Akşener’in masadan kalkması delikanlılık mı, kabadayılık mı?

Meral Akşener, kendi siyâsî fikirlerinden defalarca taviz vermiş, CHP ile ortaklığı bozmamak adına arkadaşlarını defalarca susturmuş, hatta feda etmiş, PKK’ya söverken bile HDP’yi kırmamaya gayret edip Demirtaş’a özgürlük istemiş biri. Ne oldu da bir toplantı ipleri koparıp ortaklığı bozmaya yetti acaba?

UZUN bir aradan sonraki bu yazı, tam da Altılı Masa’nın bacaklarının kırıldığı güne nasipmiş.

Akşener’in ipleri kopararak kalktığı masa için herkes gibi ben de defalarca “kan uyuşmazlığı” tanımını kullanmışımdır. Bir (a)sosyal demokrat partinin lideri, sırf en büyük muhalefet partisi olmasının kudretiyle, yanına bir eski muhafazakâr, bir kraliyet defterdarı, bir vefasız muhteris hoca, bir de delikanlı “Abla” almış, herhâlde toplantılarda çay servisi yapması için de binde birlik karşılığı olan bir genç çömez bulmuş, çıkmış, Türkiye’yi yönetmeye aday oluyor.

“Olmaz!” dedik. Erdoğan düşmanlığı üzerine bir araya gelmiş olsalar da anlaşamayacakları o kadar çok konu var ki “Bir yerde dağılır!” dedik. Belki de Erdoğan için bu masanın dağılmaması, hatta HDP ile güçlendirilmesi çok daha iyiydi ama biz her çatlakta “Ha gitti, ha gidiyor!” dedik. Aylardır ısrarla üzerlerine gidildiği hâlde aday konusunu masaya bile getirmemelerinden yola çıktık, “Aday bile belirleyemiyorlar, bunlardan bir halt olmaz!” dedik.

Şahsî fikrim, ana muhalefet partisinin lideri olarak, Kemal Kılıçdaroğlu adaylığı anasının ak sütü gibi hak etmiştir. Ekmeleddin İhsanoğlu meselesini bir kenara koyuyorum (ki o dönem sistem değişmediği için icra yetkisi başbakanlıkta idi), geçen seçimde kendi değil de Muharrem İnce’yi aday göstermesi siyaseten oynanabilecek en büyük kumardı bence. Yaklaşık bir yıl önce yazdığım gibi, aynı kumarı bu defa da oynamayacağından, dış güçler de dâhil olmak üzere tüm baskılara dayanmaya çalışacağından hiç şüphem yoktu. Beklediğim gibi de oldu zaten...

Bu, Kılıçdaroğlu için bir zorunluluktu. Ya aday olup kazanacak ya da siyâsî hayatı bitecekti zira. Gerçi artık kazanamasa da CHP’nin başında kalma şansını yakaladı Akşener sayesinde, ama buna daha sonra değineceğim. Peki, ya bu (a)sosyal demokrat partinin eteğine yapışan beş sağcı (!) partinin derdi nedir acaba? Masanın tek sol partisi kollarını açmış, toplamı yüzde 5’i bile bulmayan dört sağ partiyi Meclis’e taşıma bahanesiyle esas duruşta bekletiyor. Hani o “Masadaki herkesin eşit oyu var, küçük büyük diye bir ayrım yapmıyoruz” masalları var ya, hepsi seçmeni kandırmak için.

Haydi Davutoğlu ve Babacan’ı anlıyorum; AK Parti’den ihanet sebebiyle tabiri caizse kovulmuşlar, gidecekleri en garanti liman CHP. Sonuçta ikbâli Meclis’te arayanlar için her yol mubah olabilir. Peki ama 28 Şubat mağduru Erbakan’ın partisinin 28 Şubat’ın mimarı, 27 Mayıs’ın şehidinden emanet Demokrat Parti’ninse darbe şakşakçısı olan partiyle ne işi olabilir? Cumhur İttifakı’na gelseler kapılar sonuna kadar açılır zaten kendilerine. AK Parti’ye katılmaları bile kariyerleri için çok daha hayırlı olabilir belki.

Ama yok! Tutturmuşlar bir Erdoğan düşmanlığı, denize düşmeden sarılmışlar yılana. Ya bu partiler kendi geçmişlerinden koptuklarını ilân etmenin yolunu böyle bulmuşlar ya da genel başkanları kendi ihtiraslarının kurbanı olmuşlar. Aslında üzerlerine yazı yazarak bu dörtlüye hak ettiklerinden fazlasını bile vermiş oluyoruz ama siyasetin içindeler, ne çare!

