Âlemler seyrinde (4)

Dünyada Hazreti Âdem ile Havvâ’nın ilk çocukları olarak “üçüncü insan”dan başlatıp sonuncu insana kadar uzayan zincir içerisindeki kişi serisinin zamanla bir “evrim” geçirdiği kanaatinde değiliz. Yani mevzubahis “üçüncü insan”ı günümüze taşıdığımızda, o da bugünkü eğitimden geçerek bir mühendis bilgisine ulaşabilir.

KIYAMETİN arefesi ile alâkalı tasavvur ettiğimiz düşünceleri aktarırken, teknolojinin süratli gelişiminden ve bu gelişimin de yaşayışta bir hıza neden olduğundan bahsetmiştik. Aynı doğrultuda insanın da bilimsel terimlerle bir organizmadan mekanizmaya evrildiğini, dolayısıyla teknolojik olarak makine/robot hâlinde bir insanın üretiminden ziyâde, organik olan insanın mekaniğe dönüştüğünden dem vurmuştuk.

Bu minvâlde, aslında bazı okumaları yapabilmek adına insanı değil fakat insanlığın yaşamını bir teknolojik araç, bir bilgisayar olarak görebiliriz. Yani insan, eski çağlardan günümüze kadar bilgisayarın parçaları ve çalışma prensibiyle yaşıyor ise, Peygamberler tarihindeki tüm Peygamberler için birer program yaması ve Peygamberimiz Hazreti Muhammet (sav) de sistemin son güncellemesi olarak düşünebilir miyiz? Eğer düşünebilirsek, kopacak kıyameti de “İlâhî bilgisayara atılan format” olarak adlandırabilir miyiz?

Tahminimizce evet!

Bilindiği üzere, bilgisayarın içindeki tüm parçalar, sistemin çalışması için görev yapar. Ve güncellemeler de günümüz şartlarında sürekli bir gelişmişlikle paralel gider. Donanımın yaptığı görev neticesinde, ekranda bir “sonuç” görünür. Eğer insanoğlu için “PC formatında görev yapıyor” dersek, İlâhî ekranda “sonuç” olarak ne görülüyor ya da ne görünmesi isteniyor?

Meselâ yeni bir araba aldınız, bir bakıyorsunuz ki ön konsolu bir garip! Aslında orada üç beş tane tuş olması gerekirken, konsolun üstü kapalı ve boş görünüyor. Bu durumda aklınıza, “Herhâlde, bir sonraki modellerde buraya yeni ekipman ve benzeri bir özellik için tuşlar eklenmelidir, eklenecektir” diye düşünürsünüz…

Dememiz o ki, malûm, bilimsel araştırmalar çok ilerledi. Yakın zamana ait DNA üzerindeki araştırma sonuçlarından biri de şuydu: “İnsan DNA’sı içinde”, hâlâ ne işe yaradığını bilmediğimiz 25 gen var. Bunlara “yarınların Âdemoğulları için bekletilen ve aktif olması için gerekli kodu bekleyen genler” diyebilir miyiz? Bu fizikî değişime tekabül etmesi muhtemel gen için farklı bir Âdemoğlunun yapıtaşı diyebiliyorsak…

Bu durumda, “Yeni beden, rûhu etkileyerek istenen yönde ilerlemesini sağlayabilir” de diyebiliriz. Öyleyse “Beden ve rûh, bir istikbâl ortaklığı içindedir” demek mümkün mü?

Dünyada Hazreti Âdem ile Havvâ’nın ilk çocukları olarak “üçüncü insan”dan başlatıp sonuncu insana kadar uzayan zincir içerisindeki kişi serisinin zamanla bir “evrim” geçirdiği kanaatinde değiliz. Yani mevzubahis “üçüncü insan”ı günümüze taşıdığımızda, o da bugünkü eğitimden geçerek bir mühendis bilgisine ulaşabilir. Bunun gibi, günümüzde doğan bir bebek, henüz bu dilimdeki dünyayı tanımadan önce, zamanlar aşırı bir seyahatle Âdem’le Havva’nın evlâtlığı hâline getirilse, o da o zamanın insanı gibi büyür.

Buna rağmen insanın zaman içerisindeki yolculuğu sonunda bünyesinde birtakım değişiklikler de olmuş demek mümkün. Bu başkalaşma, insanın yediği, içtiği ve yaşadığı coğrafî şartlarla ilgili bir durum, zamanla ilgili değil. Meselâ bu parselde şunu söyleyebiliriz: Hazreti Âdem’in kan grubu “0” olsa gerek. Hattâ onun ümmetinde A, B ve AB grupları bilinmiyordu. Bunlar, ilerleyen zamanda, değişik coğrafyalara yayılan klanların, gittikleri yerdeki iklim şartları ve beslenme şekillerine göre değişti. Ve yüz binlerce yıllık sürelere yayıldı.

