Karınca
tatilde
KARINCAYI tatil yaparken
gören olmuş mudur? Çoğumuz için tatil denince “Ağustos böceği tatili” çağrışımı
açıldığından, karıncayı tatil yaparken düşleyemiyoruz. Oysa karıncalar da
tatili hak etmektedirler ve bir tatil kültürleri vardır: Akşam oturmaları…
Bir
bağ evindeki dost meclisinde, kaşık seslerine karışan gülüşler demliyoruz.
Ceviz ve pekmez var kareli masa örtüsü üzerinde. Yöreye ait deyişler, türküler,
menkıbeler dinliyoruz araştırmaya meraklı bir gençten. “Üzüm üzüme baka baka
kararır” sözündeki sırrı “Gök, toprağa baka baka geceler” diye şerh ediyoruz.
Siyah
üzüm tanesindeki karıncayı fark ediyorum birden. Sessizce bizi dinliyormuş
meğer. “Karınca saatlerce dinlemesini bilir tatilde” diye duymuştum. Akşam
oturmaları, meclis oturmalarıdır demek ki ve de dinleyerek tatili demlemek bir
karınca misalidir. Tatil programına “akşam meclislerini” koymak ve üzüm tadında
sohbetin üstünde sessizce dinlemek -karınca misali- bize bir şey öğretir:
Konuşanı dinleyen dinlendirir; dinlemek ise yormaz, sadece sabırlandırır.
İyi
ya, tatilin sabır ikramı, tatil bağından bir salkım değil midir? Öyledir.
Bir
dağ evinde, yalnız ve dalgın süzmek karanlığı, sonra karanlıktan yıldızlar
devşirmek gözlerinizle ve kendi başına türküler mırıldanmak, akşam oturmalarının
gece yarısına uzanması ve tek başına hüküm giyilmiş bir gece yolculuğudur. Karınca
en çok gece yürüyüşü sever; biraz umut, biraz ürkeklik içinde… Çünkü karşıdan
karşıya geçerken ve belki aynı yol üzereyken, farkına varmadan bir başkasına
ait ayakaltında ezilme riski vardır. Yalnızlık da bu riski taşır: Ezilmek,
incinmek!
İnsan
incinmemek için tercih eder çoğu zaman yalnızlığı. Ancak yalnızken insanın kendini
incitmesi de ihtimâl dâhilindedir bir dağ evinde. Çünkü insan bazen kendi
kıymetini bilemez; kendi farkındalığını değerlendiremez, özgünlüğünü ve özgürlüğünü
kendi elleriyle mahkûm eder. Oysa insan kendini incitmemeyi öğrenirse,
kendisine karşı adil kalırsa, kendisini özgürleştirebilirse başkalarını
incitmemeyi, adil olmayı daha fazla başarır. Akşam oturmaları bu nedenle “yalnızlık
hocası” diyebileceğimiz bir zamanı içermelidir.
Yalnızlık
eğitmelidir bizi. Kuşkusuz yalnız oturmalar “kimsesiz kalmalar” değildir;
yıldızlar, ay, rüzgâr, börtü böcek sesleri ve en fazla da iç sesler zaten bir
gelin konvoyu gibi size eşlik ederler. Vardığınız ev kendi özünüz, kendi hayâl
evinizdir. Karınca en çok yalnızlık demleyen akşam oturmalarında yalnız
değildir; çünkü bir başka yalnızlık yürüyüşüne çıkmış olan, onu istemeden
ezebilir. Öyleyse ikisinin arkadaşlığı önem arz etmektedir ve gece yalnız
yürürken, ayakucunda bir karınca olduğunu unutmadan yürümek gerekir.
Bir
sevda seferinde sevdanla birlikte el ele, göz göze, gönül gönle gezmek “Karınca
Duası” gibidir. Kabul edilmiş duaların tacı, hası, aslı “gönüllenmek”, bir gönle
gönlünü eklemek, gönülden gönle yol bulmaktır ve gönüldaş olmaktır. O nedenle akşam
oturmaları içinde “çifte kavrulmuş tatil” tadı, sevdiğinle birlikte yaptığın
diz dize oturmalarda gevrektir. Gülüşleri sözlere katışan, kesilmiş sözleri söz
kesmelerini hatırlatan, göz göze dizili inciler gibi kelimeleri dizen
konuşmalar, âdeta dalından anlam kopartılan o sevgi ağacını betimler.
