Albay Talat Aydemir ve 22 Şubat 1962 Darbe Kalkışması

“Harp Okulu’nu siyasete bulaştıran 27 Mayıs’ın izleri silinememiş, 22 Şubat’tan ders alınamamış, öğrenciler yeniden sonucunu hiç bilemedikleri, düşünemedikleri bir serüvene atılmışlardı. Daha sonra Okul Komutanı Eken’in bacağından yaralandığını öğrendim. Saat yediye geliyordu. 3’üncü Şube’de bulunan bir subay arkadaş, bir ciple gelerek okul komutanlığına atanan Tümgeneral B. E.’nin beni beklediğini söyledi, okula gittik. Okulda Sayın Komutan, ana binanın önünde, toplanıp getirilen Harp Okulu öğrencilerinin silah teslimlerini, aranmalarını ve kayıtlarını takip ediyordu. Başı yerde, etrafına bile bakamayan o öğrencilerin görüntüsüyle neleri kaybettiğimizi görüyor ve kahroluyordum.” (General Kemal Yamak)

Generaller seçim sonuçlarını beğenmiyor

27 Mayıs1960 tarihinde darbeyle devrilen eski Başbakan Adnan Menderes, 17 Eylül 1961 günü İmralı’da asılarak katledildi. Henüz ülke ve siyaset hayatı bu derin darbenin hicranını yaşarken, idamların ardından bir ay dahi geçmeden, 15 Ekim 1961 tarihinde serbest seçimler yapıldı. Yaklaşık 1 buçuk yıldır büyük bir suskunluk içinde olanları izleyen halk, darbecilere hiç ummadıkları bir ders vermiş, DP’nin devamı olan partilere oyunu kullanmıştı. AP, YTP ve CMKP, geçerli oyların yüzde 62,5’ini alarak 277 milletvekili ve 114 senatör ile TBMM’de temsil edilme hakkı kazanmıştı.

Eski Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Mâliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamından kısa süre sonrasına denk gelen seçimlerde halk, DP’nin mîrasçısı kabul edilen partilere verdiği oyla darbecilere bir cevap vermişti. Zira CHP 173, AP 158, CKMP 65 ve YTP 54 vekil çıkarmıştı. Seçmen, darbeci generallere tepkisini sandıkta göstermişti.

Ne var ki, 27 Mayıs Darbesi ile Türkiye’de darbeler ve cuntalar dönemi başlamış, darbe yönetimleri sistematik bir arıza olarak iktidarın bir parçası  hâline gelmişti. Uzun yıllar boyunca bu darbenin artçı sarsıntıları ülkemizi meşgul etmeye devam etmişti. Çünkü 27 Mayıs Darbesi bir yılını doldurmadan yeni cuntalar kurulmaya başlamıştı. Seçim sonuçlarını beğenmeyen generaller, “Bu Meclis’e iktidar devredilmez” diyerek yeniden ihtilâl yapma kararı almışlardı.

“Silahlı Kuvvetler Birliği” isimli cunta, darbeye karar vermişti. Oysa ordu, daha 1 yıl önce müdahale etmiş, Başbakan Menderes asılalı 5 ay olmuştu. Lâkin seçimden yüzde 61’le sağ partiler çıkmıştı.

27 Mayıs İhtilâli’nden sonra Silahlı Kuvvetler içinde yine birçok cunta kurulmuştu. Bu cuntalar 10 general ve 28 albaydan oluşuyordu. Bunlar, daha önce kendi aralarında seçim sabahı iktidara kim gelirse gelsin, devleti hiçbir partiye teslim etmeyeceklerine dair karar almışlardı. Bu protokolün adı, “21 Ekim Protokolü” idi. Protokole imza atanlar arasında Faruk Gürler, Faruk Güventürk, Refik Tulga, Namık Kemal Ersun, Suat Aktulga, Recai Baturalp, Vecihi Akın, Emin Aytekin, Fikret Köknar ve Bedrettin Demirel gibi Genelkurmay Başkanlığına ve Ordu Komutanlığına kadar yükselen paşalar da vardı (Akdoğan, 2011:198-199).

Bir başka cuntanın başkanı olan Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir ve arkadaşları, seçim sonuçlarının “millî iradeyi tam olarak yansıtmadığını” iddia ediyor, seçim sonuçlarının tanınmaması gerektiği şeklinde uluorta açıklamalar yapıyorlardı. Cuntacılar, bu doğrultuda bütün siyâsî partilerin faaliyetten men edileceğini, bu duruma göz yuman Millî Birlik Komitesi’nin de gerekirse feshedileceğini ilân ediyorlardı.

