Âlemde şer, Oğuz’da er tükenmez

“Aklını başına iyi topla, şeytanın ordusuna katılma! Rahmân’ın safında yerini al, kime hizmet ettiğini, hangi amaca alet edildiğini iyi anla! Bozguncuya, yıkıcıya, fitneciye, kâfire, müşrike, münafığa yâr ve yardakçı, destekçi ve yardımcı olma! Ülkeni Cezayir’e, Suriye’ye, Filistin’e, Afganistan’a çevirttirme!” (M. Esad Coşan)

BU makalemize, Türkiye gündemini meşgul eden CHP ile başlamak istiyorum.

Çünkü Türk siyasetinin başına çöreklenmiş bir belâ hâlini almıştır CHP. Bu ne savrulmadır! Bu ne mücadeledir! CHP kim için, ne için vardır? Cevabını arayıp bulmak zor.

Ama şu kesin ki, bu CHP, Türk milletine ait değil! CHP, Atatürk’ün kurduğu parti. İttihatçıların devamı… Amma velâkin Atatürk’ün ölümünden sonra Türkiye’nin üzerine çöken karanlık güç odağı hâline dönüşmüş, hiziplerin, terör örgütlerinin, dış güçlerin, nerede bir Müslüman Türk düşmanı var ise onların buluştuğu (ne yazık ki mezhepçiliği siyasete taşıyan bir siyâsî örgüt hâlinde) bir odak olmuş, Türk milleti ile kendini bir araya getirememiş, Türk milletinin millî ve manevî hassasiyetleri noktasında geri kalmış ve öyle bir zillete dönüşmüş ki bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında ilk defa genel başkansız kalmış bir CHP gerçeği var karşımızda.

Bu millet, içerideki ve dışarıdaki düşmanla uğraşmak yerine ne yazık ki CHP’nin “gayr-ı millî” yolcuğu ile uğraşmak zorunda bırakılmış. Acı ama gerçek olan şu ki, bu CHP, siyâsî bir mevta hâline dönüşmüştür.


Farkımız

Urban Usta olmasaydı fetih bitmezdi. Sokullu ve Köprülü olmasaydı bugüne gelemezdik. Otto Viktor Karl Liman von Sanders olmasaydı Çanakkale olmazdı. Tayyip Erdoğan olmasaydı AK Parti olmazdı. 2001 Krizi olmasaydı AK Parti 22 yıldır iktidar olmazdı. Binaenaleyh, akıl ve fikir buna değer katar.

Maişet zor. Ekmek aslanın karnında. Herkesin işiyle, kurumuyla, insanlarla ilişkisi zarurî. Bütün bunlar üzerindeki konuşmalar, bakan ve bürokrat atamaları gibidir. “Destek” dediğimizin asıl gayesi, ana hizmettir. Ona hizmet eder ahiret. Devlet de ahiret için vardır. Sultan-ı Ezel ve Ebed’in saltanatının hüküm sürdüğü ve mülk-ü kâinatta var olan sonsuz devletinin istikametinde olan “Devlet ebed müddet”, bugün sadece bizde vardır. Farkımız budur!

İşimize ve şahıslara tabiî ki bakacağız. Bunlar gayemizin “ebed müddet” ülküsünün istikametinin gerekleridir. Kolay olur, zor olur, ama olur. Aslolan bekâdır. Devlet, bekâ üzerine inşâ edilendir. Bu istikamette sahibimiz, Mülkün Sahibidir. Bu noktada Allah’ın takdiri, kaderi esastır.

Velhasıl, her şey devlet aklı ile devletin bekâsı içindir. Bekâsı için bekâsına düşman olan hasımlarından askerî, malî, hatta istihbarî yardım alıp o durumu tersine çeviren bir devlet aklımız var, Evvel Allah!

Çok zahmetimiz, kaybımız, masrafımız ve zorluğumuz olmuştur. Ama biliriz ki, iman varsa imkân da vardır. İman ile küfür mücadelesi bizim için esastır ve imtihandır; dünyanın yaratılış gayesi de budur ya! Kıyamete kadar sürecek Allah’ın Dininin muhafızı Türklerdir. Emanet bizdedir ve çok şükür, bizden alınmadı. İslâm kıyamete, hatta ebede kadar var olacak, Türk kıyamete kadar var olacak.

Allah’a sığın!

Peygamberimizin, meselâ “İşi ehline verin” gibi sünnetleri ne kadardır, bunun yanında devlet aklı, tefekkür, bekâ, ahiret, iman ve ahlâk Yani “ana hizmetlere” yönelik hadisleri ne kadardır? Biz vazifemizle mükellefiz. Panik yok. Korku yok. Umutsuzluk yok. Karamsarlık yok. Bugüne kadar -elhamdülillah- geldik.

