HEPİMİZİN dünyaya belli bir geliş nedeni vardır. İnanırım
ben buna. Sahiden de inanırım. İstisnasız herkes için geçerlidir bu hüküm. Sosyolojik
bir kanundur sanki.
Kimimiz
çalışmak için gelmişizdir, kimimiz yemek, içmek. Bazımız yönetmek için gönderilmişizdir, bazımız emir almak. Öylelerimiz vardır ki türkü söylemeye dünyadadır, öylelerimiz şiir, hikâye, roman yazmaya. Destan yazan kahramanlarımız da vardır, başarı öyküleriyle topluma örnek olanlar
da. Paraya âşık olanı da çoktur, mâkâma âşık olanı da. Şöhret hastaları da çoktur, mal mülk düşkünleri de.
Haklarını
yemeyelim, bu dünyaya almak değil vermek,
toplamak değil dağıtmak için gelen,
Rabbimizin yeryüzüne rahmet olarak gönderdiği
güzel kalpli insanlarımız da yok
değildir. Tamam, sayıları belki azdır. Bin kişide birdirler. Yahut beş yüzde
bir… Olabilir. Ama vardırlar. İyi ki varlar!
Onlar
toplumun gözbebekleri, merhamet abideleri, olmazsa
olmazlarıdır. Emniyet supabı, fakir babası, düşkün dostudurlar. Kutsal Kitabımızın
eşref-i mahlûkat diye işaret
buyurduğu asıl onlardır. Tam da bunlar! Bihakkın bunlar!
İşte
bunlardan birini tanıyorum ben: İsmail Öztürk… Akyazılı bir güzel adam… Kırkını
yeni devirmiş bir delikanlı… Ordu Fatsalı Türk
İsmail’in torunu bizim İsmail… Mamaro’nun (Mehmet) Musul Kerkük Kürdü Hacer
anadan olma beş çocuğunun sonuncusu… Sakarya Akyazı İsmobedil köyünde (şimdiki
adı “Erdoğdu Mahallesi”) 1981’de doğmuş. İlkokulu köyünde okumuş. Beşinci
sınıfta ise aynı ilçenin Küçücek köyüne, abisinin yanına yerleşmiş. Küçücek
dediğim, belediyelik o zamanlar. İlkokul beş ile ortaokulu Aydın abisinin
yanında okumuş. Bir yandan da diş doktoru
Aydın Öztürk’ün yanında meslekî eğitim almış. Liseye filan da gitmemiş. Gerek görmemiş
zaten. Onun lisesi de, üniversitesi de Aydın abisinin diş laboratuvarı olmuş. O
günleri şu sözlerle özetliyor İsmail: “Askere
gidene kadar ustam da, öğretmenim de, okulum da ağabeyim oldu. Bana Yaşariye
yengemle abim baktı. Ne yapsam haklarını ödeyemem.”
İsmail’in
askerlik dediği, Gelibolu’da piyade sıhhiyelik. 2003’te ağabeyi Aydın Öztürk
ile birlikte ilçe merkezi Akyazı’ya yerleşiyor İsmail. Ve diş polikliniği açıyorlar.
On dokuz senede geldikleri noktayı söyleyeyim mi: Bin 100 metrekare alanlı, dört
diş doktoru, iki ortodonti uzmanı, iki cerrah, özetle sekizi diş hekimi, altısı
diş teknisyeni, toplam yirmi kişinin çalıştığı dev bir diş polikliniği. Bugünkü
piyasa değeri -anahtarı teslimi- elli milyon liralık bir işletme. İki yüz
işçinin çalıştığı bir fabrika düşünün, ona eşdeğer bir işletme işte onlarınki!