Albay Talat Aydemir ve darbe girişimleri

Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir’in etrafında toplanan grup, darbeci general ve dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e “bazı komutanların görevden alınması, Yassıada kararlarının aynen uygulanması ve bir an önce yeniden seçimlere gidilmesi” gibi konularda ultimatom veriyordu. Çekişme öyle bir hâl almıştı ki, Cemal Gürsel’in bulunduğu Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün üzerinden cuntacılar jetler uçurmuşlardı. Gelişen olaylar üzerine 19 Ocak 1962’de Genelkurmay Karargâhı’nda, Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay başkanlığında “Genişletilmiş Komuta Konseyi” adı altında toplanıldı. Genelkurmay Başkanlığı, cunta toplantılarının yapıldığı bir merkez hâline gelmişti o günlerde.

Toplantıda herkes fikrini söyledi. Sıra Albay Aydemir’e gelmişti. Aydemir, “Paşam, ben size bugünkü durumların bu şekle döneceğini tâ Temmuz ayında söylemiştim. (...) Bu memlekette yüzde yüz ikinci bir ihtilâlin olacağına inanıyorum” diyordu.

Albay Aydemir, o sırada var olan darbe gruplarını şöyle saymıştı konseyde:

“Bir… Bizzat Devlet Başkanı Gürsel bir ihtilâl hazırlıyordu. Aralık ayı içinde 28’inci Tümen Komutanı Nuri Hazer’e giderek, ‘İkinci ihtilâlin olacağına inandım. Siyâsî partiler bu işi yürütecek güçte değildir. Bir ihtilâl yapıp durumu düzeltmek gerekiyor’ demişti. Durum, ben ve arkadaşlarım tarafından öğrenilerek Sunay’a nakledildi. Halim Menteş kanalıyla da İnönü haberdar edildi.

İki… Eski MBK üyeleri bir başka amaçla ihtilâl hazırlıyordu.

Üç… Bazı CHP’liler Meclis’e karşı hoşnutsuzluk duyuyorlar ve bir ihtilâl ile Meclis’i temizlemek istiyorlardı. Başlarında da Cemal Yıldırım ve Sıtkı Ulay vardı. Naci Aşkun da onlarla birlikte idi.

Dört… Orduda binbaşılar grubu, albaylar grubu, gençler grubu, havacılar grubu gibi gruplaşmalar olmuştu.”

Genç kuşak, Aydemir ve arkadaşları ile birlikte idi. Aydemir, o toplantıda sözlerini şöyle bitiriyordu: “İleride olacak herhangi bir hâdisenin mesulü, hâdiseleri bildiği hâlde doğru olarak aksettirmeyen ve gene bu hareketleri bildiği hâlde gerekli tedbirleri almayanlar olacaktır.”

Sunay’ın Aydemir’e cevabı ise, “Sen çok ateşlisin, çok heyecanlısın” olacaktı (Aydemir, 2010).

Darbeciler çeşit çeşit gruplar hâlinde toplanmışlar, Türkiye demokrasisini bir Afrika ülkesi demokrasisi hâline getirmişlerdi. Gerçekten de Şubat’ın ortasından itibaren Ankara’da her gece bir darbe bekleniyordu.

Öte yandan Adalet Partisi, 17 Şubat günü Orhan Apaydın başta olmak üzere bazı milletvekillerini partiden ihraç etmişti (Ahmad Feroz ve Bedia, 1976:238).  

Albay Talat Aydemir’in 22 Şubat 1962’de Birinci Darbe Kalkışması

Talat Aydemir cuntasının 20-21 Şubat 1962’de harekete geçeceği söylentisi Ankara’da iyice yayılmıştı. Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, birliklerine alarm verenlerin nakillerinin yapılacağını belirtti. Aydemir, olaylarla ilgisi olmadığını söyledi. Buna rağmen 21 Şubat’ta ordu içinde huzursuzluğa yol açanlar doğudaki birliklere tayin edildi. Aydemir, bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığı’na üç maddeden oluşan bir muhtıra verdi.

Karşılıklı hamle ve restleşmeler tükenince, Aydemir, bin 500 Harbiye öğrencisinin okuldan atılmasıyla sonuçlanacak bir darbeye kalkışma kararı verdi. O gün Ankara’daki Meclis Kavşağı’nda Harp Okulu’na ait tanklarla Genelkurmay’ın tanksavarları karşı karşıya geldi.