Bu anlamda olmak üzere, şimdilerde bir başka kan grubundan bahsedildiğini duymuş olmalısınız: “Bombay kan grubu” 

Bu grubun, son elli yılın kapitalizm beslenmesinin eseri olduğu hususunda tespitler var. Yani “hamburger çocuklar”ında ortaya çıkmış bir durum Bombay…

Fakat hemen şunu da söyleyelim: Girdiğimiz binyılda, bilim adına yapılan aşırılıkların kötü örneği olarak zikredeceğimiz genetik üzerindeki oynamaların insanlığı değiştireceği belli oldu. Mutantlaştırmaktan söz ediyoruz!

İnsanlığın aleyhine bir uğraş olan “genetik operasyonların” insanlığı hızlı bir şekilde kıyamete sürmekte olduğu kuşkusu da yaygın.

Bir de şu husus var: Evrende Big Bang (Büyük Patlama) ile ortaya çıkan bir statik radyasyondan, bağlı olarak manyetik alanlardan ve değişik elektriksel ortamlardan söz ediliyor. Buna “fon radyasyonu” deniliyor. Bu maksatla yapılan ölçümler, evrenin değişik yerlerinde, farklı normlarda “fon radyasyonları” sonucu veriyor. Evrenin içerisinde yer alan galaksiler, galaksilerin içerisinde bulunan uzaysal sistemler ve gökcisimleri bulgur gibi kaynamakta. Yani hiçbir uzay sistemi veya nesnesi, bir saniye önce durduğu yerde durmuyor. Fıldır fıldır, iç içe dönen bir “uzay sistematiği”nden söz ediyoruz… Dolayısıyla sistemin parçaları, uzun zaman aralıklarında farklı fon radyasyonlarının bulunduğu alanlara ulaşmakta. Bu mânâda Dünya’nın, girdiği her fon radyasyonu alanında birtakım değişikliklere gebe olması muhtemel. Fakat radyasyon alanlarındaki geçişler yüz binlerce yıl içerisinde gerçekleştiği için hissedilmeden geçilen bir adaptasyondan söz edebiliriz. Zaten canlıların dünya üzerindeki yaşamları 1 milyon yıllık bir zamanla sınırlı; insanlığın bunun içindeki payı ise bir elli ilâ yüz yıllık bir alana yayılmış durumda.

Bu nedenle günümüz dünyası ile Hazreti Âdem ümmetinin aynı ya da yakın radyasyon alanı içinde ve yakın manyetik etkiye maruz olduğunu söylemek mümkün. Fakat 20’nci yüzyıl itibariyle insanın kendi ürettiği enerji çeşidi yani elektrik, nükleer ve dijital manyetizmayla birlikte Dünya üzerindeki kısmî fon radyasyonunun değiştiğini, değişeceğini söylememiz olası. Bu da günümüz insanı üzerinde birtakım etkilere sebebiyet vermiş olmalı veya olacak demektir. Bu durum, kanserin sebeplerinden biri olarak genel kabul görüyor.

Yine bilindiği üzere günbatımından sonra “+/pozitif ve -/negatif enerji” manyetik alanlar, rûhu etkilemekte. Hattâ bazı bölgelerdeki Ley hatlarının da etkisinden söz etmek lâzım. Dünyanın kendi yapısı içinde de bir “+/pozitif ve -/negatif enerji”nin var olduğunu düşünürsek ve bu kuvvetler rûhumuzu etkiliyor ise, bu dünya ile öteki âlemin (Cennet, Cehennem) birbirlerine benzediğini söyleyebilir miyiz?

Boyutlar anlamında evet, ancak boyutu oluşturan temel yapıtaşı, enerji yapısı, teknoloji ve başka bakımlardan gelişen hayatların birbirine benzediğini söylemek zor. Söz konusu insanoğlunun bundan sonra yaşayacağı Cennet ve Cehennem boyutlarıysa, evvelâ oralardaki hayatı belirleyen temel unsurun “ölümsüzlük ve ebedî hayat” olduğunu söylemek durumundayız. Bununla birlikte Cennet ve Cehennem’in taban tabana zıtlığına da vurgu yapmak lâzım… Cennet’te herhangi bir zafiyet söz konusu değil; buna karşılık, Cehennem’de de herhangi bir üst özellikten söz etmenin imkânı yok.