İşin
bu tarafı bir işletme başarısı. Ciddi bir başarı öyküsü, eyvallah. Başarısının
sırrını soruyorum İsmail Öztürk’e, “Birlik/dirlik,
helâl kazanç, fakir fukarayı gözetmek… Büyümemizin sırrı bu üç unsurda ağabey!”
diyor ve ekliyor: “Faizden, krediden
şiddetle uzak duruyoruz. Ne kredi kartım vardır benim, ne de çek karnem. Aydın
ağabeyimin de… Bankayla işimiz olmaz bizim.”
Öz
kaynakla büyümüşler günbegün. “Sıfırdan
geldik buralara. Biz de fakirdik zamanında. Fakirin elinden tutmak büyüttü
bizi” diye özetliyor İsmail. Büyümeniz ve varlığınız daim olur inşallah!
Banka
konusunda tavrı net İsmail’in: “Allah ve
Resulüne savaş açmaktan imtina ederiz biz.” Eyvallah! Hem de yerden göğe
eyvallah! Uzat da alnından bir öpeyim kardeşim…
Aydın
ve İsmail Öztürk’ün işyerinin anayasasından değiştirilemez
bir madde size: “Bu işyerinin
kapısından içeri Çin ve İsrail ürünü giremez.” “Bu yasa niye?” diye sordum
bizim İsmail’e, cevabı çok net, kısa ve şahane: “O ürünlerde Müslüman kanı var da ondan Fahri abi! Ben Allah’ın
huzuruna çıktığım zaman, Rabbime, ‘Ben onların ürününü almadım’ diyebileyim.” Sen
ne güzel bir kalp taşıyorsun be İsmail, uzat, kalbinden de bir öpeyim! (Mesut
Özil’e selâm olsun buradan.)
Az
ve öz konuşan biridir İsmail. Onlar da kalpten sözlerdir. Duaları da özden, sözden
değil: “On sene önce secdeye kapandım, dua ettim: ‘Allah’ım, beni öyle zengin kıl ki fakir fukaranın elinden tutayım. Bankaya,
faize, kredi borcu olanlara yardım edip kurtarayım. Beni, zor duruma düşenler
için Kendine yeryüzünde köprün eyle.” Rabbim, çok şükür, dualarımı kabul
etti. Bana gelenleri önce bir güzel dinliyorum. Doğruysa ve haklıysa bankaya
borçlarını kapatıyorum. Tek şartım şu: “Bir
daha bankaya bulaşmayacaksın arkadaşım, söz mü?”
Kulağımıza
gelen bir olay daha: İsmail Öztürk’ün çevresinde sekiz on kadar balici, hapçı,
tinerci, işsiz güçsüz, miskin tipler varmış. Onları da yedirip içirdiği için
eleştiriyorlar bazıları. İsmail’in cevabı ise çok farklı: “Biliyorum, onlar bana çıkar için geliyorlar. Olsun. Onları bana
gönderen Cenab-ı Allah. Gönderenin hatırı yok mu hiç? Ben onlara, onları gönderenin
hatırına veriyorum, bir. Ben vermezsem, birilerine musallat olacak, birilerinin
evini soyup zarar ziyan verecekler, iki…”
Babası
Mamaro’nun vefatının üzerinden tam on bir yıl geçmiş. On bir yıldır -istisnasız-
her Cuma, ilçeye dokuz kilometre uzaktaki baba mezarını ziyaret eden ve köyün
yirmi beş otuz kadar çocuğuna her gidişinde kışın Halley, yazın da dondurma
götüren bu güzel kalpli İsmail’in adı “Halleyci
Amca”ya çıkmış. Ne hoş bir lakap!
Sigortaya
da karşı bizim İsmail: “Sigorta, kasko, bunlar hep Yahudi tezgâhı ağabey! En iyi
sigorta, fakir fukaraya vereceksin ki gerçek sigorta Allah Celle Celâluhu’dur.
Ben bunu bilir, bunu söylerim. Çok yaşadım, gördüm, test ettim. Hiç de
yanılmadım!” Helâl sana be İsmail Öztürk, bin kere helâl hatta! Kapitalizme
savaş açmışsın ya, gel, bir de gözlerinden öpeyim!