Allah dinine, devletine, muradına, takdirine kimleri kimleri istihdam etmiştir ve etmektedir. Bu nedenle bugün, şikâyet ve umutsuzluk günü değildir. Unutulmasın ki, her gecenin bir sabahı var. Dost bildiğin sana sırtını dönmüşse eğer, üzülme. Çünkü düşmanını tanımış oldun. De ki, “Ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden ve haset ettiğinde hasetçinin şerrinden Allah’a sığınırım” (Felâk, 1-5).

Biz Türkler, ön ödemeli rıza-yı Bârî’yi kazananlardanız. Bu dünyada öbür dünyaya hazırlık için önce bedel öder, sonra elde ederiz. Öyle ya, mektebinde şehadet olan bir milletin kaderinde esaret yoktur!

Bu millet, başka millet!

Deriz ki, “Âlemde şer, Oğuz’da er tükenmez”. Müdafaada surların arkasında, savunma hatlarının gerisinde tedbir alıp muhafazada bulunmamız gerekir.

Türkiye’de devlet, stratejik akıl, terbiye ve eğitimi vermiyor. Herkes olağandışı bir olay karşısında genlerindeki içgüdüyle hareket ediyor. Onun için rutin hayatta “bizim gibi” olan ne kadar devşirme varsa anormal ortamlarda vatandaş gibi değil, kanlarındaki zehir gibi, düşman gibi davranıyorlar. Acı ama gerçek olan bu değil mi? Yaşıyor ve görüyoruz.

Evet, insanı yaşatma üzerinde yoğunlaşmalıyız amma velâkin Türk’ü düşman olarak gören herkese bir daha FETÖ’yü de, DHKP-C’yi de, PKK’yı da, ekonomik saldırıyı da, LGBT benzeri şeyleri de kullanamayacağını öğretmeliyiz. Gerekirse başlarına vura vura!

Ayrıca, asıl yeni tehditlere hazır olmalıyız. Ermeni meselesi bile neredeyse dost ve müttefik hâline evrildi. Dostumuz ABD ve AB düşman, düşmanımız Çin ve Rusya dostumuz oldu neredeyse. Çünkü uluslararası ilişkilerde ebedî dostluk yoktur, ebedî çıkarlar söz konusudur. Bu bir gerçektir. Devletler buna göre hareket ederler.

Biz sıradan bir millet değiliz. İnsanların tarz ve telâkkilerine, günübirlik trendler ile zamanın gürültüsüne asla kapılmamalıyız. Bizim kavgamız, hovardaya cami önünden laf atmaya benzememeli. Ayasofya’mızın ibadete açılarak özlenen kimliğine kavuşması nasıl Fatih’in lânetini üzerimizden kaldırdı ise, şimdi sıra bu cesur davranışın üzerimizdeki miskinliği de ortadan kaldırmasında değil midir?

Müslüman Türk milletine yapılanlar hiçbir şeye benzemez. Onun için bu dünyada herkes gibi olamayız. Bu büyük milletin varlığının her bir günü bir devlet tecrübesidir. Kaç devletimizi yıktık biz. Tarihimiz derstir. Biz Türkler, ön ödemeli rıza-yı Bârî’yi kazananlardanız. Bu dünyada öbür dünyaya hazırlık için önce bedel öder, sonra elde ederiz. Allah, Dinini ve dünyasını neden bize emanet etti? Âleme nizam vermektir işimiz.

Tarihe bakınız, hep aynı saldırılar. Ve bunlar hep var olacak. Bu kadim topraklar hep başkalarının hayâllerini süsleyecek. Ama biz, sınır tanımadan dünyaya her daim sınır çizen olduk. Müslüman Türk milleti, herhangi bir millet olmadı tarih boyunca, bundan sonra da olmayacak. Çünkü bozkurt ayağa kalktığı zaman şafak değil, kan söker. Unutulmasın ki, âlemde şer, Oğuz’da er tükenmez!

Unutma!

Sevgili dostlar, makalenin bundan sonraki kısmını, 1997 yılında Hakk’a uğurladığımız Mahmud Esad Coşan Hocaefendinin sözlerine ayırmak istiyorum. “Kadın ve Aile” dergisinde yayınlanmış bir makalesinden bir parça, adeta bugünleri anlatıyor:

“Önce şunu biliniz ki, çok ciddî, çok mühim, çok vahim, çok bilgili, çok tehlikeli bir düşmanla bir ölüm kalım savaşı yapıyorsunuz. Düşman sizi Bosna’da, Çeçenistan’da olduğu gibi mahvetmek, yok etmek istiyor; karınızı, çoluk çocuğunuzu kesecek, evinizi barkınızı yıkacak, ülkenizi istila edecek, parçalayacak, bölüşecek.

Siz savaşı mâzide, tarihte, geride, dışta, uzakta sanıyorsunuz, o öyle düşünmüyor. Siz gevşemiş, rehavete düşmüşsünüz, o tüm hızıyla tahribata devam ediyor. İnsafı, merhameti yok; gayzı, nefreti, kini çok. Sabotaj yapıyor, vurup kırıyor, çalıp çırpıyor, orman yakıyor, her fırsatı değerlendiriyor, her türlü zararı yapıyor, her gün yeni bir melânet uyguluyor.

