Âlemler seyrinde (3)

Peki, bu durumu esas alarak “kader ağı”nın oluşturulması için tüm insanların, bir ilâhî iple birbirlerine bağlı olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet! Bu durumda insanların -veya ruhlarının- birbirine bağlı olmasını, bir nevi günümüz benzetmesiyle internet ağına benzetebiliriz. Ve insanların, birbirini etkilemesini yani “kader” ilişkisini, ilâhî bağlamda da bir etkileşime neden olduğunu ifade edebiliriz.

TARİH boyunca ruh üzerine yapılan düşünceler ve akabinde yorumlar, aslında insanoğlunun maddî varlığının yanında bir mahiyetinin de olduğuna inanması ve bunun arayışında olduğu ile açıklanabilir.
Ancak bu mahiyetin tam olarak tanımlanamaması, farklı dil ve kültürlerde bu mahiyetin ne olduğu üzerinde çeşitli düşünceler olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim genel kanıda bu mahiyet, ruh olarak kabul görmüştür. Tarih boyunca bilge kişiler tarafından yapılan yorumlar, farklı dönemlerde dile getirilmiş olsalar bile bir tartışma havasında okunabilmektedir. Platon (M.Ö. 427-347) ile İbn Kayyim el-Cevziyye (1292-1350) düşüncelerinin karşılaştırmalı olarak okunması gibi.
Bu minvalde iki bilgenin de düşünceleri incelendiğinde gerek ruhun doğası hususunda gerek ruh-beden ilişkisinde ve gerekse ruhun ebediliği hususunda kavramlar da dâhil olmak üzere farklılıklar ve benzerlikler görülecektir. Özellikle Platon’un, ruhun ebediliği hususunda diğer âlemlerde ruha dair yorumları dikkate değerdir. Aynı bağlam içerisinde ruh göçünü savunan ve doğal olarak bedenin ölümü ile ruhun başka bir bedene geçtiğini düşünen Platon, bu şekilde bir arınmadan bahseder. İbni Sina ise Platon’un ruh göçünden kasıt ile aslında sembolik bir göçten bahsettiğini söyler. Ruhun arınması ile alakalı ceza bağlamında farklı görüşler bulunsa da aslında ruhun göçü ile alakalı Platon’un kastettiği üzerine yoğunlaşırsak, bizce ancak uyku hâlinde ve rüya âleminde gerçekleşen bir göçten bahsedilebilir. Nitekim ruh, uyku esnasında görülen rüya ile âlemler arası bir seyahate çıkar fakat uyanma ile de aynı ruh aynı bedene tekrar döner.
Bu bağlamda rüya üzerine eğilim göstermemiz ve biraz daha derinlere kazmamız gerekir. “Dünya üzerinde hikmet mektepleri, rüyayı ve rüya âlemindeki serencamı anlatırken, aslında beden uyku hâlindeyken, ruhun, oradan ayrılarak yaptığı “Astral Seyahat”e işaret etmekteler. Bu esnada ruhun, ilâhî bir güçle bedene bağlı kaldığı da -buna ilâhî ip denebilir- belirtilmekte. Ölüm tarifi yapılırken ise bu bağın koparak ruhun bedenden ayrıldığı anlatılmakta…
Peki, bu durumu esas alarak “kader ağı”nın oluşturulması için tüm insanların, bir ilâhî iple birbirlerine bağlı olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet! Bu durumda insanların -veya ruhlarının- birbirine bağlı olmasını, bir nevi günümüz benzetmesiyle internet ağına benzetebiliriz. Ve insanların, birbirini etkilemesini yani “kader” ilişkisini, ilâhî bağlamda da bir etkileşime neden olduğunu ifade edebiliriz.
***
Derinleştiğimiz esnada ruhun, insan bedeninin içinde bir ve bütün olarak korunmakta olmadığı gibi bir başka düşüncemizin de kafamızı meşgul ettiğini söyleyelim.
