Akşam oturmaları ve Ağustos böceği ile sohbetler

Evde kalmış oturmalar var, “Tatile çıkmadık bu yaz!” diyen. Bu sesleniş/serzeniş, “Evde tatil olmaz!” demeye getiriyor lâfı. Oysa tatil her yerde ve zamanda gerçekleşen bir akşam oturmaları serisidir. Hatta yaza kadar insan kendi evinin bile tadını çıkaramadığı için, en iyi tatil fırsatlardan biri kendi evimizdeki tatildir.

Karınca tatilde

KARINCAYI tatil yaparken gören olmuş mudur? Çoğumuz için tatil denince “Ağustos böceği tatili” çağrışımı açıldığından, karıncayı tatil yaparken düşleyemiyoruz. Oysa karıncalar da tatili hak etmektedirler ve bir tatil kültürleri vardır: Akşam oturmaları…

Bir bağ evindeki dost meclisinde, kaşık seslerine karışan gülüşler demliyoruz. Ceviz ve pekmez var kareli masa örtüsü üzerinde. Yöreye ait deyişler, türküler, menkıbeler dinliyoruz araştırmaya meraklı bir gençten. “Üzüm üzüme baka baka kararır” sözündeki sırrı “Gök, toprağa baka baka geceler” diye şerh ediyoruz.

Siyah üzüm tanesindeki karıncayı fark ediyorum birden. Sessizce bizi dinliyormuş meğer. “Karınca saatlerce dinlemesini bilir tatilde” diye duymuştum. Akşam oturmaları, meclis oturmalarıdır demek ki ve de dinleyerek tatili demlemek bir karınca misalidir. Tatil programına “akşam meclislerini” koymak ve üzüm tadında sohbetin üstünde sessizce dinlemek -karınca misali- bize bir şey öğretir: Konuşanı dinleyen dinlendirir; dinlemek ise yormaz, sadece sabırlandırır.

İyi ya, tatilin sabır ikramı, tatil bağından bir salkım değil midir? Öyledir.

Bir dağ evinde, yalnız ve dalgın süzmek karanlığı, sonra karanlıktan yıldızlar devşirmek gözlerinizle ve kendi başına türküler mırıldanmak, akşam oturmalarının gece yarısına uzanması ve tek başına hüküm giyilmiş bir gece yolculuğudur. Karınca en çok gece yürüyüşü sever; biraz umut, biraz ürkeklik içinde… Çünkü karşıdan karşıya geçerken ve belki aynı yol üzereyken, farkına varmadan bir başkasına ait ayakaltında ezilme riski vardır. Yalnızlık da bu riski taşır: Ezilmek, incinmek!

İnsan incinmemek için tercih eder çoğu zaman yalnızlığı. Ancak yalnızken insanın kendini incitmesi de ihtimâl dâhilindedir bir dağ evinde. Çünkü insan bazen kendi kıymetini bilemez; kendi farkındalığını değerlendiremez, özgünlüğünü ve özgürlüğünü kendi elleriyle mahkûm eder. Oysa insan kendini incitmemeyi öğrenirse, kendisine karşı adil kalırsa, kendisini özgürleştirebilirse başkalarını incitmemeyi, adil olmayı daha fazla başarır. Akşam oturmaları bu nedenle “yalnızlık hocası” diyebileceğimiz bir zamanı içermelidir.

Yalnızlık eğitmelidir bizi. Kuşkusuz yalnız oturmalar “kimsesiz kalmalar” değildir; yıldızlar, ay, rüzgâr, börtü böcek sesleri ve en fazla da iç sesler zaten bir gelin konvoyu gibi size eşlik ederler. Vardığınız ev kendi özünüz, kendi hayâl evinizdir. Karınca en çok yalnızlık demleyen akşam oturmalarında yalnız değildir; çünkü bir başka yalnızlık yürüyüşüne çıkmış olan, onu istemeden ezebilir. Öyleyse ikisinin arkadaşlığı önem arz etmektedir ve gece yalnız yürürken, ayakucunda bir karınca olduğunu unutmadan yürümek gerekir.

Bir sevda seferinde sevdanla birlikte el ele, göz göze, gönül gönle gezmek “Karınca Duası” gibidir. Kabul edilmiş duaların tacı, hası, aslı “gönüllenmek”, bir gönle gönlünü eklemek, gönülden gönle yol bulmaktır ve gönüldaş olmaktır. O nedenle akşam oturmaları içinde “çifte kavrulmuş tatil” tadı, sevdiğinle birlikte yaptığın diz dize oturmalarda gevrektir. Gülüşleri sözlere katışan, kesilmiş sözleri söz kesmelerini hatırlatan, göz göze dizili inciler gibi kelimeleri dizen konuşmalar, âdeta dalından anlam kopartılan o sevgi ağacını betimler.

