Tabiî ki tersinden bir iliştirme ve işlenme gerçekleştiği için Alevîler dışında kalan diğer çevreler de bu alana yardım etmek bir yana, sorunun daha da derinleşmesine neden olmuşlardır.



[i] Hazreti Muhammed (Aleyhisselâm): “Dünya hayatı bir leştir, ona yönelenler ise kelbtir (hırs, köpek).”

*www.onedio.com