Âlemlerin Saadet Güneşi ve mükerrem bir inkişaf

Merhamet Onunla güzelleşti, değerini buldu. Müşfik eller uzandı. Güzel baktı bütün gözler kalpten bir huzme gibi sızarak. Bütün bakışlar pak ve nurdan ahenkli ve eşsiz birer tabloya dönüvermişti. O’nu anlamak ve yaşamak, bir mevsim değil, bir ömür olmalıdır. Kurtuluş, esaret libasından sıyrılmalı ve buhurdandan mevsimlerin en güzel kokularını salmalıdır yeryüzüne.

“İNSAN hayata ne için gelir?” Kuşkusuz bu sorunun cevabı, insanın kendini, çevresini, hayatını ve dünyayı bambaşka bir gözle tanımakla şekillenmeye başlar. Gençlik bir su gibidir. Farkında olmadan akıp gider. Belli bir zaman diliminde insan kendini sorgulamaya başlar. Bu fertlere göre farklılıklar taşısa da insan belki de hayatının gayesini arar, sorgular. Âlemde yaratılanlar, insan için ayırt edici bir özelliği, özel, mükerrem olsa da bu hususiyetin inkişafına vasıl olmak her kişinin değil, er kişinin kârı olmalıdır. Kendini âdeta bir labirent içinde gören ve çıkış yolunda buhranlara gark olan insanlık, muhakemenin sınırlarını zorlayacak, şuurunda ve karanlıkta yol bulabilmenin ne kadar da muhal, içinden çıkılmaz bir hâl olduğunu soluyacaktır.

İnsan için bütün yollar kendini sorgulama ve çıkış yolu bulmanın bir sonucu olarak duracak, soluklanacak ve “Ben kimim? Nereden gelip nereye gidiyorum? Benim bu hayatta bir amacım var mı?” sorularının muhatabı olduğunu er ya da geç görecektir.

Ve fakat insanlık için hayatın gayesi silinmiş, mânâsı yok olmuş, bu yok oluşta hayatta anlamsızlığa bürünmüştü. Ancak dünyaya gelen insanoğlunun yukarıdaki soruların muhatabı olarak zarif çizgileri olmalıydı; imrendiren, örnek veren, ayna tutan kalplere... Bunun için de aklını kör etmeden aklıyla görebilmeli ve kalbiyle işitebilmeliydi.

Zulmetin karanlığında On sSekiz Bin Âlemin Nuru tecelli etmişti. Kâinatı var eden Yüce Yaratıcımız Rabbü’l-Âleminin Sevgililer Sevgilisi olan En Sevgiliyle insanlık şerefe erecek, erdem bulacak, hak ve hakikatin visaline erecekti. Büyük şair Fuzûlî’nün de suya nakşettiği gibi: “Suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün/ Bir gül açılmaz yüzün teg verse min gülzâre su.” (Bahçıvan, gül bahçesini sele versin –boşuna- zahmet çekmesin. Bin gül bahçesine su verse Senin yüzün gibi –güzel- bir gül açılmaz.)

Gül mevsimi, eşi ve benzeri bir daha bulunmayacak, rengini ve kokusunu Asr-ı Saadeti deruhte eden Sevgililer Sevgilisi Hz. Muhammed’in (sav) mübarek yüzüne benzetilir. Her şey güneş gibi parlak, nurlu, güzel, en güzel bir ruhla, Onunla anlam bulmuş, değer kazanmış ve şereflenmiştir. Yetimler, öksüzler, mağdurlar, salihler, salihalar hayatın gayesine duçar olmuşlardır. Yaşamanın, insan olmanın idrakini süflî emeller peşinden koşmaktan imtina etmiş, Hakk yoluna intisap etmişlerdir.

Bugün insanlık büyük bir maneviyat boşluğunda, sevgisizliğin kederli kollarında; yüreğinde hep darp izlerinin gözyaşlarını taşıyor. Küçük paylaşımlarda mutlu olmasını bilenler, bugün çok daha fazla arzunun girdabında dolaşıyorlar. Hayatımıza giren o kadar çok kişi ve olay var ki… Sonra muhitler, sokaklar, caddeler… Eski yeni evler... İmkânlar, imkânsızlıklar... Eski yeni ne varsa, bir türlü söküp atamadığımız şeyler… Zamanında belki de fazla değeri olmayan nesneler, yıllar geçince bir kıymet ve mânâ ifade etmeye başladılar. İşte o kıymetler içinde öyle şeyler barındırdılar ki vefa gibi, bir yerde kalmış solgun bir gülümseme veya ağıtlara dayanan çaresiz acılar gibi… İnsanlık hep bir şeylerden soğudu, uzak kaldı, yalnızlaştı, sevgisizleşti. İnsanın meselesi, sevgiyi altın sarısı yapabilmekti.

Bu sevgisizlik sürüyor. Hâlbuki insanlık ne güzeller görmüştü. Fakat kaybetti, kaybediyor ve böyle gittikçe de kaybedecek, kaybedeceğiz. Ve o güzellikler erişilmez olacak, sadece düşlerimize fısıldayacaklar ürpertiler bırakarak.