Karınca en fazla bu oturmalarda fark edilir ve incitilmeden ve hatta incitmemek için köşeye şeker bırakılan misafir kabul edilir. Karınca, sonunu bildiği bir aşk filmi gibi izler sevgilileri. Akşam oturmalarında çayın rengi, ay ışığı vurulmuş kaşıkların sesleri ve gülüşleri çiçeklendiren el yapımı kurabiyeler bu oturmaların en tatlı korteji… Bu oturmalar, karınca tatilinin en özeli!

Yüzüne oturmuş, yüzlerde oturmuş akşam oturmaları var bir de ilk defa karşılaştığınız yüzlerle yapılan tatilde. Bir tur da olabilir bu yüzleşme veya doğal karşılaşmaların tadında bir ikram da. Farklı hikâyelerle gelmiş, yüz çizgilerinde farklı anlamlar destelenmiş bu yüzler önce kendi yüzünde “karıncalanma” hissi bırakır; âniden ve ürperti bırakan ayak sesleri hissi seni önce itici davranışlara iter saniyede. Ancak bu ayak seslerinin bir karıncaya ait olduğunu görünce, incitmeden onu kendi yoluna bırakmak, hatta bıraktıktan sonra biraz izlemek de istersin. Karınca ve karşılaşma üzerine sözler gezdirirsin kendince. Öyle hoşnut kalırsın ki bu anlardan, ilerleyen zaman ve mekânda karşılaştığın her karıncayı o anki karıncaya veya onun sevdiğine, akrabasına yorarsın.

“Her şey dâhil” paketi içinde senin yüzünü de paketlemişlerdir belki. Ancak “her şey dâhil” içinde gönül, dostluk, kardeşlik, güzellik de dâhil midir diye ilk saatlerde “şüpheli mimikler” gezdirirsin akşam vaktinde. Sonra ilk oturmalarda yavaş yavaş karınca çalışkanlığı başlar içinde. Karıncanın boyunu aşan yükler taşıması gibi, kendini aşan cümleler, şakalar, ikramlar ile ortama yüzünü sürer, yüzleşirsin tatilinle ve tanımadığın yüzlerle.


Akşam bir türlü oturmayabilir bu süreçte. Veya demin oturması gibi yüzler de birbirlerinin gönlünde demlenebilir. Oturmuş akşam ile akşam oturmaları buluşabilir aynı yüzde. Gece yolculuğuna döner akşam oturmaları. Sabah uyandığınızda kapıda sizi bekleyen yeni dostlar belirir gülümseyen yüzleriyle. Bir bakmışsınız, bir karınca, karınca kararınca bir karınca sürüsü olmuş eve dönünce…

Akşam oturmaları içinde “sıla karıncası” diyebileceğimiz çalışkan mı çalışkan oturmalar vardır. “Sıla-i rahim” kabilinden bir akşama birden fazla oturmalar sığdıran bir çalışkanlıktır bu. Örneğin günbatımına doğru bir evde, akşam yemeği için başka bir hanede, gece çayı için bir başka ötede ve derken gece yarısı yatıya kalmak için kendi hanende olduğun “kışa hazırlanan karınca” misali bir “oturmalar” destesi… “Az zamanda çok işler başardık” heyecanında, bir cümle ile çok hatıra, bir soru ile çok hikâye kastedilen konuşmalar harmanı gibidir bu akşam oturmaları. Tadımlık, hısımlık, özlenmiş yakınlık çiçekleri gibi destelenir hatıralar. “Buralardayız, yine karşılaşacağız” vaatleriyle el sallanan, “Gözler ayrılıyor ama gönüller emanet” sıcaklığında kucaklaşılan oturmalardır bunlar. Matruşka gibi, sohbet içinde sohbet, gülüş içinde gülüş, ikram içinde ikram olan bu oturmalar biraz da “oturamama” hâlleridir. Belki de tadı oradadır.

Sıla-i rahim, karıncaya rengini veren tözdür. Karıncaların renk tonları, onların ziyaret ettikleri hane sayısını gösterir. Diyeceksiniz ki, “Bembeyaz karınca da var, simsiyah olanı da… Acaba hangisi atakta?”. Doğrusu, bu merakı gidermek için kendi renginize bakmalısınız, karınca misali…

“Arkadaş akşamları” var bir de. Oturmayan, oturmaları sevmeyen; mecbur kalınca ateş etrafında oturan ve orada da oturmayıp dans eden akşam oturmaları... “Kardeş karınca” veya “kahraman karınca” tişörtleri giyen oturmalardır bunlar. Bazen bir deniz kıyısında, bazen bir yayla yakınında, çoğu zaman bir kamp çadırında beklenen akşamları olan oturmalardır. Heyecan ve neşe kanatlarını takıp bilmediği yerlere macera yelkeni açan oturmalardır tüm bunlar.

