“İNSAN hayata ne için
gelir?” Kuşkusuz bu sorunun cevabı, insanın kendini, çevresini, hayatını ve
dünyayı bambaşka bir gözle tanımakla şekillenmeye başlar. Gençlik bir su
gibidir. Farkında olmadan akıp gider. Belli bir zaman diliminde insan kendini
sorgulamaya başlar. Bu fertlere göre farklılıklar taşısa da insan belki de
hayatının gayesini arar, sorgular. Âlemde yaratılanlar, insan için ayırt edici
bir özelliği, özel, mükerrem olsa da bu hususiyetin inkişafına vasıl olmak her
kişinin değil, er kişinin kârı olmalıdır. Kendini âdeta bir labirent içinde
gören ve çıkış yolunda buhranlara gark olan insanlık, muhakemenin sınırlarını
zorlayacak, şuurunda ve karanlıkta yol bulabilmenin ne kadar da muhal, içinden
çıkılmaz bir hâl olduğunu soluyacaktır.
İnsan
için bütün yollar kendini sorgulama ve çıkış yolu bulmanın bir sonucu olarak
duracak, soluklanacak ve “Ben kimim? Nereden gelip nereye gidiyorum? Benim bu
hayatta bir amacım var mı?” sorularının muhatabı olduğunu er ya da geç
görecektir.
Ve
fakat insanlık için hayatın gayesi silinmiş, mânâsı yok olmuş, bu yok oluşta
hayatta anlamsızlığa bürünmüştü. Ancak dünyaya gelen insanoğlunun yukarıdaki
soruların muhatabı olarak zarif çizgileri olmalıydı; imrendiren, örnek veren,
ayna tutan kalplere... Bunun için de aklını kör etmeden aklıyla görebilmeli ve
kalbiyle işitebilmeliydi.
Zulmetin
karanlığında On sSekiz Bin Âlemin Nuru tecelli etmişti. Kâinatı var eden Yüce
Yaratıcımız Rabbü’l-Âleminin Sevgililer Sevgilisi olan En Sevgiliyle insanlık
şerefe erecek, erdem bulacak, hak ve hakikatin visaline erecekti. Büyük şair Fuzûlî’nün
de suya nakşettiği gibi: “Suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün/ Bir gül
açılmaz yüzün teg verse min gülzâre su.” (Bahçıvan, gül bahçesini sele versin
–boşuna- zahmet çekmesin. Bin gül bahçesine su verse Senin yüzün gibi –güzel-
bir gül açılmaz.)
Gül
mevsimi, eşi ve benzeri bir daha bulunmayacak, rengini ve kokusunu Asr-ı
Saadeti deruhte eden Sevgililer Sevgilisi Hz. Muhammed’in (sav) mübarek yüzüne
benzetilir. Her şey güneş gibi parlak, nurlu, güzel, en güzel bir ruhla, Onunla
anlam bulmuş, değer kazanmış ve şereflenmiştir. Yetimler, öksüzler, mağdurlar, salihler,
salihalar hayatın gayesine duçar olmuşlardır. Yaşamanın, insan olmanın idrakini
süflî emeller peşinden koşmaktan imtina etmiş, Hakk yoluna intisap etmişlerdir.
Bugün
insanlık büyük bir maneviyat boşluğunda, sevgisizliğin kederli kollarında;
yüreğinde hep darp izlerinin gözyaşlarını taşıyor. Küçük paylaşımlarda mutlu
olmasını bilenler, bugün çok daha fazla arzunun girdabında dolaşıyorlar. Hayatımıza
giren o kadar çok kişi ve olay var ki… Sonra muhitler, sokaklar, caddeler… Eski
yeni evler... İmkânlar, imkânsızlıklar... Eski yeni ne varsa, bir türlü söküp
atamadığımız şeyler… Zamanında belki de fazla değeri olmayan nesneler, yıllar
geçince bir kıymet ve mânâ ifade etmeye başladılar. İşte o kıymetler içinde
öyle şeyler barındırdılar ki vefa gibi, bir yerde kalmış solgun bir gülümseme
veya ağıtlara dayanan çaresiz acılar gibi… İnsanlık hep bir şeylerden soğudu,
uzak kaldı, yalnızlaştı, sevgisizleşti. İnsanın meselesi, sevgiyi altın sarısı
yapabilmekti.
Bu
sevgisizlik sürüyor. Hâlbuki insanlık ne güzeller görmüştü. Fakat kaybetti,
kaybediyor ve böyle gittikçe de kaybedecek, kaybedeceğiz. Ve o güzellikler
erişilmez olacak, sadece düşlerimize fısıldayacaklar ürpertiler bırakarak.
Bakacak
ve göreceğiz. Sadece bu olacak hayatın bize kekremsi tadı. Eyvah ki ne eyvah!
Nârına yandığımız süflî emeller, heder edilen gayeler... Her şey bitecek bir
gün, geriye sadece aynalardaki hüznün izi kalacak.
