Alçak ve aylak yürüyüş

Oysa yalnızdı ve hikâyeleri arsız… Kimsede karşılık bulamayacağı bir hayatı yaşıyordu çizginin altında, kimliksiz adımların dibinde. Karşılık bulamamanın endişesi yoktu içinde. Ne de olsa fotoğraflara gülümsemeyen bir yüzü vardı onun.

ACELE yaşayışlarım yakama yapıştı. Adımlarım hesap sorar oldu yüzümü karşısına alarak: “Nereye gidiyorsun? Niçin?”

Bu soruları sorduktan ve bu hâle geldikten sonra kaçınılmaz bir yürüyüş benimsedim. Aylakça yürüdüm bulduğum sokaklarda. Sokak önemsiz; önemli olan, izsiz kalmamak!

Baktım, güzel bir yüzüm yok aynada bakacak ve insanlara sunacak, ben de bir yürüyüş kazandım.

Amacımdan sıyrıldığımda ne adamlar gördüm öylece adım atan, dilediğinde yolun ortasında duruveren. Hevessiz ve yorgun adamlardı bunlar. Sanki yaşamak, yalnızca emelleri olanlar içinmiş gibi… Kimsenin öylesine duran birine, öylece bakan ve öylece gülümseyen birine tahammülü yok. Her davranışın bedeli insanlar tarafından görülüyor. Hesabı kesenler, her gün yüzümüze bakanlar… Oysa bir bıraksalar yakamızı.

Yakalarımız bizim, çeşit çeşit. Mavisi, beyazı, pembesi, moru… Fakat yakamız kimin ellerinde ki bırakmıyor? Emin değilim. Belki kendi ellerimizi göremiyoruz nabzımızın kıyısında bir tehdit gibi. Belki varmıyor nazarımız dilimize pelesenk ettiğimiz şu yakalara. Ayırdını yapamadığımız bir hesaplaşmanın içinde buluyoruz kendimizi. Kendi yüzümüzü, karşımızda bir ayna yoksa göremediğimiz gibi... Şahsî suçlarımızı başkalarına yıkmaktan ince bir haz duyuyoruz. Ne marazlı bir şey bu!

Bazı günler, bazı yürüyüşlerimde tüm yüzlerden kaçıyorum. Yüzler bana acınası ve acımasız görünüyor. Böyle günlerde, “Bir tanıdık sima yoluma çıkmasın, sahtekârca bir selâm vermeyeyim” diye duâlar ediyorum içimden. Dahası, gözlerimi iliştirmiyorum kimselere. Tek ses ve tek kelime etmediğim oluyor.

Yine huysuz bir günümde, icat ettiğim bu taklidi takındım. Yüzlerden kaçtım fakat daha önce yalnızca bir kez adını bilmeden tanıştığım bir sima gelip buldu beni. Karşı koyamadım; sahtekârca da duramadım. Bir borcumu hatırlattı bana, bende bir fotoğrafı vardı. Öyleyse adını öğrenmeliydim: Karaköy’de Tünel’e giderken sol tarafta kalan büfenin yanında, yere bir örtü açan ve alacalı tespihler satan Leman Abla…

Onunla tanıştığımız gün öyle şiirsel duruveriyordu ki duvarın dibinde, bir dostumla fotoğrafını çekmek istedik Leman Abla’nın. İzin verdi fakat poz vermedi o gün. Birkaç kare çektim, fotoğraf makinesi umurunda olmadı. Takati yoktu kendisine gülümsemeye. Bakmadı bile kameraya. Tadı acı olan bir fotoğraf çıktı ortaya. Çektiğim filmi yıkattıktan sonra yine o kalabalıktan geçesim tuttu. İşte borcumu hatırlattı ve uğradım yanına Leman ablanın. “Bak” dedim, “Bu sensin, yanındaki de torunun”. “Yok” dedi, “O torunum değil, torunumun torunu”. Yaşının hesabını yapacakken, “Ben erken evlendim” dedi. Anlattı, bir hikâyesi varmış. O anlatırken yanına ilişiverdim, örtüsünü açtı bana, oturdum yere. Onun olduğu yerden yalnızca insan adımları izleniyordu, simalar eksikti. “Ah” dedim, “İşte bu!”.

Aradığım sükûneti, alacalı tespihlerin olduğu örtünün ucunda yakaladım; simalardan aşağıda… “Burada kimse bulamaz bizi” diye düşündüm fakat böyleyken o beni nasıl bulmuştu?

Avrupa yakası yok mu, müthiş bir kalabalık yumağı! O an, o aşağılıkta bana sorsan İstanbul, o yumağın iki katı kalabalıktaydı. Herkesten ikişer tane vardı. İkişer yüzsüz adım… Birbirlerine istisnaî olarak çarpan çantalar, nadir görünen eller… “Abla, senin olduğun yer ne kalabalıkmış!” dedim sözünün arasında. Oysa yalnızdı ve hikâyeleri arsız… Kimsede karşılık bulamayacağı bir hayatı yaşıyordu çizginin altında, kimliksiz adımların dibinde. Karşılık bulamamanın endişesi yoktu içinde. Ne de olsa fotoğraflara gülümsemeyen bir yüzü vardı onun.

Bu kaçış günleri istisna. Alelâde bir günü yaşarken, bu karşılaşmaların bende bıraktığı minicik bir tortu bile bulamıyorum içimde.

“Bulamıyorum” diyorum, çünkü arıyorum. Aramasam bulamamanın ne hükmü var. Özlüyorum bu yenik hâlimi. Var Edene ve kendime yenik benliğimi… Kaçmak suçlu hissettiriyor fakat bazı yaşamlara kavuşturuyor seni. Bulunmak istemeyeni bulduruyor. Leman ablanın yaşlı ve güzel yüzü gibi…