Yakın
dostlarından Hakkı Yıldırım’a kulak verelim: “İsmail kardeşimi yaklaşık yirmi
yıldır yakından tanıyorum. Bizim Akyazı’daki en zengin, en varlıklı elli
kişiden biridir. İsmail çok mütevazı, çok cömert, çok merhametli, acıma hissi
çok kuvvetli, çok zeki, çok akıllı, yaşına oranla çok olgun, zenginliğine
rağmen asla kibirli olmayan, sağ eliyle verdiğini sol eline asla göstermeyen
biridir. Yaptıklarının çok azını biliriz; o da diğer varlıklı kişilerce örnek
alınması için. Benden yirmi beş yaş küçük olmasına rağmen onu çok beğeniyorum
ve kendime örnek alıyorum. Ben şahidim her sene Kurban Bayramı’nda beş büyük
baş hayvan kesip otuz beş hisseyi çevresine dağıttığına. İsmail günlük hayatında
daima parayla dolaşır. Neden mi? Bir muhtacı gördüğünde ânında vermek için. Verir.
Veriyor. Çok zengin gördüm, veremiyor. İsmail tereddütsüz veriyor. Çok kez şahit
oldum buna. Her gün oluyorum. Durmadan dağıtır İsmail. Dağıtmak için gelmiştir
o dünyaya sanki…”
Bir
de olay anlatıyor “Fi Hakkı” lakaplı
büyüğümüz: Bundan üç beş sene öncesiymiş. İsmaillerin köyünde (Akova Erdoğdu
köyünde) herkesin dönümlerce kavaklığı varmış. Bir yangın çıkmış. Ahali seferber
olmuş, Akyazı Belediyesi İtfaiyesi, Büyükşehir İtfaiyesi gelmiş, yangını
durduramamışlar bir türlü. Yüzlerce dönüm kavak ağacı yok olmuş maalesef. Tam
da İsmail Öztürk’ün kavaklığına gelince rüzgâr birden kesilmiş, yangın durmuş,
sönmüş. Hakkı Yıldırım’ın sözü ve hükmü şu: “Dağıttıkları
sigortası ya bizim İsmail’in, sigorta devreye girdi.”
Henüz
kırk birinde olan ve “Kırk bir kere maşallah!” denmeyi kırk bin kere hak eden
İsmail Öztürk’ün kalan ömründeki hayâli şu: “Nerede bir fakir varsa elinden
tutmak istiyorum. Her şey Allah için! Kavgamız, mücadelemiz, kızdıklarımız,
sevdiklerimiz, hepsi Allah için. Gerisi teferruat, beni ilgilendirmiyor!”
El
altından öğrendim, daha önce Hacı olan İsmail, birkaç sene sonra da umreye
gitmeye karar vermiş. Paralar yatırılmış, vizeler çıkarılmış, tam gidecekken bu
büyük Kovid-19 Salgını patlamasın mı? Umre ve Hac, yurt dışı uçuşları iptal
edilivermiş. İsmail bu, durur mu? O parayla Afrika’da su kuyusu açtırmış hemen.
İşte böyle biri İsmail’imiz!
İsmail
Öztürk’ün çerçeveletip kalbimizin duvarına asmamız gereken bir sözüyle
bitirelim yazıyı: “Beni eğiten bir kişi veya bir cemaat yok. Tek rol modelim,
Hazreti Muhammed Mustafa’dır.”
Gel,
bir de özgür iradenden ve rol modelinden öpeyim İsmail’im! Adamsın. Hâzâ adam,
hâzâ örnek, hâzâ rol modelsin günümüze.
Yeryüzüne
vermek için gelen adam, vermek için yaratmış Mevlâ’m seni! Varlığın ve
benzerlerin daim olsun. Olsun ki, gariplerin boynu bükük kalmasın.