Aklın sınırlarını zorlamak

Saydığım konular bilgisayar başına oturup dakikalar içinde sıralanmış şeyler değildir. Her biri yıllarca üzerinde düşünülmüş, araştırılmış ve en az bir çâresi veya çözümü bulunmuş konulardır. Bu örneklere onlarcasını daha ekleyebilirim. Ancak çok örnek sıralamak değil amacım, hiç düşünmediğimiz alanlarda “Olmaz mı?” diyerek araştırma, inceleme ve yeni yollar aramayı sağlamak...

ÜNİVERSİTE yıllarında sık sık hocalarımızdan duyduğum, ancak hiçbir zaman inanmadığım bir söz var: “Kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar sınırsız…” Hocalarımızdan bir kısmı eğitim hayatımız boyunca bu sözü aklımıza kazınacak kadar tekrar etmişler ki unutamıyoruz. Geçtiğimiz günlerde bir sunumda tanıdığım insanlardan biri de yine aynı cümleyi kullanınca, bu konuyu yazıya dökmek elzem oldu. Sunumun ardından yazdığım söz şudur: “İnsanî kurum ve kavramlara aklını kiraya veren insan, hiçbir zaman özgür düşünceye ve bağımsız bir akla sahip olamaz!”

İnsanların ne kadar sınırsız ihtiyaçları var ki, âlemleri yaratan ve her yaratılmışın rızkına kefil olan Allah (cc), ihtiyacımız olabilecek şeyleri sınırlı olarak dünyaya serpiştirmiş. Herkesin gözü bu sınırlı kaynaklarda! Ve bu sınırlı kaynaklar genellikle uluslararası tröstlerin tekelinde. O zaman peşin bir çâresizlik içindeyiz. Ümitsiz bir durum var ve biz insanlar bu çâresizliği yaşamak zorundayız. Unutmamak gerekir ki “ümitsiz”, şeytanın isimlerinden biridir. Ya öğrenilmiş çâresizliği öğrenecek ya da çâre biz olacağız.

Öğrenilmiş çaresizlik, belli bir durumda sürekli olarak olumsuz tepki alma deneyimi sonucunda ortaya çıkan “başarısızlığı kökten kabullenme” durumudur. Bağımsız ve bağlantısız akla vurulmak istenen, hattâ vurulan bir pranga veya at gözlüğü müdür bu acaba? Böyle düşünmemiz mi isteniyor? Böyle düşünürsek, tam da istenen sınırlar içinde kalır ve hiç sorgulamaz, araştırmayız. “Ne yapalım, kaynaklar sınırlı ve biz de kıt kanaat bu kaynaklarla geçinmek zorundayız” deyip oturuyoruz oturduğumuz yerde. Ne verirlerse veriyorlar, vermiyorlarsa vermiyorlar.

Herkesin bildiği üzere ülkemizin etrafındaki ülkeler petrol zengini, biz ise kendi ihtiyacımızı dahi karşılayamıyoruz. Zaten bize öğrettiklerine göre 21’inci yüzyılda petrol tükenecek ve biz, ortada öylece kalakalacağız. Özellikle bilgisayar programcılığında kullanılan insan aklı ile üretilmiş Excel programı, bizim düşünmediğimiz binlerce çözüm düşünülerek tasarlanmış. Bilenlere sorduğunuzda, “Excel derya deniz, ne ararsan var!” diyorlar.

Hâşâ, kullarla mukayese edilemeyecek anlamda âlemleri yaratan Allah (cc), bugünlerimizi, geleceğimizi ve ihtiyaçlarımızı bilememiş mi ki sınırlı kaynaklara bizi mahkûm etmiş?  

Basındaki son birkaç aylık haberlere baktığımızda, özellikle yeraltı kaynakları yönünden yeni keşfedilmiş bir sürü detay gözüme çarpıyor. Bunlardan bir kısmını alıntılamak istiyorum.