Karınca
en fazla bu oturmalarda fark edilir ve incitilmeden ve hatta incitmemek için
köşeye şeker bırakılan misafir kabul edilir. Karınca, sonunu bildiği bir aşk
filmi gibi izler sevgilileri. Akşam oturmalarında çayın rengi, ay ışığı
vurulmuş kaşıkların sesleri ve gülüşleri çiçeklendiren el yapımı kurabiyeler bu
oturmaların en tatlı korteji… Bu oturmalar, karınca tatilinin en özeli!
Yüzüne
oturmuş, yüzlerde oturmuş akşam oturmaları var bir de ilk defa karşılaştığınız
yüzlerle yapılan tatilde. Bir tur da olabilir bu yüzleşme veya doğal
karşılaşmaların tadında bir ikram da. Farklı hikâyelerle gelmiş, yüz
çizgilerinde farklı anlamlar destelenmiş bu yüzler önce kendi yüzünde
“karıncalanma” hissi bırakır; âniden ve ürperti bırakan ayak sesleri hissi seni
önce itici davranışlara iter saniyede. Ancak bu ayak seslerinin bir karıncaya
ait olduğunu görünce, incitmeden onu kendi yoluna bırakmak, hatta bıraktıktan sonra
biraz izlemek de istersin. Karınca ve karşılaşma üzerine sözler gezdirirsin
kendince. Öyle hoşnut kalırsın ki bu anlardan, ilerleyen zaman ve mekânda
karşılaştığın her karıncayı o anki karıncaya veya onun sevdiğine, akrabasına
yorarsın.
“Her şey dâhil” paketi içinde senin yüzünü de paketlemişlerdir belki. Ancak “her şey dâhil” içinde gönül, dostluk, kardeşlik, güzellik de dâhil midir diye ilk saatlerde “şüpheli mimikler” gezdirirsin akşam vaktinde. Sonra ilk oturmalarda yavaş yavaş karınca çalışkanlığı başlar içinde. Karıncanın boyunu aşan yükler taşıması gibi, kendini aşan cümleler, şakalar, ikramlar ile ortama yüzünü sürer, yüzleşirsin tatilinle ve tanımadığın yüzlerle.
Akşam
bir türlü oturmayabilir bu süreçte. Veya demin oturması gibi yüzler de birbirlerinin
gönlünde demlenebilir. Oturmuş akşam ile akşam oturmaları buluşabilir aynı
yüzde. Gece yolculuğuna döner akşam oturmaları. Sabah uyandığınızda kapıda sizi
bekleyen yeni dostlar belirir gülümseyen yüzleriyle. Bir bakmışsınız, bir karınca,
karınca kararınca bir karınca sürüsü olmuş eve dönünce…
Akşam
oturmaları içinde “sıla karıncası” diyebileceğimiz çalışkan mı çalışkan
oturmalar vardır. “Sıla-i rahim” kabilinden bir akşama birden fazla oturmalar
sığdıran bir çalışkanlıktır bu. Örneğin günbatımına doğru bir evde, akşam
yemeği için başka bir hanede, gece çayı için bir başka ötede ve derken gece
yarısı yatıya kalmak için kendi hanende olduğun “kışa hazırlanan karınca”
misali bir “oturmalar” destesi… “Az zamanda çok işler başardık” heyecanında,
bir cümle ile çok hatıra, bir soru ile çok hikâye kastedilen konuşmalar harmanı
gibidir bu akşam oturmaları. Tadımlık, hısımlık, özlenmiş yakınlık çiçekleri
gibi destelenir hatıralar. “Buralardayız, yine karşılaşacağız” vaatleriyle el
sallanan, “Gözler ayrılıyor ama gönüller emanet” sıcaklığında kucaklaşılan oturmalardır
bunlar. Matruşka gibi, sohbet içinde sohbet, gülüş içinde gülüş, ikram içinde
ikram olan bu oturmalar biraz da “oturamama” hâlleridir. Belki de tadı
oradadır.
Sıla-i
rahim, karıncaya rengini veren tözdür. Karıncaların renk tonları, onların ziyaret
ettikleri hane sayısını gösterir. Diyeceksiniz ki, “Bembeyaz karınca da var,
simsiyah olanı da… Acaba hangisi atakta?”. Doğrusu, bu merakı gidermek için
kendi renginize bakmalısınız, karınca misali…
“Arkadaş
akşamları” var bir de. Oturmayan, oturmaları sevmeyen; mecbur kalınca ateş
etrafında oturan ve orada da oturmayıp dans eden akşam oturmaları... “Kardeş
karınca” veya “kahraman karınca” tişörtleri giyen oturmalardır bunlar. Bazen
bir deniz kıyısında, bazen bir yayla yakınında, çoğu zaman bir kamp çadırında
beklenen akşamları olan oturmalardır. Heyecan ve neşe kanatlarını takıp
bilmediği yerlere macera yelkeni açan oturmalardır tüm bunlar.