Beni asıl meşgul eden hep İyi Parti olmuştu. Bir şekilde barajı aşabilecek oy potansiyeline ulaşmış, sebebini çok kavrayamamış olsam da toplumda karşılığı olan bir partinin, CHP’nin dümen suyunda kalmasını bir türlü anlayamamıştım. Belki de Devlet Bahçeli’nin ricasıyla seçime girememe riskini CHP’nin emanet vekilleriyle bertaraf etmenin bedeli bile bu kadar büyük olmamalıydı bence.

Evet, bugünkü yönetici profili çok farklı siyâsî kökenlerden geliyor olsa da hem Akşener, hem de İyi Parti’nin kurumsal kimliği sağ siyasetle özdeşleşmiş durumda. Bu arada, MHP’den ayrılan Akşener’in AK Parti’nin kurucuları arasında olduğunu da unutmamak lâzım. MHP’li olsan 12 Eylül’de işkence gören Ülkücülerin hatırına, AK Partili olsan 28 Şubat’ın acısıyla bir araya gelemezsin bu CHP ile. Eğer her şeye rağmen birlikteysen ya üzerine yapışan “FETÖ projesi” etiketini kabul etmişsindir ya da siyâsî fikrin değişmiştir.

Şimdi Meral Akşener, bizim bütün bu ithamlarımızı reddeder nitelikte bir çıkış yaptı ve Kılıçdaroğlu’na, “Sana mecbur olmayı dayatamazsın bize” diye isyan ederek, Türkiye için son çıkış olarak lanse edilen meşhur Altılı Masa’yı devirdi. Ama kimse beni, burada bir iyi niyet ve ideolojik bir siyâsî hareket olduğu konusunda ikna edemez. Meral Akşener, kendi siyâsî fikirlerinden defalarca taviz vermiş, CHP ile ortaklığı bozmamak adına arkadaşlarını defalarca susturmuş, hatta feda etmiş, PKK’ya söverken bile HDP’yi kırmamaya gayret edip Demirtaş’a özgürlük istemiş biri. Ne oldu da bir toplantı ipleri koparıp ortaklığı bozmaya yetti acaba?

Akşener’in asıl derdi ne?

Biliyoruz ki tek sebep Kemal Bey’in adaylığı. Teknik olarak adaylığı hak etmiş olsa da kazanabileceği konusunda tereddütleri giderememiş demek ki. Kazandığı İstanbul seçiminin hemen ardından, henüz hiçbir icraatı bile yokken potansiyel cumhurbaşkanı olarak topluma sunulan Anavatan kökenli CHP’li İmamoğlu da, MHP kökenli CHP’li Yavaş da kendisinden daha fazla oy alabilecek gibi görünüyormuş. Peki, neye göre?

Siyâsî mantık, meselâ Mansur Yavaş’ın siyâsî kökeninden dolayı 8-10 puanlık HDP oylarından mahrum kalacağını söylüyor bize. Hâlbuki “HDP olmadan asla!” diyor bütün otoriteler. İmamoğlu’nun HDP oylarıyla ilgili bir handikabı yok, kabul. İyi de, Kılıçdaroğlu da bu konuda sorun yaşamıyor zaten. “Her evden bir oy” diyerek HDP’yi Meclis’te tutan kendisiydi malûm.

Diğer beş partiyi bir araya getiren de, kurduğu masayı o beşlinin seçmenine hararetle destekleten de Kılıçdaroğlu olduğuna göre, İmamoğlu’ndan daha az oy alacağı hesabı neye göre yapılıyor? Ya da İmamoğlu, Kemal Bey’den farklı olarak hangi seçmenden oy alabilecek ki? İşte iyi niyet kurgusu burada bozuluyor!

Velev ki gerçekten Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla oy alacağından emin olduğunuz bir aday olsun, masadan kalkarak bu adayın yani İmamoğlu’nun oyunu da en az yarıya düşürmüş olmayacak mısınız? Ve İyi Parti, CHP’li de olsa kendi istediği isim aday gösterilseydi, sadece seçim kazanmak, onlarca, yüzlerce ortak nokta bulabileceği Erdoğan’dan kurtulmak uğruna bütün ideolojilerini çöpe mi atacaktı?