“İzmir’in Kınık ilçesinde bir şirketin 6 milyar ton kömür rezervine ulaştığı, bu rezervden yılda 10 milyon ton kömür çıkartılacağı ve şirketin hazırlıklarını büyük oranda tamamladığı belirtildi. Madende kömüre ulaşan şirketin, bu yıl Haziran ayında tam kapasite ile çalışacağı belirtildi.” (Yeni Şafak, 16.01.2019)

“Yalnızca ABD’nin Colorado eyaletinde çıkarıldığı iddia edilen Rainbow taşı, Erzurum'un Pasinler ilçesinde de bulundu. Rainbow taşı, Oltu taşını Erzurum'daki tahtından edebilir. Erzurum’da Valilik ile Büyükşehir Belediyesi’nin ortaklaşa düzenlediği projeyle 68 çeşit maden ve değerli taş gün yüzüne çıkarıldı.” (DHA, 28.12.2018)

Bu haberden önce “Rainbow taşının yalnızca ABD'nin Colorado eyaletinde çıkarıldığını” biliyorduk, artık öyle değil. Bizim Erzurum’da da varmış meğer! Sınırlı zaman diliminde sınırlı bir çevrede yapılan araştırmada, 68 çeşit maden ve değerli taş gün yüzüne çıkarılmış. Erzurum’un metrekare olarak ne kadar alanı ne kadar süre içinde tarandığını bilemiyorum, ancak “68 çeşit maden ve değerli taş gün yüzüne çıkarılmış”. Haberin devamında bununda cevabı var: “Aziziye Belediyesi Taş Eserleri Müzesi Koordinatörü Oğuzhan Türk, yazın üç ay gece gündüz demeden, otomobille veya yaya olarak yaklaşık 10 bin kilometre yol kat ederek yeraltı zenginliklerini ortaya çıkardıklarını söyledi.”

Dikkat edin, araştırma yapılan süre üç ay ve gidilen yol topu topu 10 bin kilometre! Bu kadar zamanda bu kadar maden kaynağı bulunmuş, gerisini siz düşünün!

Bir diğer haber: “Bursa’da 500 milyar dolarlık maden rezervi bulundu. Bölgede 45’ten fazla fabrika kurulacak.”

Diğer bir haber: “İzmir merkezli bir firma, Çorum Boğazkale’deki kendisine ait maden sahasında Türkiye’nin en büyük bakır rezervlerinden birini ortaya çıkardı. Rezervin mâlî değeri 174 milyon dolar.”

Dünya ölçeğinde acaba ne kadar alan taranabildi? Günümüz teknolojisi ile ne kadar maden gün yüzüne çıkarılabiliyor? İlerleyen teknolojilerle gelecekte daha ne kadarı çıkarılabilir? Veya teknoloji ilerledikçe ve ilerleyen zamanlarda, şu an bilmediğimiz nice maden ortaya çıkabilir mi? Çıkabilir! Bundan yüz yıl önce bilmediğimiz bir sürü şey, şu an kullanımımızda... Bundan sonrası acaba nelere gebe? Düşünüp, akledip tasarlarsak, bir de Allah (cc) yardımını alırsak neler olmaz ki?

Başka alanlardan da bahsedebiliriz. Örneğin İsrail, çölün ortasında tarımda mucizeler yaratıyor. Bir ilimiz kadar toprağa sahip Hollanda, tarım alanında Avrupa’da söz sahibi. Öyleyse bazı konular üzerinde beynimizi daha fazla yoralım ister misiniz? Açlık, dünyanın her tarafında en büyük problemlerden biridir. Dünyada açlığı ortadan kaldırmak çok mu zordur peki? Oldukça basit ve kolay bir şekilde, çok düşük mâliyetlerle bunu yapmak mümkün değil mi? Açlığı bitirdiğiniz yerde insanları sömüremez ve kullanamazsınız.