Günü gelince, ortam hazırlanınca iç karışıklıklar ve çatışmalarla işi tırmandırıp sonuca ulaşmaya çalışıyor. Sen ise işinde gücünde, tatilinde yazlığında, gafletinde zevkinde, keyfinde devam ediyorsun. Seferberlik var, haberin yok. Top sesleri geliyor, sen uyumaktasın.

‘Harp var’ diyorum, anlamıyor musun? Sivil, görünmez bir harp. Şiddetli ama gizli bir mücadele, şaşırtmacalı bir ceng ü cidâl. Dost gibi görünen sahte tebessümlere aldanma; sûret-i haktan görünen maskeli bâtıla kanma; reklâma, afişe, boyaya, hayale, hülyaya, palavraya, propagandaya inanma.

Onlar bu kandırmacaların savaşın bir parçası olduğunu çok iyi biliyor ve aldatmacaya çok önem veriyorlar; ancak milleti kandırabildikleri ölçüde başarı kazanabileceklerinin çok iyi farkındalar. Bu uğurda milyarlar, trilyonlar harcıyorlar, sonra da bunu bizim kesemizden, bizim bütçemizden, bizim devlet hazinemizden, halkın sırtından çıkartıyorlar.

Çok acı, çok feci bir durum. Bu necip millete, bu aziz ümmete çok yazık oluyor senin gafletin, cehaletin, rehavetin, saflığın, sekâmetin yüzünden.

Bu topraklarda en az iki asırdan beri süren korkunç ve amansız bir din, iman, medeniyet, irfan, ümran savaşı... Sebep hep aynı: Türk ve İslâm düşmanlığı. Amaç: Senin devletini yıkmak, ülkeni parçalamak, yutmak. Sen onların esiri, işçisi, çöpçüsü olacaksın, onların dinine gireceksin, entegre olacaksın, eriyeceksin, biteceksin.

Onlar Bizans’ı ihya edecek, Pontus’u yeniden kuracak, Ermenistan Karadeniz’e, Akdeniz’e kadar genişleyecek, Ege kıyıları, Antalya Akdeniz sahilleri onların zevk ü sefâ yerleri olacak; petrolü, madenleri, ülkenin maddî, yer üstü ve yer altı servetlerini onlar sömürecek; paraya, idareye, zenginliklere onlar sahip olacak; sen kan kusacak, mahrum yaşayacak, hor ve zelil öleceksin.

Sana konuşma hakkı yok. Sen istekte bulunamazsın, sen gönlünce ibadet edemezsin, sen İslâmca yaşayamazsın, sen dinî kurum kuramazsın, sen büyük ticaret yapamazsın, sen sanayici olamazsın, sen finans kurumu açamazsın. Başörtü yok, sakal yok, çarşaf yok, tesettür yok; imam-hatip okulu, Kur’ân kursu, din tahsili, tasavvuf, manevî eğitim, nefis terbiyesi yok; ahlâk, edep, namus yasak, kötü, çağ dışı, çağdaşlığa-lâikliğe aykırı filan…

Aklını başına iyi topla, şeytanın ordusuna katılma! Rahmân’ın safında yerini al, kime hizmet ettiğini, hangi amaca alet edildiğini iyi anla! Bozguncuya, yıkıcıya, fitneciye, kâfire, müşrike, münafığa yâr ve yardakçı, destekçi ve yardımcı olma! Ülkeni Cezayir’e, Suriye’ye, Filistin’e, Afganistan’a çevirttirme!

Allah’tan kork! Hesabı, mahkeme-i kübrâyı iyi düşün; dindaş, gönüldaş ve ülküdaşlarınla sıkı bir iş birliğine gir, hak ve hürriyetlerini iyi koru, ülkeni yabancılara kaptırma, müstevlileri kov, eski diyarları kurtar, İslâm’ı cihana yay! Düşmandan korkma!

Cenâb-ı Mevlâ’ya tam tevekkül eyle ki O, müminlerin dostu ve yardımcısıdır.”

Son söz

Cesareti Mete Han’dan, intikamı Atilla’dan, gücü Alper Tunga’dan, umudu Kürşad’dan, inancı Alparslan’dan, kararlılığı Yavuz’dan, büyümeyi Kanunî’den, fethetmeyi Fatih’ten, mücadeleyi Atatürk’ten öğrendik.

Âkif’in ifadesiyle, “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım/ Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım/ Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım/ Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım” diye haykırmayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan alan bir milletin evlatları olarak yürüyoruz bu dikenli yollarda.

Tekrarda fayda var; biz Türkler, ön ödemeli rıza-yı Bârî’yi kazananlardanız. Bu dünyada öbür dünyaya hazırlık için önce bedel öder, sonra elde ederiz. Öyle ya, mektebinde şehadet olan bir milletin kaderinde esaret yoktur!