Darbeci Albay Aydemir, Devletin tanklarıyla Meclis’i sardı. Genelkurmay tarafından Ankara çevresindeki askerî birlikler yardıma çağrıldı. Ama onların bir kısmı da Talat Aydemir’in emrine girdiler. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, bakanlar Köşk’te toplantıdayken, Cumhurbaşkanı’nı korumakla görevli Muhafız Alayı isyancılara katıldı.

Aydemir istese o an, hepsini “enterne edebilirdi”. Radyo vericisi isyancıların eline geçmiş, asker birbirine silah çekmiş, eller tetiğe gitmişti.

Gelgitlerin olduğu ortamda Muhafız Alay Komutanlığını yürüten Süvari Binbaşı Fethi Gürcan, Aydemir’e telefon açıp, “Albayım, şimdi burada kuvvet kumandanları, İnönü dâhil bütün kabîne, Köşk’te toplantı hâlindeler... Şimdi hepsini enterne edeyim mi? Hesaplarını göreyim mi?” dedi. Aydemir, “Hayır, serbest bırakacaksınız. Çıkacaklar” cevabını verdi (Aydemir, 2010).

Bu karar, Aydemir’in 22 Şubat’taki girişiminin sonu oldu. İnönü, Turhan Feyzioğlu’na, “İşte Harbiye Kumandanı şimdi kaybetti! Bizi buradan bırakmayacaktı” dedi.

İsmet Paşa, 22 Şubat gecesini Hava Kuvvetleri Karargâhı’nda isyancılarla pazarlık yaparak geçirdi. İnönü, kan dökülmemiş olması hasebiyle harekâta katılanlar hakkında darbecilere cezaî takibat yapılmayacağı sözünü verdi. Sabaha karşı Aydemir, çok kan döküleceğini fark edip teslim oldu.

Darbecilerle yapılan pazarlık gereği, isyana katılanlar hakkında hiçbir cezaî işlem yapılmadı. Talat Aydemir, 69 subay ve dört astsubayla birlikte emekliye sevk edildi.

Albay Talat Aydemir’in 21 Mayıs 1963’te İkinci Darbe Kalkışması

22 Şubat Kalkışması’ndan sonra serbest bırakılan ve özel bir afla emekliye sevkedilen Aydemir ve arkadaşları, aradan bir yıl geçtikten sonra, 20 Mayıs 1963’te bir darbe girişiminde daha bulundu. İhtilâlin parolası “Harbiyeli”, işareti ise “Aldanmaz” idi.

Aydemir, zamanla darbe toplantıları hâlini alacak organizasyonları sıklaştırmıştı. Ev ve otel toplantıları diğer cuntalarla birleşme çabaları konusunda sonuç vermeyince 22 Şubatçılar kendi aralarında harekete geçmeye karar verdiler. Tarih olarak da 21 Mayıs 1963’ü belirlediler. Ne var ki Alparslan Türkeş, yedi sekiz saat önce darbeyi haber almış ve bu bilgiyi bir tanıdığı vâsıtasıyla Başbakan Yardımcısı Hasan Dinçer’e ulaştırmıştı. O da İnönü’ye bildirmişti.

Darbeciler önce üstünlük sağladılar. Radyoevi’ni ele geçirdiler ve “Dikkat dikkat! Şimdi Türk Silahlı Kuvvetleri İhtilâl Genel Karargâhı’nın bildirisini dinleyeceksiniz: Büyük Türk Milletine” diye başlayan Talat Aydemir imzalı ihtilâl tebliğini okudular. Bu tebliğde darbeyi neden yaptıklarını anlattılar. Ancak bir süre sonra radyo, yeniden Hükûmet yanlılarının eline geçti.

Ankara 28’inci Tümen Kurmay Başkanı Yarbay Ali Elverdi, marşlar eşliğinde “ihtilâlin olmadığını, bir yanlış anlaşılma olduğunu, birtakım maceracıların böyle bir işe kalkıştığını, ancak durumun kontrol altında bulunduğunu” belirten bir karşı konuşma yaptı.