İlk paragrafta kullandığım “Delikanlı Abla” tabirinden kimse itibarlı bir benzetme çıkarmaya çalışmasın, “Bravo, delikanlılık yaptı” diyenlere ithafen bilinçli olarak kullandım onu. Zira bugün Akşener’in aday dayatmakla suçladığı, şahsî ihtirasla itham ettiği Kılıçdaroğlu gibi davranıyor kendisi de. Kendi kafasındaki iki ismi, toplam seçmenin ancak yarısına sahip olsa da söz sahibi beş partiye dayatmaya çalışıyor. Ve delikanlılık değil, kabadayılık yapıyor aslında!

Aslında Akşener de biliyor ki, İmamoğlu da aday olsa Kılıçdaroğlu ile yaklaşık aynı oyu alacak. Ama kendi dayattığı adayın kazanması hâlinde hem kurulacak hükûmette etkinliği, hem masadaki pozisyonu, hem de siyâsî itibarı güçlenecekti. Yani memleket meselesi falan değil bu çıkışın ardındaki.

Akşener, iki belediye başkanına millî bir görev yükledi kendince. Kurumsal olarak CHP’ye bağlı olan iki başkandan medet umdu. Parti tabanı ısrarla aday olmasını isterken, masayı bir kabadayı edasıyla dağıtırken bile buna kulağını tıkayıp “Benden daha iyi yönetecek bir belediye başkanı var” dedi adeta. Muharrem İnce olayında, “Partiyi bile teslim edemeyeceğin adama memleketi mi teslim edeceksin?” sorusuna benzer bir durum oluştu şimdi. İstanbul’u bile tek başına alması mümkün olmayan birini Türkiye’yi tek başına alsın diye aday olmaya zorluyor.

Şu andan sonra olabileceklere bakalım biraz da…

Mansur Yavaş aday olursa: Kılıçdaroğlu karşısında ikinci tura kalma şansı asla yok! Bu tercih hem kendisini, hem de Akşener’i siler...

Ekrem İmamoğlu aday olursa: HDP’nin aday çıkarması hâlinde Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu arasında kıyasıya bir yarış olur. İmamoğlu kazanabilir. Kazanırsa Akşener de kazanır. Fakat seçim ilk turda Erdoğan’ın galibiyetiyle bitmez ve ikinci tura Kılıçdaroğlu kalırsa, İmamoğlu da, Akşener de biter. HDP aday çıkarmazsa Kılıçdaroğlu kesin ikinci tura kalır.

Meral Akşener aday olursa: Yanına irili ufaklı 5-6 partiyi alıp yeni bir ittifak kursa bile, HDP aday çıkarmaz ve Kılıçdaroğlu’nu Akşener’in çok önüne taşır. Akşener bu seçenekte de partisini en fazla Meclis’e sokmakla yetinir.

Peki, Meral Akşener bunları bilmiyor mu? Elbette biliyor! Burada iki türlü senaryo olabilir: Ya tabanının çok rahatsız olduğu HDP gerçeğinden kaçınmak için göstermelik bir kabadayılık yaptı ve seçimin ikinci tura kalması hâlinde kerhen Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceği izlenimini verecek ya da siyâsî istikbâlini bir kenara bırakıp gerçekten idealleri uğrunda siyaset yapmaya karar verdi.

Ben, basın toplantısında kullandığı “yalan, kumar, ihtiras” gibi ağır kelimelere rağmen ilk alternatifi yani masaya ikinci turda da olsa geri döneceğini düşünüyorum. Aksi olursa, “Delikanlı Meral” sloganının tüm sokaklara, tüm duvarlara yazılmasına iştirak etmeye talibim.

Haydi ben birilerinin twit sidiği gibi yazdıklarımı silmeyeyim, bu yazının hazırlandığı sırada gelen bilgiler, İmamoğlu ve Yavaş’ın gelen adaylık teklifini reddettiklerini gösteriyor. Her ikisi de sosyal medya hesaplarından Kılıçdaroğlu’na bağlılıklarını bildirdiler. Dolayısıyla ikisinin adaylığı ile ilgili muhtemel tahminlerimin anlamı kalmamış oldu. Buradan çıkan sonuç ise Akşener’in, arzusu malûm olsa da her iki belediye başkanıyla da bu çağrıyı önceden konuşmamış olduğudur. Siyasette yeteri kadar tecrübe sahibi olduğunu düşündüğüm Akşener’in bu kadar büyük bir hatayı nasıl yaptığını aklım almıyor. Bundan sonra Bahçeli’nin “Yuvana dön!” çağrısına ya da Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’na davetine olumlu cevap vermesi bile sürpriz olmayacaktır.