KIYAMETİN arefesi ile alâkalı
tasavvur ettiğimiz düşünceleri aktarırken, teknolojinin süratli gelişiminden ve
bu gelişimin de yaşayışta bir hıza neden olduğundan bahsetmiştik. Aynı
doğrultuda insanın da bilimsel terimlerle bir organizmadan mekanizmaya
evrildiğini, dolayısıyla teknolojik olarak makine/robot hâlinde bir insanın
üretiminden ziyâde, organik olan insanın mekaniğe dönüştüğünden dem vurmuştuk.
Bu
minvâlde, aslında bazı okumaları yapabilmek adına insanı değil fakat insanlığın
yaşamını bir teknolojik araç, bir bilgisayar olarak görebiliriz. Yani insan, eski
çağlardan günümüze kadar bilgisayarın parçaları ve çalışma prensibiyle yaşıyor
ise, Peygamberler tarihindeki tüm Peygamberler için birer program yaması ve
Peygamberimiz Hazreti Muhammet (sav) de sistemin son güncellemesi olarak
düşünebilir miyiz? Eğer düşünebilirsek, kopacak kıyameti de “İlâhî bilgisayara
atılan format” olarak adlandırabilir miyiz?
Tahminimizce
evet!
Bilindiği
üzere, bilgisayarın içindeki tüm parçalar, sistemin çalışması için görev yapar.
Ve güncellemeler de günümüz şartlarında sürekli bir gelişmişlikle paralel gider.
Donanımın yaptığı görev neticesinde, ekranda bir “sonuç” görünür. Eğer
insanoğlu için “PC formatında görev yapıyor” dersek, İlâhî ekranda “sonuç” olarak ne görülüyor ya
da ne görünmesi isteniyor?
Meselâ
yeni bir araba aldınız, bir bakıyorsunuz ki ön konsolu bir garip! Aslında orada
üç beş tane tuş olması gerekirken, konsolun üstü kapalı ve boş görünüyor. Bu
durumda aklınıza, “Herhâlde, bir
sonraki modellerde buraya yeni ekipman ve benzeri bir özellik için tuşlar
eklenmelidir, eklenecektir” diye düşünürsünüz…
Dememiz
o ki, malûm, bilimsel araştırmalar çok ilerledi. Yakın zamana ait DNA
üzerindeki araştırma sonuçlarından biri de şuydu: “İnsan DNA’sı içinde”, hâlâ
ne işe yaradığını bilmediğimiz 25 gen var. Bunlara “yarınların Âdemoğulları
için bekletilen ve aktif olması için gerekli kodu bekleyen genler” diyebilir
miyiz? Bu fizikî değişime tekabül etmesi muhtemel gen için farklı bir
Âdemoğlunun yapıtaşı diyebiliyorsak…
Bu
durumda, “Yeni beden, rûhu etkileyerek istenen yönde ilerlemesini sağlayabilir”
de diyebiliriz. Öyleyse “Beden ve rûh,
bir istikbâl ortaklığı içindedir” demek mümkün mü?
Dünyada
Hazreti Âdem ile Havvâ’nın ilk çocukları olarak “üçüncü insan”dan başlatıp
sonuncu insana kadar uzayan zincir içerisindeki kişi serisinin zamanla bir “evrim”
geçirdiği kanaatinde değiliz. Yani mevzubahis “üçüncü insan”ı günümüze
taşıdığımızda, o da bugünkü eğitimden geçerek bir mühendis bilgisine
ulaşabilir. Bunun gibi, günümüzde doğan bir bebek, henüz bu dilimdeki dünyayı
tanımadan önce, zamanlar aşırı bir seyahatle Âdem’le Havva’nın evlâtlığı hâline
getirilse, o da o zamanın insanı gibi büyür.
Buna
rağmen insanın zaman içerisindeki yolculuğu sonunda bünyesinde birtakım
değişiklikler de olmuş demek mümkün. Bu başkalaşma, insanın yediği, içtiği ve
yaşadığı coğrafî şartlarla ilgili bir durum, zamanla ilgili değil. Meselâ bu
parselde şunu söyleyebiliriz: Hazreti Âdem’in kan grubu “0” olsa gerek. Hattâ onun
ümmetinde A, B ve AB grupları bilinmiyordu. Bunlar, ilerleyen zamanda, değişik
coğrafyalara yayılan klanların, gittikleri yerdeki iklim şartları ve beslenme
şekillerine göre değişti. Ve yüz binlerce yıllık sürelere yayıldı.
