Alacaklı öfkesi

Geçmişine duyduğu öfke, bu fırtınalı tavırlar, yenemediği nefretin kronikleşmiş hâli miydi? Enkazı altında kaldığı duygusal depremlerin tezahürü olabilir miydi kibri ve hasedi? Ruhunun derinlerinde oluşan o kocaman boşluklara doldurduğu silahlarda mı arıyordu huzuru?

BABAMIN beklenmedik ölümünden sonra evimizde açık kapı pencere görmeye tahammül edemiyordum. Sık sık tutulduğum ağlama krizlerimi babamın ansızın gidişine bağlıyordu annem.

Aylar sonra, uzun bir süre evimizde yaşamayacağımızı söyleyen, bir valize sadece kıyafetlerimizi yerleştiren annem, sımsıkı kapattı kapı ve pencereleri. “Ölüm bir daha gelirse elini kolunu sallayarak girmesin evimize; girerse de bizi evde bulmasın” diye başka bir eve gittiğimizi zannetmişti çocuk aklım.

Bize her baktığında, hiçbir şey söylemese dahi kendimizi suçlu gibi hissettiğimiz, bu tutumumuzun sadece onunla aynı ortamdayken nüksettiği Madam Eliza’nın evine yerleşmemizdeki en büyük etken, annemin yaşadığı çaresizliğe karşın, içinde yaktığı umuda dair küçük bir ışığı koca bir güneş gibi görmeye başlaması ve o umudun varlığını içinde bir yerlerde hissetmenin tesellisine sığınışı idi…

Esmer, asık yüzlü, iri gözlerinin beyazına kan oturmuş, sırtındaki tümsekten dolayı dik duramayan, hükmedemediği ile ilişki kuramayan Eliza’nın hayatta en tahammül edemediği, ona tâbi olan bir insanın hegemonyasından çıkması idi. Bazen odasının balkonundan bahçeye yansıyan gölgesi öyle ürkütücü görünürdü ki olduğum yerde nefessiz ve dakikalarca kıpırdamadan içeri girmesini bekler, adeta bir korku filminin içinde sıkışıp kaldığımı hissederdim.

Eliza’nın küçücük bedenini evine, sevgisini yüreğine sığdıramayan ailesi, onu doğar doğmaz terk etmiş. Yetişkinliğinde ise eşi ondan vazgeçmiş. Ömrü boyunca hiç sevilmemiş, hâliyle sevmeyi de öğrenememiş.

Sabahları bizi okula uğurlayan anneme “İşine dön!” komutu verir, tıp fakültesini kazanan ablamın başına parmağının ucuyla dokunur, “Bu zekâya sahip biri için fazla aptalsın” derdi. Cesaretini kırmaya çalışır, başarısını ise kınardı. Hukuk öğrencisi diğer ablam ise Madam’ın bu tavırlarını umursamaz, sadece onun anneme verdiği söze odaklanırdı.

Annemin konağa yerleşmeden önce Madam ile yaptığı sözleşme, biz eğitimimizi tamamlayana kadar gerekli desteği vermesi idi. İşte bu sebepten ablam, sadece derslerine yönelir ve diğer ablamı da sık sık uyarıp, “Biz o seri katilin kurbanı olmayacağız, okulumuzu bitirip bu konaktan gideceğiz” derdi. 

Ablamın “Biz o seri katilin kurbanı olmayacağız” cümlesinden o kadar çok etkilenmiştim ki, sahi, neydi bu yaşadığımız şey? Hiç mi üzerinde düşünme ihtiyacı duymamışım? Oysa ne çok şahit olmuştum o konakta mütemadiyen her gün işlenen onlarca cinayete. 

Her sabah konaktaki tüm hizmetlileri hizaya dizer, yadırgayan bir tutumla incelerdi. Kiminin fiziksel özelliklerine dair alaycı bir tavır takınır, sonra karakterine yönelik yargılarda bulunurdu. Vur emri verilen bir asker gibi sorgusuz sualsiz ayaklarındaki dermanı alır, kalbinin ritmini yavaşlatır, karanlığını tüm ağırlığı ile insanın göğüs kafesinin üzerine sererdi.

Bazı geceler hiç uyumaz, odasındaki rocker sandalyesinde sallanır, aksıra öksüre tozlu veresiye defterini açar, geçmişte alacaklı olduğu kimselerle kendi kendine hesaplaşır, öfke nöbetleri geçirirdi. İşte o vakitlerde evin duvarlarına çarpan tiz sesi yankılanırdı kulağımıza. Yumruğu büzüşürdü hemen yanındaki masaya vurmaktan. Nihayetinde isyan bayrağını çeken bedeni derin bir uykuya dalar, günlerce gözlerini açamaz, çıkamazdı yatağından.

İşte böyle zamanlarda koca konak derin bir sessizliğe bürünür, herkes parmak uçlarında yürürdü. Madam Eliza’nın bu hâli bir nebze çalışanlara nefes aldırırdı aldırmasına fakat biraz da üzülürdük. Onun bu hoyratlığını, şükürsüzlüğünü anlamaya çalışırken, bir yanımız ona kızar, diğer yanımız kayırmak istercesine türlü türlü sorular sorardı.

Geçmişine duyduğu öfke, bu fırtınalı tavırlar, yenemediği nefretin kronikleşmiş hâli miydi? Enkazı altında kaldığı duygusal depremlerin tezahürü olabilir miydi kibri ve hasedi? Ruhunun derinlerinde oluşan o kocaman boşluklara doldurduğu silahlarda mı arıyordu huzuru? 

Oysa bir adım yaklaşsa iyiliğe ve güzelliğe, kalbindeki sis dağılır, ruhunda güneş açar ve içindeki ceset yeniden can bulurdu. Durup sorgulardı hayatı, yitirdiği değerleri, kırdığı kalpleri, kabullerini yahut kabul edemediklerini. Olur ya, belki de aldığı yanıtlardan hoşnut kalmayıp değiştirirdi yolunu, aşardı maddeyi, mevkii, kibri kolayca. Karanlıkta kaybolmayı reddeden gayreti ve azmi, yoldaşı olurdu kader haritasında…