Karıncanın kanatlanması gibidir bazı hâller, ürperti de verebilir, üzebilir de. Ama çoğu zaman karıncayı incitmeden, dikkatli yürütülen yarışmalardan ibarettir. Bu tür akşam oturmalarının sakinlerinin genelde gençlerden oluşması doğaldır. Oturmalar doğaçlamadır. Enerji ve üretmek noktasında biraz tembellik vardır ama bunu gençliğe değil de kıpır kıpır gönüllere vermek gerekir. Çünkü gönül en fazla hamakta dinlenir; biraz da salınarak, tabiî yaşanmak istenir her şey. Zaten gençlik, ömrün salıncağı değil midir? Mümkün mü gençlere “Otur oturduğun yerde!” demek? Bırakın, salına salına gitsinler akşam oturmalarına…

İnsan bazen kendi kıymetini bilemez; kendi farkındalığını değerlendiremez, özgünlüğünü ve özgürlüğünü kendi elleriyle mahkûm eder. 

Ağustos böceği kredi ödüyor 

Karınca ve Ağustos böceğinin iki ayrı varlık olduğu sanılıyor. Oysa “karınca” tatildeki, “Ağustos böceği” ise tatil sonrası kredi ödemeleri ile meşgul olma hâlinin adı… Yani aynı varlıktan bahsediyoruz. Kim rastlamış ki tembel tembel şarkı söyleyip geleceği düşünmeden “Vur patlasın, çal oynasın” hâllerinde birine? Öyleyse Ağustos böceğine haksızlık etmeyelim, biraz da onu dinleyelim.

Evde kalmış oturmalar var, “Tatile çıkmadık bu yaz!” diyen. Bu sesleniş/serzeniş, “Evde tatil olmaz!” demeye getiriyor lâfı. Oysa tatil her yerde ve zamanda gerçekleşen bir akşam oturmaları serisidir. Hatta yaza kadar insan kendi evinin bile tadını çıkaramadığı için, en iyi tatil fırsatlardan biri kendi evimizdeki tatildir. Meselâ evin bakımını programlamak, bahçe düzenini sağlamak, ziyaret edilmemiş komşulara sürpriz yapmak, mahallenin ve şehrin keşfedilmemiş yerlerinin gezgini olmak…

Evde tatilin en keyifli ikramı ise “kendine gelmek”tir. Yani kendinde kalmak, kendine bakmak, kendine ikramlar sunmaktır. Kent telâşları içindeyken sana gelmek isteyenleri daha rahat davet etmek ve daha uzun konuşabilmektir. Hatta yazın da çalışılıyorsa, işyerinin sakinliğini işi sevmeye sebep kılmaktır. Bir önceki yazın bedeli ödeniyorsa, bedelin tadını çıkarmaktır. Örneğin ödediğin her kredi taksitinde bir hatırayı canlandırmak, dostları aramak ne güzeldir! Evde ilgilenmeyi bekleyen ve seni karınca olmaya davet eden o kadar çok iş var ki… Kütüphaneyi düzenlerken kitap okumak, kullanılamayacak elbiselerin bakımı ile onları bir hayrata bağışlamak, zaman istediği için ertelenmiş özenli yemeleri özenle yapmak, sulanmış ama kendileriyle sohbet edilmemiş çiçeklerle hasbihâllere dalmak ve en önemlisi de “ailece akşam oturmaları” yapmak… Yeryüzünde ailece akşam oturmaları kadar bereketli, neşeli, yaraları sarıcı başka bir daha oturma yok ki…

Son olarak, bir de şehirde akşam oturmaları var. Örneğin günbatımını şehri tepeden izlerken güneşi kovalamak; belki bir göl kenarında avlanmış balıkları temizlerken sazlıktaki son gölge oyunlarını izlemek; güneşi görmeden, akşam oturmalarının hazırlığını sokaklardan çekilen gölgeleri sayarak akşam yemeği yiyeceğiniz yere doğru yürüyüş yapmak ve belki de en huzur verici oturmalardan biri olarak şehirdeki bir dostunuza, akrabanıza akşam yemeğine gitmektir bu. Hatta güneşin batışını izlemek için gittiğiniz deniz kıyısındaki bir bankta tek başına oturmanız bile şehirle birlikte akşam vakti oturmanın en güzel anlarından birini verir.

Diyeceksiniz ki, “Karıncalar kentlerde yalnızlık ve acı çekerler”. Bu doğrudur, ancak siz karınca değilsiniz!