Dünya
felâkete doğru yol alıyor! Dalga dalga kabaran öfke, kin, garez, kapris,
ihtiras, haset, gıybet, densiz ve dengesizlik hâlleri, dünyayı sevimsiz yüzüyle
çirkinleştirmeye devam ediyor. Bütün bu kötü hâller varken düşmanlığın esamesi
bile okunmaz. Nerede kaldı sevgi, saygı, merhamet, iyi niyet, yardım, iyilik
gibi değerlerle örülü İslâmiyet’e sarılan insanlık? Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Eğer rahmetimi talep ediyorsanız, mahlûkatıma merhamet edin!”
Rayihanın
sirayeti okyanuslar kadar olduğunun hazzını tadabilseydi, gönül ne kadar da
gözyaşları dökerdi için için. Fakat O Güzeller Güzeli esinti kır çiçeklerinde
bir buhurdan oldu. Mevsim artık kalplerde sonbaharın kızılına dönmektedir. Yeşilden
kızıla dönen yapraklar, sarardıkça solan deva bulmaz bir ömür gibi. Biz, ruha
dokunan o hazan renklerini de sevmeye mahkûm oluyoruz, ne çare! Şerha şerha
inen ışıklar dipsiz kuyulara kadar sızmakta, gezinip durur oradan oraya. O
dinginlikte ışığı gören kalp neylemesin ki? Ve fakat ziya olur, zamanda
öğütülür her şey. Nedamet duymak solgun benizleri diriltmez. Vakit geçmiştir
artık!
Kan
çanağına dönen güller gülerken hâlimize, ağlayan biziz bir ömür boyu. Güneş iki
mızrak boyu yükseldi tepemizde. Kararan gölgemiz anbean çekilip kaybolmakta. Varlığında
yok oluyoruz ey Güzeller Güzeli! Yetimiz. Yalnızız. İçimizde büyüttüğümüz
yalnızlık, sevgisizliğin zindanlarında. Muhabbetin silindiği izler bir süre
algılansa da kopuyor her şey birer birer. Hiçbir şey yerinde durmuyor. Ya
soluyor, ya terk ediyor ya da yıkılıyor. Her yeni eskiyecek ve yok olacak.
Bunun başka bir yanı yok. Ölüm gibi… Ne kadar huysuz, uslanmaz, aksi ve dahi
vahşi ve yırtıcı olsa da, ancak bu terk edişler ruhlarda yangınlar bırakarak
gidiyor. Bu gidişlerle başlayan hüzünler, hazanlar, yerini onulmaz acılara
bırakıyorlar.
Ah,
ne kadar da yalnızız!
İnsanlık
şurasını bilmelidir ki, kederli zamanlardan aydınlık bir yüzle çıkabilmek için
huzur dolu bir anlayışa ve zamana ihtiyaç vardır. Kan ve gözyaşlarıyla sulanan
ve dramların yaşandığı çağımızda ne kadar da o kokuya ihtiyacımız vardır. O’nun
gül kokusuna… Bir bakmakla ruhumuzun zapturapt altına alınmasına… Gönlümüze
dolacak sürur, şuurumuza uhreviyatın en güzel muştusunu ifşa edecektir.
Merhamet
Onunla güzelleşti, değerini buldu. Müşfik eller uzandı. Güzel baktı bütün
gözler kalpten bir huzme gibi sızarak. Bütün bakışlar pak ve nurdan ahenkli ve
eşsiz birer tabloya dönüvermişti. O’nu anlamak ve yaşamak, bir mevsim değil,
bir ömür olmalıdır. Kurtuluş, esaret libasından sıyrılmalı ve buhurdandan
mevsimlerin en güzel kokularını salmalıdır yeryüzüne.
Ey
yeri göğü yaratan güzel Allah’ım, rahmetinle yıka bizi, sar gölgene! Sana
sığınıyoruz. Diriliş ise, kâinatı yırtarcasına parçalayacak ve nuruyla zulmeti
aydınlatacak!
Nüzulüne
sebep halk ettiğin Güzeller Güzeli, Âlemlerin Saadet Güneşi, mükerrem bir
inkişafla gönüllere nakşettiğin Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)
Efendimize selâm ve salât olsun! Biricik Efendimiz, Sen övülmeye layıksın,
şerefi yücesin, yüzümüzün nuru, gönlümüzün sürurusun.
Allah
dostlarının lisanıyla şöyle sesleniyoruz:
Allah’ım, ümmet-i Muhammed’i mağfiret et, rahmet et, yardım eyle! Ümmet-i Muhammed’e zafer nasip eyle! Bütün tehlikelerden muhafaza eyle! Bizleri bir araya getir ve yekvücut eyle! Islah eyle ve sıkıntılarımızı gider! Allah’ım, kalplerin dirilişine vesile kıl, rahmetinle sar bizi! (Âmin.)