Bu
anlamda olmak üzere, şimdilerde bir başka kan grubundan bahsedildiğini duymuş
olmalısınız: “Bombay kan grubu”…
Bu
grubun, son elli yılın kapitalizm beslenmesinin eseri olduğu hususunda
tespitler var. Yani “hamburger
çocuklar”ında ortaya çıkmış bir durum Bombay…
Fakat
hemen şunu da söyleyelim: Girdiğimiz binyılda, bilim adına yapılan
aşırılıkların kötü örneği olarak zikredeceğimiz genetik üzerindeki oynamaların
insanlığı değiştireceği belli oldu. Mutantlaştırmaktan söz ediyoruz!
İnsanlığın
aleyhine bir uğraş olan “genetik operasyonların” insanlığı hızlı bir şekilde
kıyamete sürmekte olduğu kuşkusu da yaygın.
Bir
de şu husus var: Evrende Big Bang (Büyük Patlama) ile ortaya çıkan bir statik radyasyondan,
bağlı olarak manyetik alanlardan ve değişik elektriksel ortamlardan söz
ediliyor. Buna “fon radyasyonu” deniliyor.
Bu maksatla yapılan ölçümler, evrenin değişik yerlerinde, farklı
normlarda “fon radyasyonları” sonucu
veriyor. Evrenin içerisinde yer alan galaksiler, galaksilerin içerisinde
bulunan uzaysal sistemler ve gökcisimleri bulgur gibi kaynamakta. Yani hiçbir
uzay sistemi veya nesnesi, bir saniye önce durduğu yerde durmuyor. Fıldır
fıldır, iç içe dönen bir “uzay sistematiği”nden
söz ediyoruz… Dolayısıyla sistemin parçaları, uzun zaman aralıklarında farklı
fon radyasyonlarının bulunduğu alanlara ulaşmakta. Bu mânâda Dünya’nın, girdiği
her fon radyasyonu alanında birtakım değişikliklere gebe olması muhtemel. Fakat
radyasyon alanlarındaki geçişler yüz binlerce yıl içerisinde gerçekleştiği için
hissedilmeden geçilen bir adaptasyondan söz edebiliriz. Zaten canlıların dünya
üzerindeki yaşamları 1 milyon yıllık bir zamanla sınırlı; insanlığın bunun
içindeki payı ise bir elli ilâ yüz yıllık bir alana yayılmış durumda.
Bu
nedenle günümüz dünyası ile Hazreti Âdem ümmetinin aynı ya da yakın radyasyon
alanı içinde ve yakın manyetik etkiye maruz olduğunu söylemek mümkün. Fakat
20’nci yüzyıl itibariyle insanın kendi ürettiği enerji çeşidi yani elektrik,
nükleer ve dijital manyetizmayla birlikte Dünya üzerindeki kısmî fon radyasyonunun
değiştiğini, değişeceğini söylememiz olası. Bu da günümüz insanı üzerinde
birtakım etkilere sebebiyet vermiş olmalı veya olacak demektir. Bu durum, kanserin
sebeplerinden biri olarak genel kabul görüyor.
Yine
bilindiği üzere günbatımından sonra “+/pozitif ve -/negatif enerji” manyetik
alanlar, rûhu etkilemekte. Hattâ bazı bölgelerdeki Ley hatlarının da etkisinden
söz etmek lâzım. Dünyanın kendi yapısı içinde de bir “+/pozitif ve -/negatif enerji”nin
var olduğunu düşünürsek ve bu kuvvetler rûhumuzu etkiliyor ise, bu dünya ile
öteki âlemin (Cennet, Cehennem) birbirlerine benzediğini söyleyebilir miyiz?
Boyutlar
anlamında evet, ancak boyutu oluşturan temel yapıtaşı, enerji yapısı, teknoloji
ve başka bakımlardan gelişen hayatların birbirine benzediğini söylemek zor. Söz
konusu insanoğlunun bundan sonra yaşayacağı Cennet ve Cehennem boyutlarıysa,
evvelâ oralardaki hayatı belirleyen temel unsurun “ölümsüzlük ve ebedî hayat” olduğunu
söylemek durumundayız. Bununla birlikte Cennet ve Cehennem’in taban tabana
zıtlığına da vurgu yapmak lâzım… Cennet’te herhangi bir zafiyet söz konusu
değil; buna karşılık, Cehennem’de de herhangi bir üst özellikten söz etmenin
imkânı yok.