Özellikle Millî Eğitim Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’nı muhatap alalım. Gençlerin spor yapması amacımız ise, devâsâ stadyumlar, kapalı spor salonları yapmadan, daha verimli ve çok daha ucuz mâliyetlerle istenen her yerde birkaç okulun ihtiyacını karşılayacak spor salonu açmak mümkün değil mi? Özellikle bütün sporların başlangıcı olarak görülebilecek olan jimnastik, bütün okullarda iki üç yıl verilemez mi? Jimnastikle spora başlayan ve buna alışan bir çocuk, çoğunlukla isteyeceği başka bir branşla spora devam edecektir.

Özellikle yanık tedavi merkezlerindeki uzmanlara söylüyorum, sağlık kuruluşlarından birkaç saat uzaklıkta (dağda, tepede veya yayla ve mezralarda) elinizi sıcak su ile yaksanız, “Ne yapalım, sağlık kuruluşuna varana kadar ne kadar hücre ölecekse ölecek, kalan sağlar bizimdir” mi diyeceksiniz? Yoksa her evde bulunabilecek bir karışımın içine elinizi sokup yanma eyleminden sağlık kuruluşuna varıncaya kadarki süre içinde yanmamın etkilerini durdurmanın yolunu mu arayacaksınız? Bu mümkün değil mi?

Beton binaları düşünün; ısıtmak bir dert, soğutmak başka bir dert… Bir de bu binaları havalandırmak başka bir dert! Yine devâsâ masraflarla havalandırma tesisatları yapacaksınız ve bu havalandırma tesisatlarının mikrop üremesini ve bu mikropların yayılmasını önleyeceksiniz. Klimalarla bulunduğunuz mekânları havalandıracaksınız. Ülke genelinde hem klima, hem de havalandırma sistemlerine ödenen onca para ve bunların harcadıkları elektrik masrafını basit bir yöntemle, en azından yüzde elli azaltmak mümkün değil mi?

Sözüm cami cemaatine ve namaz kılan insanlara: Abdest alırken kullanılan suyun en az yüzde sekseninden tasarruf etmek mümkün değil mi? Bu alanda an çok tasarruf sorumluluğu bizde! Sevgili Peygamberimizin, “Akan bir nehrin kenarında olsanız bile (suyu) israf etmeyiniz” ikazı kulaklarımızda. Zira “Allah, israf edenleri sevmez” (En’am, 141).

Şarıl şarıl akan suyun altında banyo yapmayı seven insanlar, basit ve ucuz bir aparat sayesinde hem aynı konforla banyonuzu yapıp, hem de en az yüzde elli su tasarrufu yapmanız mümkün değil mi?

Milyarlarca liralık devâsâ sağlık tesisleri yapıp yine milyarlarca liralık ilaç ve sağlık malzemesi harcaması yapmadan uzun ve sağlıklı yaşamak mümkün değil mi?

Yukarıda saydığım konular bilgisayar başına oturup dakikalar içinde sıralanmış şeyler değildir. Her biri yıllarca üzerinde düşünülmüş, araştırılmış ve en az bir çâresi veya çözümü bulunmuş konulardır. Bu örneklere onlarcasını daha ekleyebilirim. Ancak çok örnek sıralamak değil amacım, hiç düşünmediğimiz alanlarda “Olmaz mı?” diyerek araştırma, inceleme ve yeni yollar aramayı sağlamak. Olmayacak şey mi? Buluş yapan insanlar, öğretilmiş çâresizlik sınırlarına sıkışan insanlar mıdır? Acaba bildiğimiz ve bize öğretilen yollar dışında, başka yollarla çâre bulmak mümkün değil mi? Sahi, bizler beynimizin yüzde kaçını kullanıyoruz? Acaba daha fazlasını kullanamaz mıyız? Ya da daha fazlasını kullanmamıza ihtiyaç var mı?

Ya sağımızı solumuzu daha dikkatle tarayacak ya da bize öğretildiği üzere “Kaynaklar sınırlı, ihtiyaçlar sınırsız” sözüne inanmaya devam edeceğiz!