Şöyle ki… İnsanın toprak bedeni, ruhun mekânı değil mâkâmı olarak düşünülebilir. Eğer bu düşünce ile yola çıkabilirsek acaba “Asıl/Özgün Ruh”, daha önce sözünü ettiğimiz, “Üç Dünya”nın birincisinde ve ruhlara ait “Kalu Bela/Elest Bezmi” ortamında sabit mi?
Merkezî bir “sunucu” olarak yerini korurken, bir “gümüş kordon”la ya da günümüz teknolojisinden hareketle söyleyelim, “bluetooth”la dünyadaki bedensel geometrisine ulaşarak “beyin mâkâmı”na bağlanıp onu yönlendirmekte mi acaba? Ve uykuda yaşandığı söylenen astral/mental seyahatiyle beyinden merkeze akan bilgi yüklü “minyatür ve ruhsal çiplerle” mi kurulmakta ilişki? Bilmiyoruz! Fakat bir “Merkezî Ruh Server”ı daha yakın geliyor.
Rüyalarla ilgili olarak insanın, bir tek geometrik bedene sahip olduğu ezberini bozarak söyleyebileceğimiz bir şey daha var…
Acaba kişi, bir tek beden değil, sunucu ruh ve akışkan zaman içerisinde pek çok bedende kendisini ortaya çıkarmakta olan çoklu bir yapı mı?
Yani dememiz o ki, gerçek Matrix mi?
Hazreti Peygamber’in “İnsan uykudadır, ölünce uyanır!” şeklindeki enteresan tarifi, tefekkürde yeni kapıları açmak için bulunmaz bir nimet!
Bu mânâda şunu sorabiliriz kendimize: Şu an, bu yazıyı yazan ben miyim? Şu an, bu yazıyı okuyan siz misiniz? Yoksa bu da bir rüya mı?
Varsayalım, dün gece, gördüğümüz rüyada biz mi aslolandık ya da bir gece içerisinde gördüğümüz onlarca rüyadaki hayatlardan hangisi bize aittir? Bilmiyoruz! Zaten bunu insanlık da bilmiyor. Nitekim hep söylenegelir ya… Rüyaların gizemine ulaşan insan, aynı anda hayatın da kâinatın da sırrını çözme noktasında büyük bir adım atmış olacak.
“Zerresinden başlayarak dünya, canlıdır. Ve bir ahenk içinde devinerek, bu durumunu gösterir. Matematiksel bir dil kullanarak, yaşamına devam eder. Hattâ matematiksel ifadeleri, notalara çevirirsek, bir melodik ahenkle seslenir. Bu durumda, Levh-i Mahfuz adıyla, ‘İlâhî Bilgi Deposu’nun, ‘Dünya’ adı ve varlığıyla insanlığın hizmetine sunulduğu sonucunu çıkarabilir miyiz?”
Evet! Ama bu tarif, kısmî ve dar kalır. “Levh-i Mahfuz” adıyla kodlanan, “İlâhî Bilgi Deposu”nun, kâinatın bütünü olduğunu söylemek lazım. “Toprak Evren”in içerisinde yer alan her şeyin, görünen hâlinin arkasında “Korunan Levhalar”larla kazınmış ve mühürlenmiş başka başka katmanlar oluşmuş durumda. Aslında, ekrandaki geometrinin arkasındaki matematiktir bilgi levhalarındaki sır… Burada sözü edilen matematiğin çekilmesiyle geometrinin de yıkılacağını hesaba katmak lazım… Zaten ölüm, bir anlamda böyle bir olaydır; yani geçici bir süreliğine emanet edilen “yüksek matematik” hâlinin çekilip alınmasıyla geride kalan durumdur. Ceset ise “alçak matematik” hâlidir diyebiliriz ya da başka bir ifade ile kâinat, tümüyle bir “Levhi Mahfuz/İlâhî Bilgi Deposu”dur.
Ve buradan hareketle “Korunan Levhalardaki Bilgi” zaman mefhumuyla hareket ettirilir, canlanır… Hatt-ı zâtında bu canlılığı sağlayan şey de bilginin bizatihi kendisidir. Yani bilgi, aynı zamanda enerji olsa gerek…