Karıncanın kanatlanması gibidir bazı hâller, ürperti de verebilir, üzebilir de. Ama çoğu zaman karıncayı incitmeden, dikkatli yürütülen yarışmalardan ibarettir. Bu tür akşam oturmalarının sakinlerinin genelde gençlerden oluşması doğaldır. Oturmalar doğaçlamadır. Enerji ve üretmek noktasında biraz tembellik vardır ama bunu gençliğe değil de kıpır kıpır gönüllere vermek gerekir. Çünkü gönül en fazla hamakta dinlenir; biraz da salınarak, tabiî yaşanmak istenir her şey. Zaten gençlik, ömrün salıncağı değil midir? Mümkün mü gençlere “Otur oturduğun yerde!” demek? Bırakın, salına salına gitsinler akşam oturmalarına…
İnsan bazen kendi kıymetini bilemez; kendi farkındalığını değerlendiremez, özgünlüğünü ve özgürlüğünü kendi elleriyle mahkûm eder.
Ağustos
böceği kredi ödüyor
Karınca
ve Ağustos böceğinin iki ayrı varlık olduğu sanılıyor. Oysa “karınca” tatildeki,
“Ağustos böceği” ise tatil sonrası kredi ödemeleri ile meşgul olma hâlinin adı…
Yani aynı varlıktan bahsediyoruz. Kim rastlamış ki tembel tembel şarkı söyleyip
geleceği düşünmeden “Vur patlasın, çal oynasın” hâllerinde birine? Öyleyse
Ağustos böceğine haksızlık etmeyelim, biraz da onu dinleyelim.
Evde
kalmış oturmalar var, “Tatile çıkmadık bu yaz!” diyen. Bu sesleniş/serzeniş,
“Evde tatil olmaz!” demeye getiriyor lâfı. Oysa tatil her yerde ve zamanda gerçekleşen
bir akşam oturmaları serisidir. Hatta yaza kadar insan kendi evinin bile tadını
çıkaramadığı için, en iyi tatil fırsatlardan biri kendi evimizdeki tatildir.
Meselâ evin bakımını programlamak, bahçe düzenini sağlamak, ziyaret edilmemiş
komşulara sürpriz yapmak, mahallenin ve şehrin keşfedilmemiş yerlerinin gezgini
olmak…
Evde
tatilin en keyifli ikramı ise “kendine gelmek”tir. Yani kendinde kalmak,
kendine bakmak, kendine ikramlar sunmaktır. Kent telâşları içindeyken sana
gelmek isteyenleri daha rahat davet etmek ve daha uzun konuşabilmektir. Hatta
yazın da çalışılıyorsa, işyerinin sakinliğini işi sevmeye sebep kılmaktır. Bir
önceki yazın bedeli ödeniyorsa, bedelin tadını çıkarmaktır. Örneğin ödediğin
her kredi taksitinde bir hatırayı canlandırmak, dostları aramak ne güzeldir!
Evde ilgilenmeyi bekleyen ve seni karınca olmaya davet eden o kadar çok iş var
ki… Kütüphaneyi düzenlerken kitap okumak, kullanılamayacak elbiselerin bakımı
ile onları bir hayrata bağışlamak, zaman istediği için ertelenmiş özenli
yemeleri özenle yapmak, sulanmış ama kendileriyle sohbet edilmemiş çiçeklerle
hasbihâllere dalmak ve en önemlisi de “ailece akşam oturmaları” yapmak… Yeryüzünde
ailece akşam oturmaları kadar bereketli, neşeli, yaraları sarıcı başka bir daha
oturma yok ki…
Son
olarak, bir de şehirde akşam oturmaları var. Örneğin günbatımını şehri tepeden
izlerken güneşi kovalamak; belki bir göl kenarında avlanmış balıkları
temizlerken sazlıktaki son gölge oyunlarını izlemek; güneşi görmeden, akşam
oturmalarının hazırlığını sokaklardan çekilen gölgeleri sayarak akşam yemeği
yiyeceğiniz yere doğru yürüyüş yapmak ve belki de en huzur verici oturmalardan
biri olarak şehirdeki bir dostunuza, akrabanıza akşam yemeğine gitmektir bu.
Hatta güneşin batışını izlemek için gittiğiniz deniz kıyısındaki bir bankta tek
başına oturmanız bile şehirle birlikte akşam vakti oturmanın en güzel
anlarından birini verir.
Diyeceksiniz ki, “Karıncalar kentlerde yalnızlık ve acı çekerler”. Bu doğrudur, ancak siz karınca değilsiniz!