Dönemin şâhitlerinden Altan Deliorman, darbenin yabancı kanallardan canlı olarak yayınlandığını şöyle nakleder: “Talat Aydemir ayaklanmasının olduğu gece İstanbul ile Ankara arasındaki bağlantı kanalları kesilmişti. Ankara’daki gelişmeler hakkında hiçbir haber alamıyorduk. Ayhan Songar Bey’in geç vakte kadar çalıştığını bildiğim için Laleli’deki muayenehanesine uğradım. Radyonun başında yabancı yayınları dinliyordu. Monte Carlo Radyosu, Ankara’daki güçlerin karşılıklı hareketlerini, tank sayılarına kadar ve ânında bildiriyordu.” (Deliorman, 2009:190)

Sonraki dönemin kuvvet komutanlarından General Kemal Yamak, darbe gecesinden hatıralarında şöyle bahseder:

“21 Mayıs gecesi saat 24:00’dan hemen sonra kapı çalındı. Gelen, karşı komşumuz olan Baran Tuncer’di. Daha sonra bakan olan Tuncer, ‘Şimdi Kızılay’dan ve Akay’dan geliyorum. Galiba yine bir şeyler oluyor. Oralarda askerler ve askerî araçlar dolaşıyor. Haberiniz var mı?’ demişti. Hiçbir şeyden haberim yoktu. Hemen telefonun başına geçip Harp Okulu’nun santralini buldum ve ‘Nöbetçi subayı veya nöbetçi âmiriyle görüşmek istiyorum’ dedim. Nöbetçi subayı ile nöbetçi âmirini seslerinden tanıyabilirdim. ‘Buyurun, nöbetçi subayı’ diyen doğru ses, ahizeyi onun elinden hemen kapıp alan ‘Ben nöbetçi âmiriyim, ne istiyorsunuz?’ diyen yanlış sesti. Hemen, ‘Ben nöbetçi âmirinin sesini tanırım, siz nöbetçi âmiri değilsiniz, bana onu verin’ dedim. Karşıdan ‘Siz kimsiniz?’ diye sorunca kendimi tanıttım. Bu tanıtımdan sonra karşıdaki ses, ‘Bana bak Kemal Yamak, sakın okula gelmeye kalkma, bu defa ayakların kırılır. Biz birbirimizi iyi tanırız, ben Yarbay Pakoba’ dedi ve telefonu kapattı.” (Yamak, 2006:204)

Yamak, yaşadıklarını anlatmaya şöyle devam ediyor:

“Bu sırada alay nöbetçi âmiri olan binbaşı arkadaşımız ihtilâlci grubun yanına çağrılıp durum kendisine anlatılmış, okul dışında olan bitenler abartılarak aktarılmış ve ‘Kararını ver; karşı mısın, bizimle misin?’ diye sorulmuş, olumlu cevap alınmayınca da pasifize edilmişti. Bölük silah depoları açılarak veya kırılarak girilip silahlar alınmıştı. Sıra cephaneye gelmiş, okul içinde cephane bulunamamış. Destek kıtaları nöbetçi âmirinde bulunan küçük bir sandık içinde ve çok mahdut miktardaki cephaneye el konmuştu. Cephaneliklere gidilip kapıları kırmışlar, içeriyi bomboş bulunca telâşa düşmüşlerdi. Hemen aşağıda bugünkü JUSMAT binasındaki Zırhlı Birlikler Okulu komutanı bulunup ondan cephane istenmiş ve hattâ bu konu için bir hayli de hırpalanmıştı. Sonuçta, çok sınırlı bir miktarda oradan da cephane alınmıştı. Öğrenciler okuldan Aydemir tarafından belirlenen bölgelere sevk edilmiş, karşılıklı ve mevzii bazı çatışmalar olmuştu.” (Yamak, 2006:207)

Karşılıklı çatışmalar sırasında Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, Harp Okulu’nu makineli tüfeklerle tarattırmıştı (Gürcan, 2010) .

Yamak, darbe girişimi sonrası ortaya çıkan hazin manzarayı da şöyle anlatır:

“Harp Okulu’nu siyasete bulaştıran 27 Mayıs’ın izleri silinememiş, 22 Şubat’tan ders alınamamış, öğrenciler yeniden sonucunu hiç bilemedikleri, düşünemedikleri bir serüvene atılmışlardı. Daha sonra Okul Komutanı Eken’in bacağından yaralandığını öğrendim. Saat yediye geliyordu. 3’üncü Şube’de bulunan bir subay arkadaş, bir ciple gelerek okul komutanlığına atanan Tümgeneral B. E.’nin beni beklediğini söyledi, okula gittik. Okulda Sayın Komutan, ana binanın önünde, toplanıp getirilen Harp Okulu öğrencilerinin silah teslimlerini, aranmalarını ve kayıtlarını takip ediyordu. Başı yerde, etrafına bile bakamayan o öğrencilerin görüntüsüyle neleri kaybettiğimizi görüyor ve kahroluyordum.” (Yamak, 2006:205)

Darbe gecesinde yaşanan bir başka olayı Yarbay Talat Turhan şöyle anlatır:

“Kalkışma sonrası yapılan yargılamalarda iki sınıftan müteşekkil bin 300 civarında öğrencinin okulla ilişikleri kesildi. Ancak daha sonra bu öğrencilerden isteyen herkese bir fakülteye girme imkânı verildi. Darbeye kalkışan kurmayların neredeyse tamamı ise subaylık ve darbecilik hayatlarına devam ederler. Bunlardan biri olan General Oltan Evren bu vaziyeti şöyle anlatır: ‘1960 yılında Harp Okulu’na geldim, ihtilâller içinde yoğruldum. 22 Şubatçıyım, Aydemir’in sağ koluydum. Tümgeneralliğe kadar bu ülke beni getirdi, dünyayı dolaştım…’” (Evren, 2002:356)

5 Temmuz 1964’te idam edilen Aydemir, ölümünü isteyen asıl mesuller olarak Cemal Gürsel, İsmet İnönü ve Cevdet Sunay’ı gösterir. Olaydan sonra birçok subay ve bin 459 Harbiyeli tutuklandı. Darbe teşebbüsüne katılanlar, Mamak Askerî Mahkemesi’nde yargılandı. Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Erol Dinçer, İlhan Baş, Cevat Kırca, Osman Deniz ve Ahmet Güçal hakkında 5 Eylül 1963 günü ölüm cezası verildi. 29 subay müebbet hapse mahkûm oldu.75 öğrenci de çeşitli cezalara çarptırıldı. Sonuçta sadece Aydemir ve Gürcan hakkında verilen ölüm cezaları infaz edildi (Akdoğan, 2011:202-203).

Mehmet Serhan Tayşi, Aydemir’in idamı olayına farklı bir yorum getirir ve bir soru sorar: “Talat Aydemir, Harp Okulu Komutanıyken emrindeki Harbiyelileri kullanıyor. Tabiî kavgayı kaybedince de idam ediyorlar. ‘Aydemir, Çerkez Ethem’in kız kardeşinin oğluydu. Çerkez Ethem kimdi? İnönü’nün baş düşmanı’... O kadar ihtilâl oldu, başkalarını neden hiç asmadılar?” (Tayşi-Kılınç, 2009:565)

Dönemin önemli şahitlerinden Kırkıncı, Talat Aydemir ile ilgili tarihî bir nakil yapar:

“Yan koğuştaki Nazım Gökçek, Talat Aydemir’in konuşmasını bizzat işitir. Vazîfeliler, her ikisini de zorla alıp götürürler. İdam olunacak kimselere ‘imam’ isteyip istemedikleri sorulmaktadır, imam bu kimselere imanî konularda telkinatta bulunacak, Kelime-i Şahâdet getirtecektir. Talat ve Fethi Beylere de imam isteyip istemedikleri sorulur. Fethi Bey imamı kabul ederken Talat Bey bu teklifi reddeder.” (Kırkıncı, 2004:58)

Dönemi ve olayları analiz eden Hasan Bülent Kahraman, o günlerin ruh hâlini şöyle özetler:

“1961’den itibaren Yön dergisinde ortaya konulan Kemalizm, ‘Ordu olmadan Türkiye’de değişim olmaz’ düşüncesine dayanıyor. Doğan Avcıoğlu gibi bazı aydınlar, ‘Ordu, Türkiye’de geleneksel olarak değişimin öncüsüdür. O bakımdan eğer Türkiye’de bir değişim olacaksa, ordunun varlığını kaçınılmaz kabul etmek lâzım’ diyorlardı.” (Kahraman, 2010)

               

Kaynakça

Ahmad Feroz-Bedia, (1976), Türkiye’de Çok Partili Hayatın Açık Kronolojisi, Ankara: Bilgi

Akdoğan Lütfü ,(2004), Muhafazakâr Demokrasi, İstanbul: Alfa Yay.

Aydemir Talat,(2010), Hatıratım, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları

Deliorman Altan, (2001), Türk Yurdunun Bilgeleri, İstanbul: Timaş Yayınları

Evren Oltan, (2002), Gelişme ve Demokratikleşme Arayışları, İstanbul:?

Gürcan Ömer, (2010), Yeni Şafak, 03.02.2010                                                    

Kahraman Hasan Bülent, (2010), Aksiyon, 07.06.2010 

Kırkıncı Mehmet, (2004), Hayatım ve Hatıralarım, İstanbul: Zafer Yayınları

Tayşi Mehmet Serhan,Kılınç Taha,(2009),Ali Emiri’nin İzinde, İstanbul: Timaş Yayınları

Yamak Kemal, (2006), Gölgede Kalan İzler, İstanbul: Doğan Kitap