Bakacak ve göreceğiz. Sadece bu olacak hayatın bize kekremsi tadı. Eyvah ki ne eyvah! Nârına yandığımız süflî emeller, heder edilen gayeler... Her şey bitecek bir gün, geriye sadece aynalardaki hüznün izi kalacak.

Dünya felâkete doğru yol alıyor! Dalga dalga kabaran öfke, kin, garez, kapris, ihtiras, haset, gıybet, densiz ve dengesizlik hâlleri, dünyayı sevimsiz yüzüyle çirkinleştirmeye devam ediyor. Bütün bu kötü hâller varken düşmanlığın esamesi bile okunmaz. Nerede kaldı sevgi, saygı, merhamet, iyi niyet, yardım, iyilik gibi değerlerle örülü İslâmiyet’e sarılan insanlık? Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Eğer rahmetimi talep ediyorsanız, mahlûkatıma merhamet edin!”

Rayihanın sirayeti okyanuslar kadar olduğunun hazzını tadabilseydi, gönül ne kadar da gözyaşları dökerdi için için. Fakat O Güzeller Güzeli esinti kır çiçeklerinde bir buhurdan oldu. Mevsim artık kalplerde sonbaharın kızılına dönmektedir. Yeşilden kızıla dönen yapraklar, sarardıkça solan deva bulmaz bir ömür gibi. Biz, ruha dokunan o hazan renklerini de sevmeye mahkûm oluyoruz, ne çare! Şerha şerha inen ışıklar dipsiz kuyulara kadar sızmakta, gezinip durur oradan oraya. O dinginlikte ışığı gören kalp neylemesin ki? Ve fakat ziya olur, zamanda öğütülür her şey. Nedamet duymak solgun benizleri diriltmez. Vakit geçmiştir artık!

Kan çanağına dönen güller gülerken hâlimize, ağlayan biziz bir ömür boyu. Güneş iki mızrak boyu yükseldi tepemizde. Kararan gölgemiz anbean çekilip kaybolmakta. Varlığında yok oluyoruz ey Güzeller Güzeli! Yetimiz. Yalnızız. İçimizde büyüttüğümüz yalnızlık, sevgisizliğin zindanlarında. Muhabbetin silindiği izler bir süre algılansa da kopuyor her şey birer birer. Hiçbir şey yerinde durmuyor. Ya soluyor, ya terk ediyor ya da yıkılıyor. Her yeni eskiyecek ve yok olacak. Bunun başka bir yanı yok. Ölüm gibi… Ne kadar huysuz, uslanmaz, aksi ve dahi vahşi ve yırtıcı olsa da, ancak bu terk edişler ruhlarda yangınlar bırakarak gidiyor. Bu gidişlerle başlayan hüzünler, hazanlar, yerini onulmaz acılara bırakıyorlar.

Ah, ne kadar da yalnızız!

İnsanlık şurasını bilmelidir ki, kederli zamanlardan aydınlık bir yüzle çıkabilmek için huzur dolu bir anlayışa ve zamana ihtiyaç vardır. Kan ve gözyaşlarıyla sulanan ve dramların yaşandığı çağımızda ne kadar da o kokuya ihtiyacımız vardır. O’nun gül kokusuna… Bir bakmakla ruhumuzun zapturapt altına alınmasına… Gönlümüze dolacak sürur, şuurumuza uhreviyatın en güzel muştusunu ifşa edecektir.

Merhamet Onunla güzelleşti, değerini buldu. Müşfik eller uzandı. Güzel baktı bütün gözler kalpten bir huzme gibi sızarak. Bütün bakışlar pak ve nurdan ahenkli ve eşsiz birer tabloya dönüvermişti. O’nu anlamak ve yaşamak, bir mevsim değil, bir ömür olmalıdır. Kurtuluş, esaret libasından sıyrılmalı ve buhurdandan mevsimlerin en güzel kokularını salmalıdır yeryüzüne.

Ey yeri göğü yaratan güzel Allah’ım, rahmetinle yıka bizi, sar gölgene! Sana sığınıyoruz. Diriliş ise, kâinatı yırtarcasına parçalayacak ve nuruyla zulmeti aydınlatacak!

Nüzulüne sebep halk ettiğin Güzeller Güzeli, Âlemlerin Saadet Güneşi, mükerrem bir inkişafla gönüllere nakşettiğin Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimize selâm ve salât olsun! Biricik Efendimiz, Sen övülmeye layıksın, şerefi yücesin, yüzümüzün nuru, gönlümüzün sürurusun.

Allah dostlarının lisanıyla şöyle sesleniyoruz:

Allah’ım, ümmet-i Muhammed’i mağfiret et, rahmet et, yardım eyle! Ümmet-i Muhammed’e zafer nasip eyle! Bütün tehlikelerden muhafaza eyle! Bizleri bir araya getir ve yekvücut eyle! Islah eyle ve sıkıntılarımızı gider! Allah’ım, kalplerin dirilişine vesile kıl, rahmetinle sar bizi! (Âmin.)